Makale: Özhan Öztürk
Nisan 1461’de Fatih Sultan Mehmet, Sinop’ta bekleyen ve bazıları top taşıyan 300 gemilik donanmayı Gelibolu Sancakbeyi Kasım Bey ve Kaptan-ı Derya Yakup Bey komutasında Trabzon’u denizden kuşatmak için yola çıkarırken, kara ordusunu ise Trabzon’a gönderildiğinin anlaşılmaması için Sivas’tan kuzeye doğru yönlendirmiştir. Anadolu Beylerbeyi Gedik Ahmet Paşa komutasındaki öncü kuvvetler Akkoyunlu Yar Ali Bey’in elinde tuttuğu Koyulhisar’ı 3 gün süren bir kuşatmadan sonra ele geçirince Uzun Hasan’ın amcazadesi Hurşîd Bey komutasındaki Akkoyunlu kuvvetleri Osmanlı kuvvetlerine baskın yapmayı denedilerse de bozguna uğramışlardır.
II. Mehmed Erzincan yaylalarından Yassıçemen’e gelip, Erzincan üzerine bir taarruza hazırlanırken Hurşîd Bey’in yenilgisinden umutsuzluğa kapılan Uzun Hasan, savaşı göze alamadığından annesi Sâre Hatun’u değerli hediyeler ile birlikte barış elçisi olarak Osmanlı sultanına göndermiştir. Fatih, Osmanlı topraklarına girmemeleri ve Trabzon’a yardım göndermemeleri koşuluyla özür ve öneriyi kabul ederken, Uzun Hasan’a elçi ve mektup yollamış ama “ana” diye hitap ederek saygı gösterdiği Sâre Hatun ve Akkoyunlu elçilerini sefer bitene dek yanında rehin tutmuş[1] ancak Trabzon’u ele geçirdikten sonra hediyeler vererek salıvermiştir[2].
Trabzon Savaşmadan Teslim oldu mu?
Tursun Bey’den[3] öğrendiğimiz kadarıyla Osmanlı ordusu Bayburt’tan Trabzon üzerine sarp ve ormanlık yollarda üzerinden, düşman halklar arasından giderken, Mahmut Paşa komutasında ki öncü güçler Trabzon önlerine daha erken gelmeyi başarmıştır[4]. Mihailoviç ise dağlık Rum ülkesi Trabzon’un etrafının Uzun Hasan ve Canik Beyi adlı Tatar putperestler tarafından sarıldığını, Trabzon’un yukarı kesimlerinde Tatarların güçleri yetmediğinden rahat bırakmak zorunda kaldıklarını Gürcistan olarak adlandırılan bir kral ve prens tarafından yönetilen bir başka Rum ülkesi olduğunu bildirmiştir. Her gün yağan yağmur, atların bellerine dek çıkan çamur ve yüksek dağların yanı sıra düşmanlığını eksik etmeyen yerli halk ve açlığın seferi zora sokarken, sultanın çamura saplanan kendisine ait 100 kadar arabası yüzünden ordunun hareket edemez hale gelince Sultanın emriyle yakıldıklarını, çeken atların ise isteyene verildiğini, huzursuzluk çıkmaması için 50 bin altın dağıtılıp, yeniçerilerin maaşlarının arttırıldığını kaydetmiştir. II. Mehmed’in Trabzon önlerine öncü olarak gönderdiği 2 bin Osmanlı atlısı Trabzon kuvvetleri tarafından yok edilmiştir.
6 hafta boyunca denizden ve karadan kuşatılıp ve top ateşine maruz kalan kalan Trabzonlular Mihailoviç’e göre kendini iyi savunmuş ve Osmanlı ordusunda büyük zayiata sebep olmuşlarsa da[5] Osmanlı kaynakları bu zayiat hakkında bilgi vermemektedir. Kritovulos’a göre ise denizden ablukanın yanı sıra kentin 28 gün süreyle kuşatıldığını, kuşatma sırasında zaman zaman kaledekilerin dışarı çıkarak kuşatanlara karşı akınlar düzenlediklerini bildirmesi Mihailoviç’i doğrulamaktadır. Mahmut Paşa, Katavolenos adlı bir kişinin Thomas adlı oğlunu imparatora göndererek teslim olması halinde kendisine çocukları ve kadınlarıyla birlikte arazi ve gelir temin edileceğini bildirmiş[6], araya Mahmud Paşa’nın yakını olan başmabeyincisi Yorgo Amiroutzes[7] girmiş, Akkoyunlulardan yardım gelmeyeceğini anlayan kral kenti teslim etmiştir. Osmanlıların Karamanoğulları Beyliği ve Trabzon’u fethetmesi Akkoyunlu ülkesini karaya hapsederek, Karadeniz ve Akdeniz ile bağlantısını kesmiştir. Uzun Hasan pasif politikasının kendi zararına olduğunu anlayınca 1464’de Venedik ve Cenevizliler ile ittifak kurmaya çalışmışsa da geç kalmıştır. Akkoyunlu ülkesine ulaşan deniz bağlantıları artık Osmanlıların kontrolünde olduğundan savaş başladığı sırada yardım için Uzun Hasan’a gönderilen Venedik silahları Akdeniz’de boşuna beklemiştir.[8]
Trabzon hangi gün fethedildi?
Osmanlı ve Rum tarihçileri[9] fetih tarihini 1461 yılı olarak verirken, gün ve ay belirtilmemesi modern tarihçiler arasında tartışma konusu olmuşsa da fetih günü üzerinde uzlaşma sağlanamamıştır. W. Miller’in “Trabzon: Son Rum İmparatorluğu” adlı eserinde Nicola Egundino’nun Macaristan’daki Venedik elçisine kentin düştüğünü bildirdiği bir Venedik dokümanının 26 Ekim 1461 tarihli olmasına atfen kentin bu tarihte düştüğü iddia etmiştir.[10] Osmanlı kaynakları ve izlenen rotadan hareketle Bryer ve Winfield ise II. Mehmed’in 23 Mart 1461’de Edirne’den hareket edip, Gelibolu yoluyla Mudanya’ya geçtiğini, 21 Nisan’da Bursa, 12-21 Mayıs’ta Ankara’da bulunduğunu, Kasım Bey’in 13 Temmuz’da Trabzon sahillerine varıp kenti denizden ablukaya aldığını, Mahmut Paşa’nın 14 Ağustos, II. Mehmed’in 15 Ağustos günü kente geldiğini hesaplayarak, 15 Ağustos 1461’de imparatorun teslim olduğunu iddia etmiştir ki[11] bu teori Şâkir Şevket’in 1877 yılında yayınladığı “Trabzon Tarihi” adlı eserinde kaynak belirtmeden fetih için verdiği tarih (8 Zilhicce 865 Cumartesi) ile de uyuşmaktadır.
Trabzon Halkının esir ve sürgün edilmesi
Bizanslı tarihçi Laonicus Khalkondyles’in[12] bildirdiğine[13] göre Fatih, David’i, çocuklarını, akrabalarını, asilleri, hazineciyi, filozof Amoiroutzes’i bir gemiye bindirip İstanbul’a göndermiş[14], David’in kardeşi Alexander’in güzel dul karısı Maria Gattilusio’yu kendi haremine ayırmıştır[15]. Mahmut Paşa’nın kâtibi Tursun Bey[16], Âşık Paşazâde ile Bizanslı tarihçiler Phokealı Dokuas[17] ve Kritovoulos imparator ile maiyetinde bulunanların, şehrin ileri gelenlerinin İstanbul’a gönderildiğini doğrulamıştır. Buna karşın Kritovoulos şehir içi ve çevresinden seçilen 1500 gencin de İstanbul’a gönderildiğini, Khalkondyles’u doğrulayan ve aynı rakamları verir[18] nitelikte bir kaynak olan 16. yüzyılda kaydedilmiş anonim bir Yunanca kronikte ise kent halkının “Hizmetçi ve iç oğlanı olarak alıkonacaklar“, “İstanbul’a gönderilecek kolonistler” ve “Trabzon’da kale duvarlarının dışında kalmasına izin verilenler” olmak üzere üç bölüme ayrıldığını, 800 gencin yeniçeri yapıldığını bildirmiştir[19]. 19. yüzyılda Alman tarihçi Fallmerayer yukarda belirtilenleri doğruladıktan başka, aşağı tabakadan Trabzonluların orduya köle olarak dağıtıldığını, güzel çiftlik ve müstahkem mevkilerin eski sahiplerinin kovularak yerine Türklerin geçirildiğini eklemiş, Neşrî, kente küçük mescitler kurulduğunu ve Rumlardan boşaltılan evlerin İslamlar’a verildiğini doğrulamıştır.[20] Fatih’in amacının yüzyıllardır İstanbul’a siyasi rakip olan Trabzon’un bu yönünü törpülemek için aristokrasisini tamamen yok etmek olduğu açıktır. 1489 tarihli 17893 sayılı Tımar defterine göre İstanbul’a sürgün gönderilenlerden Skholar Zaniki ve Todor Skholar adlı Hristiyanların bir yolunu bulup Gürcistan’a kaçıp, tekrar Trabzon’a yerleşmesi gibi örnekler[21] ilginç olmakla birlikte hızla İslamlaştırılacak yerleşimde bunların veya taşradaki Rum elitlerinin eski güçlerini din değiştirmedikleri sürece sürdüremeyecekleri de açıktır.
Trabzon İmparatorunun Kaderi
David ve ailesi İstanbul üzerinden Edirne’ye gönderilip, kendisine Serez civarında Strymon vadisinde yer alan Firecik’in (Veras) yıllık 300 bin akçelik hası bağışlanmıştır. Bu sırada David’in yeğeni ve Uzun Hasan’ın hanımı olan Despina Hatun imparatora Yorgo Amiroutzes aracılığıyla bir mektup göndererek oğullarından birisini veya yeğeni Alkesi’nin yanına gönderilmesini istemiştir. Amiroutzes korkusundan veya yaranmak arzusuyla mektubu muhatabına değil de II. Mehmed’e verince Fatih arkasından iş çevrildiğini düşünerek, David, biri İslam’a geçmiş 4 oğlu ve yeğeni Aleksi’yi önce Yedikule’de (Eptapyrgion) hapsetmiştir. Tutuklanmalarından 7 ay sonra da 1 Kasım 1463 gecesi başlarını vurulurken,[22] Komnenosların cesetleri İstanbul surlarına asılmış, David’in eski subayları yeniçeri eski memurları ise saray hademesi olarak işe alınmıştır.[23]
1436-38 yılları arasında Trabzon’u ziyaret eden İspanyol seyyah Pero Tafur kent nüfusunun yaklaşık 4 bin kişi olduğunu bildirmiştir ki 1486 tarihli Trabzon livası Mufassal Timar Defterinde kent merkezinde 897 hane, 65 mücerred[24], 214 bive (dul), 16 hane papaz, 1 müsellem[25] hane ve 1 yamak hanede yaşadığı belirtilen gayr-ı müslimlerin sayısı Tafur’un verdiği rakamın pek az üzerinde olmalıdır. Bryer, Tafur’un verdiği rakamı – Veba salgınından hemen sonrasına denk geldiği için- 200.000-250.000 kişinin yaşadığı küçük bir imparatorluğun başkenti için az bulup o dönemde 6 bin civarında olması gerektiğini ama fetih öncesinde 4 bine düşmüş olabileceğini bildirirken, Karadeniz Rum toplumunun gücü taşra kaynaklı olduğunu iddia etmiştir[26].
İstanbul’a Yerleşen Trabzonlular
Trabzon’dan İstanbul’a sürülen nüfusun yerleştirildiği bölgeler kesinlik kazanmamakla birlikte 1540 tarihli İstanbul Tapu Tahrir defterinde “cemâ’at-i Trabzonluyân” adlı topluluğun “mahalle-i Aya Trabzon” (53 hane + 2 papaz hane) ve “mahalle-i Fenar-ı Trabzonluyân” (41 hane + 1 papaz hane) adlı 2 mahallede yaşadığı görülmektedir. Bunlara en azından bir kısmı Trabzonlu olması muhtemel denizci Hristiyanları (182 hane), aynı defterde bahsi geçen 18 hanelik “cemâ’at-i Ermeniyan-ı Trabzon” adlı bir topluluğu, Tokat, Ereğli ve Lofça’ya sürülmüş Trabzon cemaatleriyle birleştirerek 315 hane rakamını bulan Bostan, tahminen 1575 kişinin kentten sürüldüğünü iddia etmiştir.[27] Bostan, Evliya Çelebi’nin 17. yüzyılda II. Mehmed’in Trabzon’dan getirdiği sürgünlerin Beyazıd Camii semtine yerleştirildiği, bir başka bölümde Kanuni Sultan Süleyman’ın emriyle kurulan 3 bin hanelik Yeniköy kasabasının Trabzonlu olduğu[28] ve bir başka bölümde, Arnavutköy’deki 1000 kadar Rum ve Yahudi evinden Rum Hristiyanların çoğunun Laz olduğu ifadelerinden hareketle Arnavutköy ve Yeniköy‘deki nüfusu toplayarak Trabzon sancağından 16. asırda 19 bin kişinin sürüldüğü sonunu çıkarmış, 1554 tarihli Trabzon Tahrir defterinde Hristiyanların sayıca azalmasını[29] Lowry’nin teorisinin aksine din değiştirip Müslüman olmalarına değil de kentten sürülmelerine ve sancak dışından İslam nüfusunun topluca getirilmiş olabileceği ihtimaline bağlamaya çalışmıştır.[30]
Lowry’nin İhtida Tezinde ‘Abdullah’ Şifresi ve Karşı Görüşler
H. Lowry ise 1486-1583 tarihleri arasında Trabzon kentinde İslam dinine geçen gayrimüslimlerin tahrir defterlerine babalarının Hristiyan adlarıyla değil Arapça “Allah’ın kulu” anlamına gelen Abdullah[31] olarak kaydedildiğine ve sayısının çokluğuna[32] -Trabzon halkının önemli bölümünü oluşturduğuna- dikkat çekmiştir[33].
Gedikli, 4 Ocak 1566’da Akçaabat’a bağlı İle karyesinden bir kişinin eski dinini bırakıp Müslüman olurken Recep bin Abdullah adını almasına karşın ismi defterden ihraç oluncaya dek haracını kendisinin verme kararıyla sicile kaydedildiğini dolayısıyla zımmilerin İslam’a geçer geçmez haraç defterlerinden isimlerinin silinmediklerini bildirmiştir.[34] Bostan ise 1486 defterinde Mustafa adını alıp “müselmân-ı nev” olarak kaydedilen kişinin baba adının belirtilmemesi, 1554 defterinde Çömlekçide “Ali nev-müselmân, Memi veled-i O” ile aynı defterde baba adı belirtilmeyen Ramazan bir başkasının, 1556-7 defterinde ihtida eden 3 Hristiyan erkekten ikisinin baba adının Abdullah olmasına karşın birisinin Konstantin olarak kaydedilmesini, Ayşe adlı bir muhtedinin baba adının Baskal olarak kaydedilmesi benzeri örnekleri vermiş, 1486-1583 tahrir defterlerinde yeni Müslüman kaydı düşülen 10 kişiden ancak ikisinin Abdullah soyadı taşıdığını bildirmiş, Tokat ve Sivas defterlerinde yeni Müslümanların Abdullah ve İskender’in yanı sıra Hristiyan baba adlarıyla da kaydedildikleri örnekleriyle iddiasını güçlendirmeye çalışmıştır[35] Emecen ise Piraziz’in Bendehor köyünün 1485 ve 1547 tahrir defterlerinde yaptığı çalışmada Rumların ihtida ederken Abdullahoğlu Hızır gibi alışılmış kaydın yanı sıra Mihaloğlu Mehmed, Todoros oğlu Ali, Konstantin oğlu Mustafa, Vasil oğlu Hasan gibi babasının gerçek Hristiyan adıyla kaydolduğunu göstermiştir. Üner’de Sinop’ta gayrimüslimlerin İslamlaşması konusunu işlerken muhtedilerin baba adı olarak Abdullah adının yanı sıra “Mehmet veled-i Vasil” veya “Mustafa veled-i Serandekolos” gibi babalarının gerçek adlarıyla da kaydedildiğini belirtmiştir[36]. Sonuçta baba adı gerçekten Abdullah olan Müslümanların da var olabileceği ihtimalinin atlanmaması gerektiği, başka bölgelerde özellikle köle veya azadlı kölelerin Abdullah baba adını tercih ettiği, “Abdullah” baba adının yeni ihtida eden Hristiyanlar çoğunlukla kullanıldığını ama kesin kural olarak da kabul edilmediğini anlamaktayız. Bununla birlikte Bostan’ın kullandığı yöntem ve vardığı sonuç da kayıtlarda “yeni Müslüman” ibaresi aramayan Lowry’nin Trabzon yöresinde yerli halkın büyük ölçüde ihtida ederek bugünkü İslam halkını oluşturduğunu düşündüren tezini çürütememektedir.[37] İstanbul Vakıfları Tahrir Defterleri’ni inceleyen Lowry’nin bir başka ilginç iddiası ise İstanbul’daki vakıfların %45’inin “Abdullah oğlu” veya “Abdullah Kızı” diye anılan kişilerce yaptırıldığıdır ki tesadüf olması mümkün olmayan bu oran muhtedilerin yeni dindaşları tarafından toplumsal kabul görmek için yanıp tutuştuğunu düşündürmektedir[38]. 17. yüzyılda kenti ziyaret eden Evliya Çelebi’nin ahşap meneksilolarıyla limana yaklaşan Müslüman balıkçıların mürver ağacından borularını üfleyip kente hamsi geldiğini haber verdikten sonra limandaki Müslüman olduğu anlaşılan tellallardan derlediği aşağıdaki Türkçe-Rumca karışık şarkı folklorik öneminin yanı sıra Müslüman halka Rumca hitap edilme geleneğinin -dolayısıyla ihtidanın kuşaklar süren etkisini göstermesi açısından da- kayıtlı bir örneği olduğu için ilgi çekicidir[39]:
“Ey muhterun, muhterun, esi çıfata zûn, den hurdesin, samur bâdâ taraşa, ey lefte karûn, ahnı kulup ipsarya ele pamuney ümeti Mahmet ele pamun”[40]
Osmanlı iskân politikası gereğince fethin ardından Trabzon’a Anadolu’nun çeşitli yerlerinden[41] 202 hane Müslüman yerleştirilmiş, bunlar Azeba mahallesine kendi istekleriyle yerleşen 58 hane Müslüman ile birlikte toplam 258 hanelik kentin Müslüman çekirdeğini oluşturmuşlardır. Ayrıca Trabzon şehri dışında tımar sahibi, kale görevlisi veya sürgün yoluyla toplam 157 İslam hânesi[42] ile 24 nefer sancağın kaza ve nahiyelerine yerleştirilmiştir. Muhtemelen pek çok sahil yerleşimi gibi fetih sonrasında İstanbul’a gönderilmeyen şehrin sakinlerinin tamamına yakını İslam’a geçmiş olmalıdır. Bununla birlikte 1840’da Fallmerayer, Trabzonlu Rum ailelerden Trabzon’un Türklerden önceki sakinlerinden bir aile bile kalmadığını, şehirde ikamet eden 400 ailenin Akçaabat, Sürmene, Of, Rize, Tirebolu, Giresun gibi komşu yerlerden ve dağlarda büyük ölçüde Hristiyan kalmış olan Haldiya’dan (Gümüşhane) peyderpey şehre geldiğini, bu aileler göç zamanı ve ilk memleketlerine ait anılarını babadan oğula aktarmalarına karşın Trabzon’da 200 yıldan öncesine ulaşamadıklarını, Başpiskoposluk kayıtları ve katedral düsturlarının ise ancak 1698 yılına dek gittiğini kaydederek düşüncemi güçlendirmektedir[43].
Kaynak: Özhan Öztürk. Pontus: Antik Çağ’dan Günümüze Karadeniz’in Etnik ve Siyasi Tarihi (Genişletilmiş 3. Baskı). Nika Yayınları. Ankara, 2016
Notlar
[1] Tursun Bey, 1977: 108-109
[2] Kritovulos, 1999: 201. 15. yüzyıl tarihçisi Neşrî’de kaleden alınan eşyaların bir kısmının Uzun Hasan’ın annesi ile Şeyh Hasan’a verildiğini doğrulamaktadır (Neşrî, 1957: II, 753)
[3] 1499’da vefat eden Osmanlı tarihçisi, II. Mehmed ve II. Bayezid dönemlerinde defterdarlık yapmıştır. II. Mehmed’i ideal yönetici olarak tanımlamış ve tüm erdemlerin sembolü olarak göstermiştir.
[4] Osmanlı ordusunda yeniçeri birlikleri arasında muhtemelen yardımcı hizmette bulunan Sırp esir Konstantin Mihailoviç 1463’de Bosna’da Zveçay kalesinde hizmetteyken kalenin Macar kral Matyas Korvinus tarafından ele geçirilmesinin ardından özgürlüğüne kavuşmuştur.
[5] Mihailoviç, 1975: 119
[6] İmparatora, teslim olmaması halinde savaş tutsağı olarak öldürüleceğini, maiyet ve halkının köle yapıalcağını, şehrinin yağmalanacağı, savaş ve esaretin sonuçlarına katlanacağı tehdidi bildirilmiştir (Lowry, 1981: 10-11)
[7] Yorgo/George Amiroutzes (1400-1470) Trabzon doğumlu Arito ve Zenon felsefesine, matematik ilmi ve güzel konuşma sanatına vakıf şair ve filozof Yunan filozof olup, ömrünün önemli bölümünü İtalya’da gerçidikten sonra II. Mehmet tarafından döndüğü baba ocağı Trabzon’dan İstanbul’a götürülmüştür. II. Mehmet, filizofun bilgisini takdir ettiğinden sık sık huzuruna çağırmış, felsefe sohbetleri yapmış, önemli miktarda toprak hediye ederek yaşlı filozofun gönlünü almıştır. (Kritovulos, 1999: 202)
[8] Uzun Hasan’a gönderilen silah listesi şöyledir: 6 Büyük, 10 orta ve 36 küçük top, 500 ok atma makinası ve 5000 tüfenk (Turan, 1965: 64-74)
[9] Osmanlı tarihçilerinden Tursun Bey (1977:105), Neşri, Kemal Paşazâde, İdris-i Bitlisi, Oruç Bey, Aşıkpaşazâde (1947: 181) ile Bizans tarihçilerinden Dukas ve Sphrantzes fetih yılı olarak 1461’i (Hicri 885) vermişlerdir.
[10] Uzunçarşılı, 1982: II, 55.
[11] Bryer & Winfield, 1985: I, 61. Yazarlar, ayrıca Egundino’nun raporunun Anadolu’dan 21 Eylül’de postalandığını, 26 Ekim’de Roma’ya, 23 Mart 1462’de Bologna’ya vardığını bildirmiştir.
[12] Atinalı Laonikos Chalkokondyles (1423-1470?) “Laonikou Apodeiksis Historion” adlı 10 kitaptan oluşan eserinde Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan 1463/64 yılına kadar meydana gelen olayları nakletmiştir.
[13] Lowry, 1981: 5-6
[14] II. Mehmed, İstanbul’da Kalo Yannis’e yılda 300 bin gümüş sikke getiren Karasu nehri civarında bir arazinin gelirini bağışlamıştır.
[15] Chalcondyles, Corpus Seriptorum Byzantinae XXXII; Lowry, 2005: 5-10
[16] “… “Kal’a ve memleket bi-esriha zabt olunup, sancak-beği ve kadılar ve dizdar ve hafaza nasb olundı. Ve kefere-i kal’anun oğlanların ve kızların beğlik idüp, baki mallerin ve esbabların kendü ellerinde ibka idüp yerlerine mukarrer konuldı. Cizye-i şer’î ve rüsum-ı örfî rıbkasını rakabelerine muhkem kıldı. Andan sonra ba’zı üsârâyı ve eskâl ü ahmâli merâkib-i bahriye tahmil idüp, derya yüzünden gemiler meşhun idüp İstanbul’a gönderildi” (Tursun Bey, 1977: 110)
[17] “… Sultan Mehmet, imparatoru tüm ailesiyle birlikte, amcalarını, yeğenlerini, saray yetkililerini ve asilleri gemilerle Konstantinople’e gönderdi. Taşınamayacak malalr hariç herkes eşyalarını da beraber götürdüler” (Lowry, 1981: 9)
[18] Khalkondyles, ayrıca fatih’in Trabzonlu kızların bir kısmını kendisine ayırdığını, geri kalanları hediye olarak dağıttığını, oğullarına gönderdiğini veya hemen (muhtemelen Müslüman asker veya beylerle) evlendirdiğini bildirmektedir (Lowry, 1981: 5-6)
[19] Baştav, 1973: 162-3.
[20] Fallmerayer, 272-3; Neşrî, 1957: II, 753
[21] Bostan, 2002: 98
[22] Uzunçarşılı, 1982: II, 57.
[23] Hammer ise David’in İslam’a geçen en küçük oğlunun kurtulduğunu ama David ile 7 oğlunun öldürüldüğünü, prenses Anna’nın hareme girmesine karşın uzun süre Hristiyan kaldığını, Zağanos Paşa ile evlendiğini daha sonradan İslam’ı kabul edip Evrenoszâdelerden birisinin eşi olduğunu kaydetmiştir (Hammer, 1966: I, 142)
[24] Toprağı ve kazancı olmayan bekârlara verilen isim olup, en az vergi onlardan alınırdı.
[25] Savaş zamanında atı ve silahı ile orduya katılan kendi toprağını eken köylülerin adıdır.
[26] Bryer, 1980b: 37, 1975: 21.
[27] Bostan, Barkan, Lowry ve Ayverdi bu topluluğun yanı sıra “cemâ’at-i Balıkçıyan”, “cemâ’at-i Iğrıpçıyan” ve “cemâ’at-i Dalyancıyan” adlı denizci toplulukları da Trabzon’dan göçmüş Rumlar olarak değerlendirmiştir (Lowry, 1981: 43,76-80). Ayrıca 1528 yılına ait 370 sayılı Niğbolu Tapu Tahrir Defterinde Lofça kazasında “mahalle-i Trabzonluyan” adlı 9 hane, 1515 Tahrir Defterinde Karadeniz Ereğlisi’nde 6 hane, 1554 tahrir defterinde Tokat kazasına bağlı Pazarcık’ta “Trabzoni” adlı 3 Hristiyan hanenin varlığı kayıtlıdır (Bostan, 2002: 89-91).
[28] “…Zîrâ halkı cümle Trabzonlu Lecüc kavmidir ve halkı gâyet ankâ bezirgânlardır ve Mısır hazînesine mâlik kalyon ve şayka ve karamürsel sâhibi kefere re’îsleri var, anınçün kal’a misâl ma’mûr sarâylardır” (Evliya Çelebi, 1898: Bağdat 304. I, 137b; Dağlı, 1999: 294). Seyahatnamenin bir başka bölümünde Trabzonlulardan mümin, ehl-i Sünnet, halim ve selim kişiler olarak andığı ve “Hak cümlesinden razı olsun” diyen (Evliya Çelebi, 1898: Bağdat 304. II, 248b) Evliya’nın bu metinde ticaretle uğraşan Hristiyanlar oldukları anlaşılan Trabzonluları ayrı bir halk ve Arapça “inatçı” anlamına gelen lecûc sıfatıyla anması bu tanımın Evliya’ya özgü olmadığını düşündürmekte olup, muhtemelen o devirde Lazlara yakıştırılan bu adı duyup kaydetmiş olmalıdır. Evliya bir başka metinde ise İstanbul’un fethine Trabzon tarafından askerlerin katıldığını (Evliya Çelebi, 1898: Bağdat 304, I, 25a) bildirdikten sonra Anadolu’nun çeşitli yerlerinden gelen halkın İstanbul’un çeşitli semtlerine “Tarabefzûnlu Lazların” Bâyazîd Hân Câmi civarına yerleştirildiğini kaydetmiştir (Evliya Çelebi, 1898: Bağdat 304, I, 31b; Dağlı, 1999: 294-95)
[29] Bostan, 15.-16. yüzyıllarda Hristiyanların İslamlara nispeten oranca azalmasını Trabzon’un nahiyeleri içinde Müslümanlığa geçmeleri yerine dış iskana tabi tutulmaları ile açıklamak istemiştir (Bostan, 2002: 189, 193, 203) buna karşın yazarın sunduğu deliller vardığı sonuçları doğrulamak için yeterli değildir.
[30] Tüm balıkçı, ığrıpçı ve dalyancıların Trabzon’dan geldiğinin iddia edilmesi, İstanbul’da daha önce balık tutulmuyormuydu, balıkçılar ve yan meslek dalları ile uğraşanlar yaşamıyormuydu sorusunu akla getirmektedir. Aynı şekilde Yeniköy‘e doğrudan Trabzon’dan kolonizasyon yapıldığı kesin değildir. Trabzon’dan İstanbul’a gelen 1461 kolonisinin Evliya’nın dönemine dek 2 asır içerisinde kültürel özelliklerini koruyarak sayıca artması doğal olup, bunların Yeniköy’e sevki de ihtimal olarak değerlendirilmemiştir. Karadeniz sahilindeki tüm köy ve kentlerde yaşayanların – özellikle kırsal kökenlilerin- Laz olarak adlandırıldığı bir dönemde Evliya’nın “Rum olanların çoğu” Laz ifadesine dayanarak tüm Arnavutköy nüfusunu Trabzon şehri hanesine yazması da yazarın teorisini zayıflatmaktadır. Buna karşın Boğaziçi’nin Karadeniz’e açılan Anadolu ve Rumeli yakalarının çoğu balıkçılıkla uğraşan Müslüman Karadenizlilerce daha Osmanlı döneminde kolonize edilmesi Karadeniz bölgesinden en azından geçim veya nüfus artışı sebepleriyle de olsa özel meslek sahiplerinin göçünü onaylar niteliktedir. Osmanlı iskan siyasetinin rutin uygulamaları gereğince başka sancaklarda küçük gruplar halinde Trabzonlu Hristiyan ve Müslümanlara rastlanılması, aynı şekilde Trabzon’a dışardan gelen Müslüman ve Hristiyan göçmenlerin olması yazarın tezini ispatlayacak oranlarda değildir.
[31] Pala, Selanik kentine ait benzer bir çalışmada “veled-i Abdullah”ları aynı şekilde muhtedi olarak sayarken (Pala, 1991: 53-55) Barkan, Edirne’de “veled-i Abdullahlar”ın çoğunun Hristiyan asıllı devşirme veya azatlı köleler olduğunu (Barkan, 1968: 11), Sahillioğlu, Bursalı kölelerin İslam’a geçerken baba adlarının Abdullah olarak kaydedildiğini (Sahillioğlu, 1981: 84), Kurt, Trabzon ve Rumelinin bazı bölgelerinde ihtida olayının çokluğu sebebiyle veled-i Abdullah muhtedilere Ahmed, Mehmed, Mustafa gibi İslami adlar verilmesine karşın, Adana yöresinde Mübarek, Cevher, Maden özel kişi adları da verildiğini, Çorum’da 1575 tarihinde bulunan 86 Veled-i Abdullah’ın kent dışından gelmiş ya da azad edilmiş köleler olabileceğini, baba adı Abdullah olan herkezin muhtedi olamayacağını iddia etmişse de (Kurt, 1992: 181-182, 1995b: 215-216) kastetiği Müslüman Abdullahlar’ın önemli bir yekün tutmayacağı da ortadadır. Öyleyse, ihtida eden gayrimüslimlerin eski dinlerine dönme eğiliminde olduğu tecrübe edildiğinden Trabzon gibi bazı özel bölgelerde “Abdullah” adının kayıtlarda bir çeşit “şifre” veya “hatırlatma notu” olarak düşülmüş olduğu açıkça görülmektedir. Osmanlı döneminde İslam’a geçen bir kişinin sonradan vazgeçmesinin (mürtedlik) cezası İslâm hukukunca ölüm olup, İslâmiyet’e geri dönmesi teklif edilir tevbe ederse cezalandırılmazdı. Güler’in, Üsküdar Gülfem Hatun mahallesinde yaşayan Mikail adlı evli ve altı çocuk babası Teselyalı Rum fırıncı ve kardeşi 1532’de kendi istekleriyle Müslüman olmaları -baba adları yukarıda açıklandığı üzere “Abdullah” olarak kaydedilirken- Mikail’in Kasım kardeşinin ise Mehmed adlarını almaları, Mikal’in eski dinine dönemk isteyince mahkeme tarafından “yakılarak öldürülmesine” karar verilince, pişmanlıkla tekrar İslam’ı kabul ettiğine dair bildirisi bu konuda verilebilecek çok sayıda örneklerden birisidir (Güler, 2008: 491-98)
[32] 1486 tarihli tahrir defterinde adı Abdullah olan 1 kişiye baba adı Abdullah olan 17 kişi bulunmaktayken, 1583’de bu oran 1’e 256 olması ihtidanın fetihle başladığı ve bilinçli bir İslamlaştırma politikasının izlenildiğini göstermektedir. İhtidanın psikoloji ve sosyolojik gerekçeleri bir yana Hristiyanlardan kişi başı 25 akçe ispençe alınırken İslamlardan daha düşük oranda vergi alınması hatta ihtida edenlerin ispençe yükünün de kendilerine aktarılması yüzünden Hristiyanların vergi yükünün 30 akçeye kadar çıktığı görülmekteydi (Lowry, 1981: 180181; Hür, 2010:132)
[33] Lowry, 1981: 119-140
[34] Gedikli, 2004: 95
[35] Bostan, 2002: 320-22. S
[36] Ünal, 2008: 131-33, 137
[37] Kanımca bu teori folklorik pek çok ögeyle de desteklenebilir ki Karadeniz’in otokton halkları ile Çepniler arasında asırlardır süregelen kültürel etkileşime rağmen özellikle taşrada kaba çizgilerle de olsa birbirlerinden ayrılmaları mümkündür.
[38] Lowry, 1981: 119-140
[39] Evliya’nın verdiği metindeki kelimelerin büyük kısmı Yunanca olmakla birlikte deforme yazımından dolayı tam olarak çözmek zor olsa da kanımca ele pamun Yunanca ela pame (ελα παμε) “gel biraz”, ey lefte karûn “karun kadar parası olan”, ey ümeti Mahmet Türkçe Ey Ümmeti Muhammed olmalı ayrıca Yunanca esi (εσείς) “siz”, taraşa to raşi “dağa”, ipsarya i psari (ψάρι) “balık”, lefta (λεφτά) “para” kelimelerinin varlığı açık seçiktir.
[40] Evliya Çelebi, 898: Bağdat 304.II, 253a; Dağlı, 1999: 301)
[41] Trabzon’a yerleştirilen cemaatler Niksar (7), Ladik (7), Bafra (16), İskilip (10), Gümüş (7), Tokat (25), Turhal (4), Göl canik (8), Kavala (3), Sanusak (5), Amasya (31), Osmancık (10), Çorum (15), Merzifon (18), Samsun (12), Zile (3), Satılmış Canik (1), Kara Gadı (10) yerleşimlerinden sürgün edilmişlerdir. Kendi rızları dışında kente gönderilen bu cemaatlerin Trabzon’a yerleşmek için istekli olmadıkları veya bölgede dışlandıkları için çoğunun kenti terkettiği nüfus kayıtlarından anlaşılmaktadır.
[42] Akçaabad (17), Maçka (19), Sürmene (26), Of (15), Rize (39), Torul (1), Atina (19), Laz (6), Giresun (1)
[43] Fallmerayer, 2002: 58