Kaybedilen ilk İslam Toprağı ‘Kırım’ ile Osmanlı’da Sonun Başlangıcı
Makale: Özhan Öztürk
Ocak 1770’de askerlerini Hotin’e göndermeyen IV. Devlet Giray görevden alınarak yerine II. Kaplan Giray getirilmişse de Tatar hafif süvarilerinin Rus topçusuna karşı pek varlık gösteremediği anlaşıldığından Kırım’a Osmanlı askerleri ve yeni silahlar gönderilmiştir. Bunun yanı sıra “mirza” adıyla bilinen Tatar kabile liderlerinin pek çoğu Rusların yaptığı Osmanlı’nın Kırım’ı koruyamayacağı propagandasının etkisi altına girmiş ve Rusların Kırım’a bağımsızlık verileceği sözüne kanarak Han’a asker vermek istememişlerdir. Tatar mirzaları 1769 ve 1670’de Osmanlı ordusunun yenilgisine bizzat tanık olduklarından, Rus işgali yerine Rus Çarlığı’nın koruması altında yaşamayı akla yakın bulmaya başlamışlardır.
Kırım’a Sözde Bağımsızlık Sözü ve Osmanlı’ya sırt çeviren Tatar Hanlığı
Rusların ele geçirmek en azından Osmanlı’dan ayırmak istediği Kırım savunması coğrafi açıdan son derece kolay bir yarımadaydı. Çariçe Katherina, General Petr Panin’i Kırım Hanı ile görüşmeye göndermiş o da Rusya’nın ülkelerini işgal niyeti olmadığını, Kırım’ın bağımsızlığını arzuladıklarını tek şartlarının Osmanlılar’a destek vermemeleri gerektiğini söylemiştir. Yeni işbaşına gelen Selim Giray Han başta öneriyi reddetmiş, Necati Bey’e göre ise II. Kaplan Giray Han Ruslar’a 1770’de Osmanlı’ya itaat etmektense özgür olmayı tercih ettiklerini bildirmiştir[1]. 14/25 Haziran 1771 arasında General Dolgorukii, Ortakapısı’ndan 30 bin Rus ve 60 bin Nogay’dan oluşan ordusuyla Kırım’a geldiğinde Necati Efendi’nin iddiasına göre Ruslarla gizlice anlaşan Han, kapıları açarak içeri girmelerini sağlamıştır. Serasker İbrahim Paşa komutasındaki az sayıdaki Osmanlı askeri parasız, kumanyasız ve umutsuzca Ruslara karşı direnmişse de yerel güçlerden de yardım gelmeyince mağlup olmuş, İbrahim Paşa Kefe’de tutsak edildikten sonra savaş esiri olarak St. Petersburg’a götürülmüştür. Rus ordusu Kefe, Yenikale, Taman, Kerc, Gözleve ve Sudak’ı ele geçirirken Osmanlı devleti Şahin Giray Han’ı yeni Kırım Han’ı olarak atamış, Han Ruslar’a Nogaylar’ın kendi hükümranlığı altına verilmesini isteyerek, bağımsız bir krallık kuracağını ilan etmiştir. General Dolgorukii’den Osmanlı güçlerinin Kırım’a girmemesi durumunda Rus ordusunun Kırım’ı terk edeceği sözünü alan Han, Kasım 1772’de Ruslarla Karasupazar’da bağımsız bir Kırım’ın oluşumunu tanımlayan bir anlaşma imzalanmıştır.
Osmanlı ordusu Kırım, Varna ve Boğdan’da küçük başarılar elde etmişse de Feldmereşal Rumiantsev 40 bin kişilik ordusuyla yeniden saldırıya geçerek Tuna nehrini aşmış, Silistre’de Serasker Osman Paşa’nın kahramanca direnişi karşısında 20 bin askerini kaybetme pahasına 20 Temmuz 1774’da Bulgaristan’ın kuzeyinde yer alan Şumnu’ya dek ilerlemiştir. 21 Temmuz 1774 tarihinde tahta henüz çıkmış olan I. Abdülhamit Silistre yakınlarındaki Küçük Kaynarca köyünde barış antlaşması imzalayarak savaşa son vermiş, Kırım’ın bağımsızlığı tanınmak zorunda kalınırken, Rus ticaret gemilerine Boğazlar yoluyla serbestçe Akdeniz’e geçiş izni verilmiş[2], Rusların İstanbul’da elçilik ve Balkanlarda konsolosluk bulundurabilme hakkı tanınarak Pan-Slavist ve Pan-Ortodoks politika izlemelerine zemin hazırlanmış, Kuzey Kafkasya’da Kabardiya bölgesi Ruslar’a terk edilmiştir.
Küçük Kaynarca Antlaşması ile Kaybedilen ilk İslam Toprağı: Kırım
Küçük Kaynarca Antlaşması ile Rus Çarlığı Karadeniz’e sağlam bir şekilde ayak basarken, sözde bağımsız Giray Han 10 Mart 1779’da Aynalıkavak Tenkihnâmesiyle meşruiyetini İstanbul’a dikte etmiş, Osmanlılar, Kırım ile birlikte Karadeniz egemenliğini de kaybetmiştir.[3] Rum toprağı Bithynia’da kurulan basit bir beyliği “Memalik-i Mahruse” adı verilerek ilahi bir güç tarafından korunduğu yanılgısı yaratılan bir imparatorluğa dönüştüren askeri ve ekonomik açıdan Kırım’ın kaybedilen ilk İslâm toprağı olması yüzünden ideolojik açıdan da çürüme sürecine girmiş, bu da devletin çöküşünü hızlandırmıştır. İngiltere’nin İstanbul büyükelçisi Henry Grenville, 1765’te ülkesine gönderdiği bir raporda “Karadeniz’in İstanbul’u besleyen bir anne olduğu” sözleriyle Karadeniz’in Osmanlı devleti açısından yaşamsal önemini sözleriyle vurgulamış olup, kaybının yaratacağı askeri, ekonomik zafiyet yıkıcı olacaktır. Osmanlılar, bu tarihten itibaren devlet ve askeri yapıda değişiklikler yaparak günü kurtarmaya çalışmışsa da felaketler dizisinin devamı yine kuzeyden “konuk sevmeyen” denizden gelecektir.
Tatar Ayaklanması ve Rusya’nın Kırım’ı İlhak Etmesi
1783’de Müslüman Kırım halkı Rusya ile ilişkisine tepki gösterip kâfirlikle suçladığı Han’a karşı ayaklanınca Şahin Giray Kırım’ı terk etmek zorunda kalmış, durumu fırsat olarak gören Çariçe II. Katherina, General Potemkin komutasında bir ordu gönderip 30 bin Tatar’ı öldürmek pahasına da olsa zaten ancak kâğıt üzerinde bağımsız olan Kırım’ı resmen ilhak etmiştir.[4] Ruslar aynı yıl Osmanlılar’a 81 maddelik bir ticaret antlaşması imzalatarak Karadeniz’de elde ettikleri ticari hakları teyit ettirmeyi de ihmal etmemiştir. Çariçe’nin 1786 yılında da bizzat bölgeye giderek gerçekleştirdiği gösterişli geçit alayının ardından neler kaybettiğini iyece anlayan Osmanlı imparatorluğu ise Kırım’ın tekrar alınması için savaş hazırlığına başlamakta gecikmemiştir.
Osmanlılar bu dönemde Karadeniz’i resmi olarak yabancı ticari gemilere açmış, ilk olarak Fransızlar gelmiş, Rusların geliştirmeye çalıştığı Kherson limanından buğday, kenevir, bal, balmumu, domuz kılı, çay ithal ederken karşılığında çeşitli Fransız mallarıyla dolu gemiler göndermişlerdir. Karadeniz’de ki Fransız faaliyetleri rakipleri İngilizleri rahatsız etmiş ve kaybettiği yerleri geri almak için yanıp tutuşan Osmanlılar’ı Rusya ile savaşa kışkırtmışlardır. 1787 yazında başlayan sıcak çatışmaya Avusturya’nın da Rusya’nın yanında dâhil olması İstanbul’un hesaplarını bozsa da Osmanlı Ordusu Avusturyalılar’ı Mehadiye’den çıkarmış hatta Banat’ı da işgal etmiştir. Buna karşın Rumiantsev komutasındaki Rus ordusunun Moldova’da ilerleyerek Yaşi ve Hotin’e girmesine, Prens Potemkin’in ise 6 aylık bir kuşatmanın ardından Özü’yü ele geçirmesine engel olunamamıştır. Felaketler dizisini Avusturyalı Feldmereşal Baron Ernst Gideon von Laudon’un (1717-1790) Belgrad’a, Rus general Alexander Vasilyevich Suvorov’un (1729-1800) İzmayil’e girmesi dahası amiral Fyodor Fyodorovich Uşakov’un (1744-1817) Fidonisi, Tendra ve Kerç Boğazı’nda Osmanlı gemilerini batırması izlemiştir[5]. Bu sırada I. Abdülhamit ölmüş yerine geçen III. Selim kayıpları telafi etme gayreti göstermişse de ordu zaferler kazanacak durumda olmadığından Avusturya ile 4 Ağustos 1791’de ile Ziştovi, 9 Ocak 1792’de ise Rusya ile Yaş antlaşmasını imzalanmıştır. Osmanlı Devleti böylece Rusya’nın Kırım’da ki egemenliğini resmen tanınmış, Dinyester nehri sınır kabul edilmiş, Ermenistan ve Gürcistan’ın bir kısmı Rus egemenliğine girerken savaş sırasında işgal edilen Abhazya‘da ki Anapa Kalesi Osmanlılar’a geri verilmiştir.
Ruslar savaşın akabinde 2 bin nüfuslu Hacıbey kasabasına eski Yunan kolonisi Odessus’a atfen Odessa adını vermiş, görkemli binalar, kütüphaneler ve bulvarlar inşa etmiş, limanını genişlettikten sonra vergiden muaf serbest liman statüsü tanımışlardır. Başta Odessa olmak üzere yeni fethedilen Karadeniz kentlerine Rus, Yunanlı, Ermeni hatta Yahudiler göç ederek istihdam edilmiş, Memnonitler gibi Almanca konuşan halklara da bazı ayrıcalıklar tanınarak yeni yerleşim yerleri kurmaları sağlanmış böylece bölgenin ekonomik cazibesi arttırılmıştır. Kafasya’daki ilerleyişini sürdüren Ruslar 1803’de halkını Şii Türkmenlerin oluşturduğu Gence Hanlığı’na saldırmış, Rus ordusunda yer alan Gürcü ve Ermeni birliklerinin Müslümanları katletmesine izin verilmiş hatta teşvik edilmiştir[6].
Rusların 2 Aralık 1805’de Austerlitz muharebesinde Napolyon Bonapart komutasındaki Fransız ordusuna yenilmesinden cesaret alan Osmanlılar, Rus yanlısı politika izleyen Eflak ve Boğdan beylerini[7] görevden almıştır. Rus ordusunun akabinde 40 bin askerle Eflak ve Boğdan’a girmesi üzerine III. Selim 22 Aralık 1805 tarihinde boğazları kapatarak, Rusya’ya savaş ilan etmiştir. 29 Mayıs 1807 tarihinde çıkan Kabakçı Mustafa isyanı ile III. Selim’in tahttan indirilip yerine IV. Mustafa getirilmiş, Yeniçerilerin saraya egemen olması devlet politikası ve savaşa olumsuz yansımış, 28 Temmuz 1808 yılında yerine II. Mahmut geçene kadar düzen sağlanamamıştır. Osmanlı ordusu 2 Haziran’da Obilesti ve 18 Haziran’da Ermenistan Arpaçay muharebelerinde yenilirken amiral Dmitry Nikolayevich Senyavin (1763-1831) komutasındaki Rus donanması Çanakkale Boğazını kuşatmış ve 19-29 Haziran 1807’de Limni adası civarında Osmanlı donanmasını yenilgiye uğratarak deniz üstünlüğünü ele geçirmiştir. Rus Tuna ordusunun komutanı General Nikolay Mikhailovich Kamensky (1776-1811) ile ağabeyi general Sergei Mikhailovich Kamensky Silistre ve Pazarcık’a girmişlerse de önce Şuma ve Ruse kalelerini ele geçirmeye muktedir olamamışlarsa da Ekim 1810’da Vidin’de Osman Paşa’nın kuvvetlerini yenmeyi başarmışlardır. Osmanlılar’ın askeri başarı elde edememesinin yanı sıra Rusların Fransız baskısında olması yüzünden savaş nihai bir sonuç getirmemiş, iki devlette 28 Eylül 1812 tarihinde Bükreş antlaşmasını imzalamaya mecbur kalmıştır. Rus ordusu, Eflak ve Boğdan’dan çekilirken, Besarabya bölgesini elde etmiş, Anapa Kalesi ve civarı Osmanlılar’a verilirken, Bzyb ve Rioni nehirleri arasındaki Karadeniz kıyıları ve Gürcistan ise Rusya’ya bırakılmıştır.
Kaynak: Özhan Öztürk. Pontus: Antik Çağ’dan Günümüze Karadeniz’in Etnik ve Siyasi Tarihi (Genişletilmiş 3. Baskı). Nika Yayınları. Ankara, 2016
Karadeniz’de hakimiyet Mücadelesi makale Serim
Karadeniz’de Ortaçağın İtalyan Deniz Güçleri: Venedikliler ve Cenevizliler
Karadeniz’de Osmanlı Rus Rekabeti
1821 Yunan isyanı’nın Osmanlı Rus İlişkilerine Etkisi
Kaybedilen ilk İslam Toprağı ‘Kırım’ ile Osmanlı’da Sonun Başlangıcı
Rus Çarlığı’nın Kırım’ı ilhakı sonrası Tatar halkının durumu (1783-1939)
Tatar Sürgünü ve Tatarların geri dönüş mücadelesi (1939-)
1864 Abhaz ve Çerkez sürgününün sebep ve sonuçları
93 Harbi (1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı)
1. Dünya Savaşı sırasında Karadeniz
2. Dünya Savaşı’nda Karadeniz’de kendini batıran Alman Denizaltıları
Notlar
[1] “…bizler Han-ı Kırım ve gerek sair erkan-ı devlet-i Kırım ve Şirin Mirzalarıyla cümlemiz Osmanlıya fermanber olmakdan ise bu zamanda sizin gibi bizlere hayırhah devlete kul olmak yeğdir…” Bezikoğlu, 2001: 78 dip not 128
[2] Rusya’ya Karadeniz’i açıp, Türk gölü olmaktan çıkaran Küçük Kaynarca Antlaşması’nın 11. maddesi şöyledir: “İki taraf gemileri tüm denizlerde ticaret maksadı ile serbestçe dolaşabileceklerdir. Rusya ticaret gemileri Akdeniz’den Karadeniz’e ve Karadeniz’den Akdeniz’e geçebileceklerdir. Kıyılar, sahiller, limanlar ve boğazlardan ticaret amacı ile yaralanabileceklerdir. Hatta Rus tüccarına İngiltere ve Fransa tüccarı gibi davranılacak, karalarda ve Tuna nehrinde serbestçe ticaret yapabileceklerdir. Her türlü ihtiyaçlarında iki devletin ve diğer devletlerin şartları muteber tutulacaktır. Diğer milletlerin verdiği vergileri veren Rus tüccarları her türlü ticaret malını nakil ve ihraç amacıyla Karadeniz’e ve diğer denizlerin sahil ve limanları ile İstanbul’a varabileceklerdir. Tüccarlar, ticaretleri müddetince iki taraf memleketinde ikamet edebileceklerdir. Bu konuda diğer devletlere gösterilen serbestiyet Rus tüccarlarına da gösterilecek ve Rusya, Osmanlı Devleti sınırları içerisinde istediği yerlere konsolos ve konsolos vekilleri tayin edebileceklerdir. Konsolos ve konsolos vekillerinin maiyetlerindeki beratlı tercümanlar, İngiltere ve Fransa tercümanlarının yararlandığı haklardan yararlanacaklardır. Rusya da vergilerini ödeyen Osmanlı Devleti tüccarlarına diğer devletlere verdiği gibi imtiyazlar gibi ruhsat verecektir. Kazaya uğrayan gemilere her iki tarafta yardım edilecek ve kendilerine lazım olunan eşyalar “narh-ı cari” ile verilecektir” (Köse, 2006: 114)
[3] Küçük Kaynarca Antlaşması Osmanlı Devleti’nin Karlofça’dan sonra imzaladığı en ağır barış antlaşması olup, Prusya kralı Frederich, her iki tarafında çok hırpalandığı bu mücadeleyi “körlerle tek gözlülerin savaşı olarak” olarak adlandırmıştır (Beydilli, 1994: 65)
[4] Emecen, 1984: 316
[5] Amerikan Bağımsızlık Savaşı’nın efsanevi amirali John Paul Jones 1788’de Rus çariçesi II. Katherina’nın emrine girmiş ve Rus donanmasının Kherson’daki filosunun başına getirilmiş, böylece Gazi Hasan Paşa komutasındaki Osmanlı filosunun yok edilmesine dolayısıyla Özü Kalesi’nin ele geçirilmesine katkıda bulunmuştur. Jones anılarında Türklerin doğuştan denizcilikte yetersiz olduğunu, Rusların ise teknik açıdan üstün olmakla birlikte gösterişçi ve despot tabiatlı olduklarını iki devletinde kıyı savunması dışında denizcilikte ufkunun kapalı olduğunu ve tek kaygılarının Kafkas sahilindeki kaçakçılar ile Laz korsanlar olduğunu bildirmiştir (King, 2008: 202)
[6] Ruslar Gence’nin adını Elizabetpol olarak değiştirdikten sonra Müslümanları göçe zorlanarak yerlerine Ermenileri yerleştirilmişse de bun topluluk Rusların Gürcistan’ı ele geçirmesinin ardından Karabağ Hanlığı’na göçmüşlerdir (Atkins, 1978: 257-264; McCarthy, 1998: 29-30)
[7] Hospodar veya Gospodar (господар), Slav dillerinde “efendi, bey” anlamına gelmektedir.