Karadeniz Tarihi

Karadeniz’in Osmanlı Gölü Olması

Makale: Özhan Öztürk

1451 yılında tahta çıkan II. Mehmed Karadeniz trafiğini kontrol etmek için ilk adımı olarak Boğazkesen Hisarı’nı (Rumeli Hisarı) inşa ettirmiş[1] İstanbul’dan ayrılan ya da İstanbul’a gelen her gemi kontrol edilmeye çalışılmıştır.[2] II. Mehmed 1453’de harabe olarak ele geçirdiği İstanbul‘u bir imparatorluk başkentine dönüştürmek için Kuzey Karadeniz’den ucuza sağlanacak tahıl, et, tuz ve köleye ihtiyacı olduğunu anlamış ve hızlı bir fetih organizasyonuna girişerek 1461’de Trabzon, 1475’de Kefe ve Tana, 1479’da Anapa, 1484’de Likostomo (Khilia) gibi stratejik limanları fethetmiş, böylece Karadeniz’i 18. Yüzyılda Avrupa ticaretine tekrar açılana dek bir “Türk gölü” haline dönüştürmenin yolunu açmıştır.

Karadeniz Osmanlı hakimiyeti altında

Osmanlı fethinden sonra Kefe[3] ve Trabzon gibi limanlar ticari potansiyel ve canlılıklarını korumuşlarsa da[4] Akdeniz ile bağımsız ticaret özelliklerini kaybederek, Konstantinopolis’in merkez olduğu yeni bir ticaret rotası anlayışında hammadde sağlayan kentler pozisyonuna düşmüşlerdir[5]. Karadeniz’in iç Pazar haline gelmesi İstanbul ticaretinin hayat kaynağı olurken[6], Karadeniz havzasında siyasi ve ekonomik egemenliğin pekiştirilmesi Osmanlı coğrafyasının devletleşmesine önemli ölçüde katkıda bulunmuştur[7]. Osmanlılar Karadeniz havzası üzerindeki ticaret yollarına hâkim kaleleri fethettikten sonra Eflak prensleri, Kırım Hanları ve Gürcü kralları gibi iç bölgelerdeki yerel güçleri ezip geçmek yerine makul bir güç gösterisi yaptıktan sonra padişaha sadakat karşılığında iç işlerinde özerk olarak kendilerini yönetmelerine izin vererek nispeten düşük maliyetli bir strateji izlemişlerdir. Eflak prensleri haraç, yerine göre asker ve sadakat sözü vererek, Ortodoks Kilisesinin de konumunu koruması sayesinde –gönüllü ya da gönülsüz- İslamlaşmadan tahtlarında güvenle oturmuşlardır. Kafkasya’da ise bölgenin dağlık coğrafi yapısı ve çok sayıda etnisiteye ev sahipliği yapması yüzünden doğrudan hâkimiyet kurulması zor olduğundan, sahil kesimine doğrudan yöneticiler atanıp, iç bölgelerde yaşayan kabileler kendi hallerine bırakılarak -yerine göre feodal güçlere tıpkı zamanında Roma için yaptıkları gibi- Osmanlı çıkarlarını korumaları karşılığında imtiyaz ve otonomi verilerek aşılmıştır. Osmanlılar, 1463–1479 yılları arasında savaştıkları Venedikliler‘i II. Mehmed, I. Bayezid döneminde Karadeniz’den önceleri uzak tutmaya çalışmışlarsa da 1479 ve II. Bâyezid dönemindeki 1482 antlaşmalarıyla Trabzon, Kefe ve diğer Karadeniz limanlarında Venedikliler’e ticaret yapma izni vererek bir süre tecrübe ve potansiyellerinden yararlanmışlardır.[8] 16. yüzyıldan itibaren ise Osmanlı uyruğu azınlıklar ve Müslüman Türkler doğu ticaretini İtalyanların elinden büyük ölçüde almayı başarmış, yüzyılın sonunda ise Karadeniz yabancı gemilere tamamen kapanarak siyasi ve ticari açıdan tam anlamıyla bir “Osmanlı gölü” olmuştur.

An Ottoman Map of Black Sea and Surroundings, 1803
Osmanlı Haritası, Karadeniz ve Çevresi, 1803

1571 İnebahtı Savaşı sonrası Osmanlı Donanmasının Akdeniz ve Karadeniz’deki konumu

1497-98’de Vasco da Gama’nın (1469-1524) Ümit Burnu’nu keşfetmesi sonrasında Avrupa ile doğu ülkeleri arasında yeni ticaret yolu açılınca, Karadeniz limanları uluslararası ticaretin ilgi alanından çıkmıştır. Bu dönemde Kefe (Theodosia, Kaffa, Kefe, Feodosiya)Kefe, Kili ve Akkerman‘dan İstanbul’a başta tahıl olmak üzere tarım ve hayvancılık ürünleri ile köle getirilirken karşılığında ipek, pamuk ve keten kumaş ihraç edilmekteydi.[9] Osmanlı donanması 1571’de İnebahtı Savaşı’nda Katolik Avrupa güçleri tarafından büyük ölçüde yok edilerek Akdeniz’den silinmesine rağmen Karadeniz’de 17. Yüzyıl başlarına dek üstünlüğünü sürdürebilmiştir. Bu durumun temel sebebi Tuna nehri ağzı ile Çanakkale ve İstanbul boğazlarının Osmanlılarca kontrol edilebilmesi ve Karadeniz’e kıyısı bulunan Boğdan, Kırım ya da Gürcü devletlerinin köken olarak dağlı ve denizcilik geleneğine uzak halklardan oluşmaları dahası Osmanlılar tarafından donanma kurmalarına izin verilmemesidir.

17. yüzyılın ilk yarısında Kazakların şaykalarıyla Sinop, Samsun, Trabzon gibi Kuzey Anadolu yerleşimlerini yağmalaması Osmanlı’nın askeri zayıflığını ortaya çıkarırken, yabancı gemilerin bu döneme dek Karadeniz’e sokulmamasının ardında yatan güvensizliği de açıklar niteliktedir. İmparatorluk bu döneme dek Karadeniz Havzası’na hakimiyeti sayesinde ekonomik birliğini korumuşsa da Rusların 1739’da Azak’ı elde etmesiyle bu birlik bozulmuştur. 1768 Osmanlı-Rus savaşı sonrasında imzalanan 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması’nın 11. maddesinde Rusya’ya Karadeniz ve Akdeniz’de kendi ticaret gemileriyle serbest ticaret yapabilme imtiyazı verilmesi Türk gölü Karadeniz’in sonu olmuş, Rusya’nın Karadeniz’de elde etmiş olduğu bu imtiyaz 1784 yılında Avusturya, 1802 yılında İngiltere ve Fransa ve diğer Avrupa ülkelerine tanınmıştır.[10] 19. yüzyıl başlarında Avrupalı devletlerin gelişiyle Karadeniz ticareti canlanırken, Doğu Karadeniz kıyısı ile İran arasındaki ticaret yollarının stratejik öneminin artması İngilizlerin de müdahil olduğu Osmanlı-Rus rekabetini kızıştırmışsa da 1869’da Süveyş Kanalı’nın açılması dengeleri değişecektir[11].

Kaynak: Özhan Öztürk. Pontus: Antik Çağ’dan Günümüze Karadeniz’in Etnik ve Siyasi Tarihi (Genişletilmiş 3. Baskı). Nika Yayınları. Ankara, 2016

Karadeniz’de hakimiyet Mücadelesi makale Serim

Karadeniz’de köle ticareti

Karadeniz’de Ortaçağın İtalyan Deniz Güçleri: Venedikliler ve Cenevizliler

Tatarlar ve Kırım Hanlığı

Karadeniz’de Osmanlı Rus Rekabeti

1821 Yunan isyanı’nın Osmanlı Rus İlişkilerine Etkisi

Rusya’nın Karadeniz Filosu

Kırım Savaşı

Kaybedilen ilk İslam Toprağı ‘Kırım’ ile Osmanlı’da Sonun Başlangıcı

Rus Çarlığı’nın Kırım’ı ilhakı sonrası Tatar halkının durumu (1783-1939)

Tatar Sürgünü ve Tatarların geri dönüş mücadelesi (1939-)

1864 Abhaz ve Çerkez sürgününün sebep ve sonuçları

93 Harbi (1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı)

1. Dünya Savaşı sırasında Karadeniz

2. Dünya Savaşı’nda Karadeniz’de kendini batıran Alman Denizaltıları

Notlar

[1] İnalcık, 2000: I, 329.

[2] Sözgelimi 25 Kasım 1452’de Venedikli Antonio Erizro’nun İstanbul’a buğday taşıyan gemisi dur emrine uymayınca Osmanlı topçusu tarafından batırılmıştır (İnalcık, 2000: 329-332)

[3] 16. yüzyılda Ege bölgesinden Kırım’a önemli miktarda zeytinyağı, Kefe’den İstanbul’a ise aynı ölçüde sadeyağ ihraç edilmekteydi (Faroqhi, 1994: 114; İnalcık, 2003: 130)

[4] İnalcık, 1995b 110

[5] Braudel, 1989: 61

[6] Karadeniz İstanbul’un hayat kaynağı olmuş ve Osmanlı gövdesinin devleşmesine de önemli katkı sağlamıştır (Genç, 2002: 321-322.)

[7] Genç, 2002: 3211-22

[8] İnalcık, 2000: 330-31

[9] 17. yüzyılda Evliya Çelebi İstanbul’da 2 bin dükkânda çalışan 8 bin kişinin Karadeniz ticaretiyle uğraştığını bildirmiştir.

[10] Turgay, 1983: 299-300

[11] Detaylı Bilgi için Bkz. Trabzon-Erzurum-Tebriz Yolu