Olaylar

Bizans Mirası Üzerine*

Bizans İmparatorluğu, Roma İmparatorluğu’nun devamı ve halefi olarak 5. yüzyılda Roma şehrinin yıkılmasından sonra yaklaşık bin yıl varlığını sürdürmeyi başarmıştır. Batı Roma İmparatorluğu‘nun Germen kabileleri, Mısır ve Suriye gibi illerin Halife devletince sonrasında Anadolu ve Balkan toprakları Osmanlılar tarafından fethedilmesinin ardından Bizans’ın varlığı 1453’te Avrupa’nın en büyük ve en zengin şehri olan Konstantinopolis’in düşmesiyle son bulmuştur. Avrupa’da Hıristiyanlığın yayılmasında büyük rol oynayan Bizans medeniyeti, başta kültür ve sanat olmak üzere pek çok alanda modern kültürde mirasının etkisini hissettirmektedir.

Batı’ya Göç Eden Alimler

Konstantinopolis’in 1453’te çöküşünü takip eden dönemde Bizanslı sanatçı ve bilginlerin Batı’ya göçü birçok bilim insanı tarafından Rönesans’ın hümanizmde gelişmesine yol açan Yunan ve Roma çalışmalarının canlanmasının anahtarı olduğu düşünülmektedir. Bizanslı göçmenler arasında çok sayıda dilbilimciler, hümanistler, şairler, yazarlar, matbaacılar, öğretim görevlileri, müzisyenler, gökbilimciler, mimarlar, akademisyenler, sanatçılar, filozoflar, bilim adamları, politikacılar ve teologlar vardı ki bunlar Batı Avrupa’ya itibaren Yunan uygarlığının Antik Çağ ve sonraki birikim ve bilgisini getirmişlerdi. Bizanslılar Yunanca konuştukları için, antik Yunan metinlerini orijinal dillerde okuyabiliyor ve öğretebiliyorlardı. Batıda, Yunanca bilgisi orta çağlarda nadir hale gelmiş olup, eski eserlerin kalanlarının çoğu Yunancadan Latince’ye yapılan çevirilerdi ve genellikle pek de iyi çeviriler değildi. Sözün özü Bizanslı bilginlerin getirdiği Yunanca bilgisi, Batılı bilginler eski Yunanca metinlerle giderek daha fazla ilgilenmeye başladığı için büyük ilgi görmüş, bu yüzden Bizans göçmenleri üniversitelerde kolayca yer bulmuştur.

Konstantinopolis’in Osmanlılarca fethinden önceki yıllarda, aralarında pek çok bilgin ve sanatçının da bulunduğu çok sayıda Bizanslı kentin kaçınılmaz kaderini öngörerek Batı’ya kaçmış, Avrupa’da yaydıkları fikirleriyle insanlık tarihinin en büyük entelektüel hareketlerinden birisi olan Rönesans’ın gelişimine katkıda bulunmuştur. Bununla birlikte gerek Doğu gerekse Batı Avrupalı yazarlar Bizans’ı Roma İmparatorluğu’nun gerileme tarihinde bir dönem veya egzotik bir Doğu uygarlığı olarak görerek, Avrupa medeniyetinin oluşumunda Bizans’ın katkısını ihmal etme eğiliminde olmuşlardır. Tarih yazımında Avrupa tarihi, esasen Latin Batı’nın tarihi olarak tasvir edilmiştir. Yunan yazarlar bile yakın zamana dek Yunan kültürünün odak noktasını ülkenin Helenistik geçmişiyle özdeşleştirerek Bizans mirasını görmezden gelirken, Türk yazarlar da İslam dünyasında 1453’de camiye dönüştürülen Ayasofya‘nın tasarımını yansıtan ve Bizans mirasını sürdüren onca caminin varlığına karşın benzer bir tutumu benimsemiştir. Daha kapsamlı ve doğru bir tarih anlayışı için Bizans’ın Avrupa ve Türkiye tarihindeki yerini dikkate almak gerekmektedir. Ayrıca Bizans kurumlarından önemli ölçüde etkilenen Rusya da bir ulus-devlet ve imparatorluktan çok, Avrupa ve dünya tarihinin şekillenmesinde önemli bir medeniyettir.

Konstantinopolis ve diğer Bizans şehirleri, Katolik, Ortodoks ve birçok Protestan mezhebince kabul edilen Hıristiyan doktrinlerinin oluşturulduğu Ekümenik Konseylere ev sahipliği yapmıştır. Homeros, Thucydides, Plato ve Sophocles’ın çalışmaları da dahil olmak üzere çok sayıda klasik Yunanca metnin Bizanslılarca korunduğu için günümüze ulaşabilmiştir. Konstantinopolis’in zenginliği, onu yüzyıllar boyunca büyük sanat ve mimarlık merkezlerinden biri haline getirmiş olup, böylece klasik ve Geç Antik dönem Yunan sanatı ile bunların tema, motif ve geleneklerinin geliştirilerek kullanıldığı yeni Hıristiyan sanatı arasında köprü olabilmiştir.

Roma İmparatorluğu’nun devamı olarak Bizans, Venedikllilerden veya Alman kabilelerine, Ruslardan, Araplara ve Türklere kadar uzanan geniş bir coğrafyada pek çok kültürleri çeşitli şekillerde etkilemiştir. Sultan II. Mehmed, Osmanlı İmparatorluğu’nu Doğu Roma’nın mirasçısı yapmaya kararlı olduğu için “Kayzer-i Rûm” unvanını almıştır. Böylece Konstantinopolis Osmanlı İmparatorluğu’nun yeni başkenti olurken aynı zamanda Osmanlı kurumları ve kültürünün çeşitli alanlarına Bizans mirasının etki etmesine izin vermiştir.

Batı Uygarlığının Koruyucusu

Bizans İmparatorluğu, Roma İmparatorluğu’nun batıda düşmesinden sonra yaklaşık bin yıl boyunca Yunan ve Roma kültürel mirasını yaşatmayı başarmıştır.  Bizans aynı zamanda İslam orduları ile Avrupa arasında tampon görevi görerek Avrupa’yı İslam fetihlerinden nispeten izole etmiş ve ona kaotik Ortaçağ döneminden kurtulması için gerekli zamanı kazandırmıştır. Bizans, İslam, Rus Ortodoks medeniyeti ve Latin batı arasında aracılık eden bir tampon devletti. Bizans imparatorluğunun toprakları Türkler tarafından ele geçirildiğinde Osmanlı İmparatorluğu zamanla haritanın aynı bölgesini dolduran farklı bir tampon devlet haline gelmiştir.

Tıp

Bizanslılar bugün kabul edilen birçok şeyin yaratıcısıydı. Batıdaki en önemli gelişmelerden biri, tıbbi bakımın bugün olduğu gibi olmadığı hastanelerdi ki modern anlamda ilk hastane, Caesarealı (Kayserili) Basil tarafından 372-379 civarında Kapadokya’da inşa edilmişti. Basil’den önce hastaları tedavi etmekten çok, ölümden önce acı ve ağrıları azaltmaya yönelik palyatif bakım sunan barınaklar vardı. Bununla birlikte Basil’in leprosarium’u hastalara sadece barınak sunmanın yerine iyileştirmeyi hedefliyordu. Bu ilk hastanenin ardından imparatorluğun dört bir yanında kiliseye yapılan bağış ve sadakalarla daha fazlası inşa edilmeye başlanmıştır. En ünlü Bizans hastanesi ise Pantokrator manastırına kurulmuş olup, aynı zamanda dünyadaki ilk hayır kurumlarından birisiydi. Bu hastanelerde doktorlar tıbbi tedavi kayıtlarını tutmakla kalmıyor, Bizans hastaneleri de o zamana kadar bulunmayan insancıl bir ortam oluşturuyordu. 10. yüzyılda Konstantinopolis‘te ilk defa yapışık ikizlerin birbirinden cerrahi yöntemle ayrılması ameliyatı gerçekleştirilmiştir. Bu ikizlerden ilki ameliyat sırasında ikincisi ise 3 gün sonra ölmüşse de ameliyat tarihçiler tarafından önümüzdeki iki yüzyıl boyunca büyük bir başarı olarak tartışılmış, ancak 700 yıl sonra Almanya’da benzer bir ameliyat gerçekleştirilmiştir.

Din

Bizans medeniyetinin belki de en önemli evladı Ortodoks Hristiyanlık, Yunanistan, Bulgaristan, Rusya ve Sırbistan gibi pek çok ülkenin tarihi ve toplum yaşamında merkezi bir konuma sahiptir. Konstantinopolis’in Osmanlılarca fethinden sonra, Osmanlı’nın kendini Bizans’ın mirasçısı olarak görmesi ve Patrikhane’yi himayesine alması sayesinde Ortodoks Hristiyanlık varlığını sürdürmüştür. Günümüzde Doğu Ortodoks Kilisesi dünyanın ikinci büyük Hıristiyan kilisesidir. Balkanlarda Ortodoksluğun tanıtımı 864’te gerçekleşmiş olup, bugün 7 Slav devletinin tümünde Konstantinopolis’te geliştirilen Bizans Ayini’ni takip etmektedir. Dini ayinlerin kutlama şeklinin yanı sıra kilisenin mimarisi, kıyafetleri, simgeleri, oruç tutulması ve kilise hayatının daha fazla yönünü de aynı şekilde uygulanmaktadır. Ortodoks oruç Roma Katolik versiyonundan daha katıdır. Ortodoks Hıristiyanlar sadece etten değil, süt ürünlerinden ve kutsal Cuma gibi belirli günlerde de yağ, balık ve şaraptan kaçınırlar. Ortodoks uluslar, Bizans manastırcılık tarzını da benimsemişlerdir, Batı ve Bizans yolları arasındaki temel fark, ikincisinin dini düzene sahip olmaması ve öncelikle mistisizme dayanmasıdır. 863 yılında, Selanik, Cyril ve Methodius’tan iki Bizans misyoneri İmparator III. Michael ve Patrik Photius tarafından Hıristiyanlığı öğretmek için gönderilmiştir. İki kardeş ilk Slav alfabesini icat etti ve başarı şanslarını artırmak için İncil’i ve diğer dini eserleri tercüme etmiştir. 41 karakterden oluşan yeni alfabe Glagolitic olarak adlandırılmıştır. Harflerin yirmi dördü küçük Yunan alfabesi karakterlerinden kaynaklanırken, geri kalanı Kıpti ve Ermenice gibi Hıristiyan ayinlerinde kullanılan diğer dillerden benimsenmişti. Glagolitik alfabenin kullanımı, yaratılmasından kısa bir süre sonra durdu ve yerini iki misyonerin ilk öğrencileri tarafından oluşturulan ve bugün Rusya gibi çoğu Slav ülkesinde hala kullanılan ve son zamanlarda üçüncü olan Kiril alfabesi almıştır.

Diplomasi

Roma’nın yıkılmasından sonra Bizans’ın en önemli sorunu, komşularıyla sağlıklı ve uzun süreli ilişkilerini sürdürmek olmuştur. Komşu devletler resmi siyasal kurumlar kurmaya başladığında genellikle Konstantinopolis’teki kurum ve gelenekleri model almışlardır.  Böylece Bizans diplomasisi kısa süre içinde komşularını uluslararası ilişkiler ağına çekmeyi başarmıştır.

Hukuk

MS 528’de Justinian, dava süresini kısaltacak ve mevcut yasal metinlerin karmaşıklığını azaltacak bir Kodeks derlemesini emretmiş, Justinian’ın hukuk reformları sadece Bizans değil, modern Avrupa hukuk sistemlerinin temelini oluşturmuştur. Corpus Iuris Civilis günümüze dek uluslararası kamu hukuku üzerinde büyük bir etkiye sahip olmuştur. Corpus Iuris Civilis, İtalya’ya 11. Yüzyılın sonuna doğru dağıtılmış ve ilk Avrupa Üniversitesi olan Bologna Üniversitesi’nde öğretilmiştir. Sonrasında 16. yüzyılda, Paris‘te iki uzun cilt halinde yayınlanmışlar ve modern tarihin en önemli yasal reformlarından biri olan Fransız Devrimi’nden kısa bir süre sonra 1804’te Napolyon Yasası’nın[1] temelini oluşturmuştur.

Bununla birlikte Bizans’ın bilimsel açıdan ilerici olduğunu söylemek zordur: Corpus Iuris Civilis’ten hazırlayıcısı Justinian, MS 529’da eski okulları ve felsefi akademileri bir kararname ile kapatarak dünyanın en büyük bilimsel geleneklerinden birini sona erdirmiştir. Bir başka açıdan bakarsak Justinianus‘un eylemlerinin kısmende olsa geleneksel eğitim biçimlerini kapatmak için emperyal güç kullanarak batı Avrupa’nın “Karanlık Çağ”a girmesinden sorumlu olduğu söylenmektedir. Yani Bizans, antik dünyadan modern dünyaya uzanan bir köprü olduğu kadar, antik dünya ile modern dünya arasındaki kopuştan da sorumluydu.

Ayrıca III. Leo’nun Ecloga’sı ise Slav dünyasında yasal kurumların oluşumunu etkilemiştir. 10. yüzyılda VI. Leo’nun tüm Bizans hukukunun temeli haline gelen tüm Bizans hukukunun temeli haline gelen kanunnameyi tamamlatmıştır.

Ordu

Bizans mimarisinin İtalya’da ki en güzel örneklerinden birisi olan Sant’Apollinare in Classe bazilikasında Erken Hristiyanlık dönemine ait çok sayıda mozaik bulunmaktadır (Ravenna, Emilia-Romagna)

Steven Runciman’a göre Haçlılar, Konstantinopolis’i ilk kez gördüklerinde herkesin okuma yazma bildiği, çatallarla yemek yediği ve diplomasiyi ve savaşa tercih ettiği bir toplumla karşılaştığında Bizanslıları küçümsemişlerdi. Batı’da, Bizanslıların savaşçı insanlar olmadığına dair derin bir inanç böyle oluşmuştu. Araplara ve imparatorluğun diğer düşmanlarına karşı sürekli savaşan Bizanslılar, savaşlara isteksizliklerine rağmen düşmanlarına karşı koymak için şiddetli silahlar icat etmişlerdi ki Rum ateşi[2] bunların en önemlisiydi. Rum ateşinin bileşimi tarihçilerin çözmesi gereken bir gizem olmaya devam etmektedir. El bombasının atası sayılabilecek bu korkutucu silah, modern Molotof kokteyline benzemekte olup, Bizanslılar da kaplara koyabileceklerini ve atabileceklerini anlayana kadar borulardan püskürtülmekteydi.

Sanat ve Edebiyat

Bizans mimarisi başta Yunanistan ve Anadolu olmak üzere, özellikle dini alanda Mısır’dan Rusya ve Romanya’ya kadar pek çok ülkeyi ve diğer uygarlıkları etkilemiştir. Makedon Hanedanı döneminde yaşanan Bizans Rönesansı sayesinde sanat ve edebiyat gelişmiş, Bizanslı sanatçılar, antik Yunan ve Roma sanatından ödünçledikleri stil ve karmaşık teknikleri benimseyerek onları Hıristiyan temalarıyla karıştırmıştır. Bu döneme ait Bizans resminin sonradan İtalyan Rönesansının ressamları üzerinde önemli etkisi olmuştur.

Semboller

Byzantium’un dini Amblemi : Çift başlı kartal

Bizans’ın sembolü ünlü çift başlı kartal sembolü, Bizans tarafından kabul edildikten çok sonra Habsburg hükümdarlarının otoritesinin sembolü olmuştur. Arnavutluk ve Sırbistan gibi bayraklarında çift başlı kartal bulunmakta olup, Karadağ, 2004 yılında bayrağını değiştirerek bu sembolü kullanmaya başlamıştır. Çift başlı kartal sadece politik arenada değil spor kulübü amblemi olarak da yoğun olarak kullanılmaktadır ki Hollanda futbol kulübü SBV Vitesse, İngiliz kulübü AFC Wimbledon ve İskoçya’daki St. Johnstone FC, Türkiye’de Konyaspor, Yunanistan’da PAOK ve AEK tarafından kullanılmaktadır.

Kutsal Roma İmparatorluğu’nun İmparatorluk Tacı, Kutsal Roma İmparatorları tarafından 11. yüzyılın sonlarından 1806’da imparatorluğun dağılmasına kadar kullanılmıştır ki bu taç Bizans imparatorları tarafından kullanılan yeşil ve mavi değerli taşlara sahipti.

*(Not: Bu yazı makaleden çok günlük tutulan deneme niteliğinde notları içermekte olup, gramer hatalarının yanı sıra eksik ve sonradan tamamlanması gereken  bölümleri içerebilir)

Notlar

[1] Napolyon Kanunları, Napolyon Bonapart’ın hazırlattığı medeni kanun metnidir. Onun isteğiyle Fransa’da hazırlanmış ve 1804 yılında yürürlüğe girmiştir.

[2] Rum ateşi veya Grejuva ateşi, kızgın kömür, kükürt ve zift karışımından oluşan ve Peloponez Savaşı sırasında kullanılan bir karışımdır. Daha sonra MS 660’larda zift, reçine, kükürt, nafta, kireç ve güherçile ile Rum ateşi zenginleştirilmiştir. Rum ateşine su eklendikçe alevi artardı.