Karadeniz Tarihi

19. ve 20. yüzyılda Anadolu Rum Cemaati’nin Durumu

Makale: Özhan Öztürk

Anadolu’da Bizans’ın gücünü yitirmesi ile eş zamanlı ortaya çıkan Türk Beylikleri sürecinde Hristiyanlığın Anadolu’daki gelişimi durmuş, kenti ve köylü yerleşik Rumlar fetihçi bir toplumun egemenliğine girerek çobanlıkla geçinen Müslüman halklarla bir arada yaşamaya mecbur kalmışlardır. Anadolu Beyleri arasındaki mücadele ve yeni egemenlerin fetih geleneğini uzak coğrafyalara dek yayma arzusu, askeri malzemeye duyulan ihtiyacı arttırınca üretim çeşitliliği ve ilişkileri ister istemez değişmeye başlamıştır. Müslüman göçmenlerin yanı sıra,  İslamlaştırma müessesesi ve toplumlararası evlilikler, Anadolu’nun dilsel ve etnik açıdan da Türkleşmesini hızlandırmış, Ortodoks Rum yerli halk önemli ölçüde din değiştirerek egemenin kimliğini benimserken, 15. yüzyıl sonlarına gelindiğinde Anadolu’nun iç bölgelerinde etnik kaynaşma önemli ölçüde tamamlanmıştır.

Anadolu Rum köylü erkeklerinin önemli bir bölümü mevsimlik işçi olarak çalışmak üzere köyünü terk etmekte, iç bölgelerden kıyı kentlerine hatta denizaşırı topraklara sözgelimi Rusya’ya doğru gurbete çıkarken, Müslüman Türk köylüsü de ekonomik refahı için yollara düşmüş ama –kısmen Doğu Karadenizliler dışında- Müslümanlar’ın göç modeli Anadolu toprağıyla bağlarını koparmamaya dayanmıştır. Trabzon Limanı’nın ticari önemi artınca kent merkezinde yoğunlaşma görülürken 1828-29 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında Hristiyanların önemli bir bölümü Rusya’ya göç etmiştir. Çarlık Rusyası, özellikle 19. yüzyılda kendi topraklarında yaşayan, dini uyuşmazlığının yanında mesleki becerileri çoğunlukla tarım ve hayvancılıkla sınırlı Müslümanlar’ı Anadolu’ya gönderirken duvarcılık, marangoz, taş ustası gibi mesleki becerilere sahip Anadolu Hristiyanları’nın Rusya’ya göçünü teşvik etmiştir[1]. 1840 yılında Gümüşhane madenlerinin kapatılması sonucu işsiz kalan Rum nüfusun, derebeylerin baskısı ve ikinci sınıf vatandaş konumunda yaşıyor olması bu göçü sürekli hale getirmiştir. Bryer’ın verdiği 1869 yılında Trabzon’un bir köyünde Hristiyan ve Müslüman köyler arasında çıkan hayvan otlatma anlaşmazlığını yasal teamüle uygun olarak Hristiyanlar lehine çözen Paşa’nın kararını uygulatmakta ısrarcı olmaması örneğinde olduğu gibi[2] adaletsizlik de göçü teşvik eden temel unsurlardan birisi olmuştur. Sonuçta 20. yüzyıl başlarında Kromni ve İmera gibi Rum yerleşimlerinde güçlü kuvvetli erkeklerin neredeyse tümünün ekmek parası için Rusya’ya gittiği, gurbette kazandıkları paralarla memleketlerine döndüklerine kesme taştan 2 katlı evler ile cemaatin yaşamını güzelleştiren okul, çeşme, kilise gibi yapılar yaptıkları anlaşılmaktadır[3]. Zamanla Rusya gurbetçiliği babadan oğula geçen geleneğe dönüşünce erkek çocuklar erken yaşta evlendirip, daha hanımları hamileyken gurbete çıkmaları doğal karşılanır olmuştur.

19. yüzyılda zorunlu askerlik ve sonu bilmeyen savaşlar yüzünden kırsal alandan asker alımı Türk köylü nüfusunu azaltınca Anadolu demografisi değişmiş, sözgelimi Ege kıyılarında ve Menderes Vadisi’nde Müslüman köylüler askere gidince yerlerini Yunan adaları ve anakarasından gelenler doldurmuştur. Anadolu’nun toplam nüfusu 1850’lerde 10 milyon iken 1900’de 12 milyona ulaşmış bu süreçte yani 19. yüzyılda oransal azlıklarına karşın Hristiyanlar’ın nüfus artış hızı Müslümanlar’ı geçmiştir. 1831 ve 1881 yılları arasında yapılan resmi nüfus sayımları Müslümanlar’ın nüfusunun değişmemesine karşın Hristiyanların % 2 oranında arttığını göstermektedir[4].

19. Yüzyılın başlarında Osmanlı’nın Avrupa’nın siyasi dengesinin bozulmaması açısından ayakta kalması gerektiğini düşünen Batılı diplomat ve politikacılar Hristiyan azınlıkları destekleyerek toplumsal konumlarını güçlendirilmeyi bu amaca uygun bulmuşlar, bir yere kadar Osmanlı reformistlerle de anlaşmışlardır. 18. yüzyıla dek Osmanlı ticaret sistemi içerisinde yer alan ve 19. yüzyılın sonlarında 1 milyonu bulan Rum nüfus dünya ticaret sistemine adapte olmuş, ekonomik olarak zenginleşmeye başlamışlardır. 1857 yılından itibaren Osmanlı hükümeti Türk ve Kürt göçerleri yerleşik köylü yapmaya yönelik bir tarım ve iskân politikasını uygulamaya koyarken, yabancı ülkelerden Anadolu’ya yerleşmek isteyecek köylülere devlet arazisi, askerlik ve vergiden muafiyet gibi teşvikler de sunmuştur. Avrupa ülkelerinden barış ortamında gelen olmamışsa da Osmanlı-Rus savaşları ertesinde Balkanlar ve Kafkasya Müslüman halklarının bir kısmı –ki sayıları 1 milyonun üzerindedir- yaşadıkları toprakları geride bırakarak kitleler halinde Anadolu’ya göçmüştür. Çoğunlukla Kuzey Ege, Marmara ve Batı Karadeniz kıyılarındaki verimli topraklara yerleştirilen göçmenlerle Anadolu’ndaki Müslüman unsuru güçlendirilirken, anayasal reformlarla gittikçe özgüveni artan Hristiyanlar’a karşı denge sağlanmış ama Osmanlı toplumu içerisindeki etnik ayrımlar ister-istemez körüklenmiş, bin yıllık kaynaşmaya dayanan Türkmen-Rum etno-kültürel sentezinin büyüsü de bozulmuştur. İlginç bir karşıtlık olarak Ege Adalarından gelen Yunan köylüler de Asos ile Kuşadası arasındaki Anadolu sahiline yerleşerek İzmir civarında yoğunlaşmıştır.

İbadet yerleri önemli ölçüde yıkılan veya camiye dönüştürülen, rahipler sınıfı ile halk arasındaki yaşamsal bağı kopan Rum Ortodoks Kilisesi II. Mehmed’in Rum Patriğin yetkisini tanıyana dek cemaatinin önemli bir bölümünü geri dönülmez şekilde kaybetmiş, Rumların siyasi ve dini liderleri öldürülmüş ya da Müslüman olup, Osmanlı saflarına geçmiştir. İstanbul ile ilişkisi asgaride kalan ve Anadolu Beylikleri döneminde bağımsızlığını koruyabilen Trabzon ve civarında yaşayan Pontus Rumları, bölgenin coğrafi izolasyonunun yanı sıra, Sümela ve Vazelon gibi manastırlara ait mülklerin yarıcılığını yapan ya da Gümüşhane dağları madenlerinde çalıştıkları yerlerin civarlarına yerleşerek dini birliklerini kısmen koruyabilmiş, Bizans dönemi lehçesini de günümüze dek taşımayı da başarmışlardır. İzmirli tüccar, Bursalı ipek üretici ya da Gümüşhaneli madenci olsun Anadolu’daki Rum varlığı ancak belli bölgelerde toplanıp yoğunlaşarak, din ve dil bütünlüğünü koruyabileceği bir cemaatin parçası olunca sürdürülebilmiştir. Bu bölgeler Kapadokya, İstanbul, İzmir, Trabzon ve Bursa’dır.

Filozof George Scholarius’u[5] bir çeşit Osmanlı memur statüsü haline çevrilen Ortodoks Kilisesi’ne patrik yapan II. Mehmed, imparatorluğu ile zımmi tebaası arasındaki ilişkileri yasal bir çerçeveye oturturken, Bizans Devleti’nin temelini oluşturan manevi güç olan Ortodoksluğu Millet-i Rum’un idaresini kolaylaştırmak için kullanmıştır. Başka bir deyişle cemaat kurumu ve Patriklik imparatorluğun vergi ihtiyacını karşılamak ve devletin ilgilenmediği kamu görevlerini ifa etmesi için oluşturulmuştur. Yunan tarihçi Konstantinos Paparrigopoulos, cemaatlerin Osmanlı icadı olmadığını köklerin Eski Yunan’a dek uzandığını bildirirken[6] İngiliz yazar Ramsey tarih ve coğrafyanın Hristiyan kalmakta ısrar eden Anadolu yerlilerini bölme ısrarına karşın Rum kültür ve kimliğinin köklerinin Hristiyanlık öncesine dek inen kabile bağlarıyla sarmalandığı için çokluk içindeki birliğini koruduğunu vurgulamıştır:

“Rumların ortak kan bağları yok ama aynı zamanda en farklı ırklarında yani Kapadokyalıların, Burdurluların, İsavrianların, Antalyalıların, Pontusluların vs. doğrudan torunları durumundalar. Dil açısından ayrılıyorlar: Bir kısmı sadece Yunanca, bir kısmı sadece Türkçe çoğunluk ise her iki dili birden konuşuyor… Fakat belki de ırk farklarının, Ortodoks Rum kilisesinde hissedilmesini engelleyen şey aralarındaki uzaklık. Eskilere dayanan kabile yapısına dayalı farklılık çizgileri, bütün Rumlar tarafından açık ve güçlü bir şekilde hissedile gelmiştir.”[7]

Patrik vergiden muaf tutulurken Rum tebaa hem devlete haraç hem de kiliseye vergi vermiş, azımsanamayacak bir bölümü kendisine değil manastırlara ait olan topraklarda boğaz tokluğuna çalışmıştır. 15. yüzyıldan itibaren 19. yüzyıl sonlarına dek patrikler göreve getirilmeleri karşılığında devlet otoritelerinde peşkeş adı altında yüklü hediye vermeye mecbur bırakılınca, parayı astlarından yani metropolit veya piskopos olmak isteyen din adamlarından onlar da rahiplerden, rahipler de halktan toplamıştır[8]. Görüldüğü gibi cemaatin işlevi, çıkar ilişkileri otoritenin kullanımı Bizans ve Osmanlı dönemlerinde pek değişmemiştir. Osmanlı’da İstanbul Patrikliği’nin güç ve itibarı zamanla artmış Kudüs, Antakya ve İskenderiye gibi tarihi kiliselerin patrikleri de onun emrine girerken, Sırp ve Bulgar kiliselerinin de sonu farklı olmamıştır. Bireyin iradesinin değil kolektif eylemlerin kabul gördüğü ataerkil toplumda Hristiyanların doğum anından itibaren vaftiz edilmesi, evlenmesi, boşanması, evlat edinmesi, vasiyetnamesi kiliselerin eline bırakılmış, aralarındaki anlaşmazlıklar için Müslüman yerel kadıya başvurmak istemeyenler kilise nezaretindeki dini, mahkemelere başvurmuş -böylece Sultanın kontrolünde olsa da- kilisenin hâkimiyet alanı daha da genişlemiştir. Cemaatler dini konularda ruhani liderlerinin kararlarını uygularken dünyevi meseleler için halkın ileri gelenler arasından seçilenlerden oluşan laik bir komisyon olan ihtiyar heyetini (dimogerontia) oluşturmuşlardır[9]. Bu durumda Osmanlı toplumunda Rum halkı üzerinde Osmanlı hükümeti, cemaatin laik ileri gelenleri ve dini otoriteleri olmak üzere 3 ayrı otorite hüküm sürmüş genellikle birlikte hareket etseler de çıkarları zaman birbiriyle ama sıkça hiyerarşinin dibinde yer alan halkınkiyle çatışmıştır. 19. yüzyılda II. Mahmut döneminde gerçekleştirilen reformlar sırasında ihtiyarlar heyeti ve muhtarlar, cemaate ait vergi borçlarını eşit miktarda toplamakla görevlendirilmişler vergi dışında, yol onarımı, kiliselerin inşası, ordunun gereksinimlerinin karşılanmasını da üstlenmişler ama özellikle maddi konularda devlet ile kendi cemaatlerinin çıkar ve gereksinmeleri arasında bocalayıp çıkmaza düşmüşlerdir. Trabzon’da vaftiz, evlilik ve cenaze törenlerinde gereksiz masrafların azaltılması ve kadınların aşırı mücevher takmaması tavsiyesinde olduğu gibi ihtiyar heyetleri geleneksel uygulamaların sürdürülmesinde diretmekle beraber dönem dönem ekonomik nedenler dolayısıyla aksi yönde kararlar almış[10] sonuçta Rumlar, ideolojik ve ekonomik baskılara karşın değişen dünyada geleneksel niteliklerini kaybetmeden varlıklarını koruyabilmişlerdir.

3 Kasım 1839’da okunan Tanzimat Fermanı ile ilan edilen Sultan’ın vatandaşların can, mal ve namus güvenliğinin sağlayacağı sözünün ardında gayri Müslümleri devlete bağlamaktan gelir toplama işini düzene sokmak hatta Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa meselesinde Avrupa’nın desteğini almak gibi pek çok sebep aranmaktadır. Kamusal hayatın düzenleyicisinin temel unsurunun din kuralları olduğu Osmanlı İmparatorluğu’nda Hristiyan ve İslam toplumları arasındaki eşitsizlik[11] bir gün içerisinde düzeltilememiştir. Tanzimat Fermanı’yla birlikte dinsel hiyerarşi dışında kalan gayrimüslim toplumların temsil hakkına sahip olmalarıyla yetkileri sınırlandırılan hükümet yetkilileri, nüfuz ve ayrıcalıklarını kaybedeceği endişesini taşıyan Müslüman eşraf[12] ve sürece katılıp katılmamakta kararsız kalan gayrimüslim uyruklar arasında denge sağlanması sorunu ortaya çıkarmıştır. Örneğin İngiltere’nin Samsun konsolosunun 27 Ocak 1848’de bildirdiğine göre Tanzimat Fermanını Trabzon’da uygulamaya koymak isteyen İsmail Paşa’yı Trabzon’un nüfuz sahibi Bey ve ağalarının yeni kanunların hemen uygulanması durumunda halkın ayaklanacağı uyarısıyla aldatarak yeni sistemin uygulanmasını geciktirmiş ve devlet otoritesini zayıflatmışlardır[13]. Bu dönemde Osmanlı’nın geleneksel iskân politikası terk edilerek daha öncesinde İslam mahalle ve köyleri arasında dağınık olarak yaşayan köy Rumlar, dindaşlarının yoğun olarak yaşadığı yerleşimlerde toplanmış böylece iki toplum birbirinden keskin çizgilerle ayrılmıştır. İkiye ayrılan köylerde Müslümanlar cami, Hristiyanlar ise kilise çevresinde toplanarak ayrı muhtarlıklar oluşturarak yaşamaya başlamıştır.

Hristiyanlardan haraç alımının durdurulmasına karşılık askerlik hizmetiyle yükümlü tutulmuşlarsa da Hristiyanlar genellikle bedel-i askeri adı verilen bir vergiyi ödeyerek askerlik yapmamayı tercih etmişlerdir. Bu uygulama elinin altında ihtiyaç duyduğundan fazla asker olduğunda devlet tarafından gelir elde etmek amacıyla kullanılmışsa da ideolojik açıdan yıkıcı bir etki yaratmış, hem cemaat kabuğu içinde yaşayan genç gayrimüslim erkeklerin Müslüman askerle eşit koşulda aynı vatan toprağı için hizmet etme duygusunu yaşamalarını dolayısıyla vatana bağlılıklarını engellemiş, hem de büyük ölçüde Müslümanlardan oluşan ordunun Hristiyanlara olumsuz bakış açısını ve yeni Osmanlı kimliğini benimsemesini engellemiştir. Hristiyan aileler yapılan reformlara karşın İslam devleti özeliğinin kaybetmeyen Osmanlı’nın menfaatleri için çocuklarını feda etmeyi göz almamakta hatta İngiltere’nin Selanik konsolosunun 1861 tarihli raporuna göre sırf bu amaç uğruna yaşadığı bölgeyi bile terk etmektedirler[14]. Kırım Savaşı sonrasında 18 Şubat 1856 tarihli Hatt-ı Hümayun’dan bir yıl sonra devlet Hristiyanlardan zorunlu askerlik bedeli almayacağına dair bir karar almışsa da Babıali tarafından saptanan bedelin ailelerden değil Rum cemaatinden tahsil etmesi yoluna gidilmiştir. Vergi toplamakla görevlendirilen Patrikhane parayı aile sayısına göre eşit almaktansa her ailenin maddi durumuyla orantılı olarak toplamayı kararlaştırmıştır. Bu dönemde hükümet, vergi sistemini modernleştirme çabasına girmişse de Anadolu’nun tamamına yayılan eşkıyalık müessesi karşısında çoğunlukla aciz kalmış zaman zaman güç kullanarak değil uzlaşmayı yani af yoluyla haydutları kazanmayı yeğlemiştir.

1838 İngiliz-Türk Ticari Antlaşması ile teyit edilen kapitülasyon rejimi Osmanlı İmparatorluğu ile Avrupa devletleri arasında iş ilişkileri açısından dönüm noktası olmuş, imparatorluğun tarım ve endüstri pazarı üzerindeki kısıtlayıcı engeller kaldırılırken, İngilizler’e yerli tüccarların sahip olduğu statü tanınmıştır. 1840-70 tarihleri arasında tarım ihracatı ile % 8’lik ithalat vergisine tabi tutulan İngiliz mamulleri ve sömürge mallarının ithali hızla artmıştır. Avrupalılar, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki ticari çıkarlarına hizmet eden kişilere -ki çoğunluğu Rum’dur- hizmet beratı vererek konsolosluk himayesine almış, başlangıçta tercümanlık gibi işler yapan birkaç kişiyken zamanlar sayıları on binleri bulan gayrimüslimler gelişen ticaretin nimetlerinden faydalanmışlardır. Kırım Savaşı sırasında telgrafın ortaya çıkmasının ardından Osmanlı imparatorluğu dış dünya ile daha hızlı iletişim kurarken Anadolu Rumları da Atina ile doğrudan görüşmeye başlamış, Rumlar ile soydaşları (omogeneis) Yunanlılar arasında kültürel, ekonomik ve siyasi ilişki kurulmuştur. Buharlı gemilerle seyahatin yaygınlaşması ve Yunan basınından ister istemez etkilenen Rumca gazeteleri basma ve okuma imkânlarının artması ile Anadolu’ya dağılmış Rum cemaati birleşirken, Rumların toplumsal ve ekonomik konumları da değişmiştir. Osmanlı tarihçileri genellikle Osmanlı toplumunda ticaret anlayışını etnik çizgilere büründürüp Rum ve Ermenilerin denetiminde olduğunu dile getirmek eğilimindeyse de siyasi açıdan hadım edilmiş gayrimüslimlerin kendilerini göstermek için ticaret dışında alternatifleri olmadığını da belirtmek gerekir. Avrupa ekonomisi Osmanlı topraklarında varlığını hissettirince Batı ile Doğu arasındaki bağlantıyı sağlayan[15] Rumların ticari başarıları toplumsal konumları yükseltmiş, oluşan Rum burjuvasının entelektüel desteği Batı’dan gelmiş, cemaat ilişkileri bozulmayan Rum toplumu ekonomik ve entelektüel gelişimine paralel siyasi bir rol talep edince –asırlık önyargılarla beslenerek birbirinden kesin çizgilerle ayrılmış- dinsel katmanlardan oluşan siyasete kapalı Osmanlı devletinde Rum milliyetçiliğinin yükselişi, dolayısıyla hem devlet hem de Müslüman cemaatle çatışma kaçınılmaz hale gelmiştir. Örneğin Kırım savaşı sonrasında gelişen İran ticaret yolunun çıkış noktası olan Trabzon limanı ticaretini hızlı davranarak ele geçiren Rum ve Ermeni tüccarların hızla zenginleşmesinin yarattığı ekonomik eşitsizlik Müslüman tüccarlarca yerel yöneticiler şikâyet olarak yansımış, kıskançlık dini ayrışmayı etnik bilinçlenmeye dönüştürerek düşmanlığı körüklemiştir[16].

Rumların Kültürel faaliyetleri

Tanzimat reformlarının sağladığı özgür ortamda Anadolu Rumları kendilerini Yunan dil ve kültür çatısı altında kabul etmelerine karşın özgün bölgesel kültür ve kimliklerini geliştirmek için çeşitli entelektüel faaliyetlerde bulunmuştur. Bu faaliyetlerin en önemlilleri 1880 yılında D. Xifilinos ve D. Ktenidis tarafından yayınlanan ilk süreli yayın olan haftalık “Efksinos Pontos” dergisi ve aynı dönemde Th.Grammatikopoulos ve I.A. Parcharidis arafından basılan “Astir tou Pontou” (Pontus Yıldızı) gazetesi olup, “Karadeniz Rumları’nın ahlaki ve ruhsal gelişimini” amaçladıklarını bildiren[17] bu ve benzeri yayınlar Rumları Avrupa ve Yunan kültür ve yaşam tarzıyla tanıştıran tarihiyle tanıştıran makale ve denemelerin yanısıra dil dersleri, dini yorumlar, yerel olaylar, özlü söz, öykü, türkü hatta bilmeceler gibi folklor derlemeleri yayınlayarak yerel kültür birliği de yaratmaya çalışmışlardır.[18] Trabzon’da Frontistirion, Giresun’da  Megalo scholeio adlı Batı tarzı eğitim veren kurumların faaliyetlerinin yanısıra, Trabzon’da Hayırseverler Cemiyeti, Okul Komitesi ve Ksenofon topluluğu gibi entellektüel faaliyetleri motive eden oluşumlar da Rum aydınlanmasının faal araçları olmuştur[19].

1849 yılında Konstantinos Xanthopoulos’un Φιλολογικός Συνέκδημοτης dergisinde yayınlanan “Trabzon bölgesinden türküler ve Trabzon hakkında bazı konular”[20] adlı makalesinin yanısıra Periklis Triantaphyllidis ve Savvas Ioannidis’in Karadeniz bölfgesinden topladığı lingusitik ve folklorik materyal, yine Ioannidis’in 1870 tarihli “Trabzon tarihi ve istatistikleri”[21] adlı yerel tarih çalışması ve araştımacının Sümela manastırında bulduğu Rum epik destanı Digenes Akritas’ın 1875 yılında yayınlanması[22] bölgesel kültürün derlenip tanınmalanması açısından bireysel ama önemi tartışılmaz adımlardır. 1880’de Ioannes Parcharides ile Demosthenes Oikonomides’in hazırladığı “Trabzon lehçesi grameri”[23] adlı çalışma Pontus Rumcası’nı akademik camiaya tanıtmasının yanısıra “Konstantinople Filoloji Derneği” tarafından ödüllendirilmiş, 1887de Lepizig Üniversitesinde doktora tezi  “Lautlehre des Pontischen” (Pontus lehçesi fonetiği) ise dilbilimci G. Kourtis’in vaad ettiği 300 altın marklık ödülü kazanmış ayrıca Λαογραφία dergisinde Karadeniz folkloruyla ilişkin çeşitli makaleleri yayınlanmıştır.

Rum Dernekleri

Rumlar 19 ve 20. Yüzyılda yardımlaşma ve kültürel faaliyetler için Anadolu,

Kromnililerin Eğitim Birliği Cemiyeti Tüzüğü

Yunanistan hatta ABD’de kurulan derneklerin başlıcaları Samsun’da “Proodos” [24], “Perikles”[25], “Yardım Cemiyeti”, Ordu’da “Hristiyan Gençlik Cemiyeti”, “Anagennesis”, Atina’da “Anatoli-Anadolu Rumları Derneği”, Gebze’de “Phoebus”, Kouvouklia’da “Yardım Derneği”, Trabzon’da “Yardım Cemiyeti”, “Anadolu”, “Kromnililerin Eğitim Birliği”[26], “Ksenofon”, “Merimna Kadın Yardımlaşma Cemiyeti”, “Okul Komitesi”, “Argyropolitisliler Cemiyeti”[27], Santa’da “Yardım Cemiyeti”, İncesu’da “Yardım Cemiyeti”, Gümüşhane’de “Yardım Cemiyeti”, “Socrates” Konya’da “St. Amphilochios”, “St. Makrina”, Philadelpheia’da “Philomousos Adelfotis”, Adana’da “Philomousos adelfotis”, “Kilix”, Çeşme’de “Athena”, “Erythraia”, Kuklucas’da “Philomousia”, “Krene”, Yeni Foça’da “Philokalos”, Antalya’da “Filothriskos Adelfotis”[28], “Michael Attaleiates”, Ayvalık’ta “Eğitim Kurma Cemiyeti”[29], “Yardım Cemiyeti”, “Tarım Kardeşliği”, “Kydonia Rum Politik Birliği”, Ortaköy’de “Ortodoksluk”, Kios’ta “Kios Eğitim Cemiyeti”, Ödemiş’te “Eğitim Kardeşliği”, Buca’da “Anagennisis”, Aydın’da “Yardım ve Eğitim Birliği Cemiyeti”, Bergama’da “Yardım Cemiyeti”, “Pergamos”,  “St. Antypas Dini Topluluğu”, Kordelio’da “Gelişim”, İzmir’de “Panionios Spor Birliği”, “Homer”, “Apollo”, “Rum Kulübü”, “İşçi Merkezi”, “Eusebeia”, Erzurum’da “Omonoia”, Giresun’da “Argonautai”, Ünye’de “Evangelismos”, Vurla’da “Müzik Cemiyeti”, “Yoksulluk Fonu”, “Tarım Kardeşliği”, Sinasos’da (Mustafapaşa) St. John Prodromos”, “St. Nicholas”, Nevşehir’de “Indiktias”, Basileias”, Ürgüp’te “Ordodoksluk”, Erdek’te “Dindymos Cemiyeti”, Isparta’da “Kadın Cemiyeti”, Kula’da “Anadolu”, Mudanya’da “Apameia”, Ankara’da “Galatia”, “I Anorthosis”, Bursa’da “Bithynia”, Alaçatı’da “Tarım Kardeşliği”, “Erythraia”, Kayseri’de “Athena”, Manisa’da “Milli Doğuş”, Merzifon’da “Pontos”[30], Tokat’ta “Eudokias”, Bornova’da “İşçi Birliği”, “Euergesia”, Kutali (Kaşık- Ekinlik) adasında “Evangelismos”, Akşar’da “Elpis”, Burdur’da “Enosis”, Milas’ta “Osia Xeni”, Kütahya’da “Anagennesis”,  Bandırma’da “Proodos”,  Kuşadası’nda “Sympnoia”, Nikomedeia’da (Kocaeli) “Eğitim Cemiyeti”dir.

Kaynak: Özhan Öztürk. Pontus: Antik Çağ’dan Günümüze Karadeniz’in Etnik ve Siyasi Tarihi (Genişletilmiş 3. Baskı). Nika Yayınları. Ankara, 2016

20. yüzyılda ‘Pontus ulus devleti projesi’ makele serim

19. yüzyılın sonlarında Avrupa’dan Balkanlar’a doğru esen Liberal-Milliyetçi

Karadenizli Rum genci

rüzgârların etkisiyle ama özellikle 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı yenilgisinin ardından oluşan siyasi koşullarda, Osmanlı İmparatorluğu hâkimiyeti altında yaşayan halklar bağımsızlık mücadelelerini vermeye başlarken, Anadolu’da yaşayan Ortodoks Hristiyan Rumlar da Yunan ulusçuluğunun etki alanına girmiştir.

Merzifon Amerikan Koleji ve Pontusçuluk

Ermeni bağımsızlık hareketi ve Merzifon

Merzifon “Pontos” Kulübü

19. ve 20. yüzyılda Anadolu Rum Cemaati’nin Durumu

1917-1922 Rum İsyanı: Pontusçuluğun hedefleri

Pontus İsyanı: Protestan Kilisesi, Patrikhane ve Rus Çarlığı’nın Etkisi

Megali İdea ve Pontus: Siyasi Arenada Venizelos ve Hrisantos

İsyan, sürgün ve ölüm: Karadeniz Rumlarının Sonu

Batı Medyasında Pontus Olayları: 1918-1922

Pontus Konulu Propaganda Kitapları, 1919-22

Pontus İsyanı: İstatistikler ve Tarafların İddiaları

1923 Türkiye-Yunanistan Nüfus Mübadelesinde Karadenizli Rumların durumu

19 Mayıs Pontus Soykırımı İddiası: 1997-2002 Medya Savaşları

Notlar

[1] Augustinos, 1997: 45

[2] Bryer, 1969: 207

[3] Clark, 2008: 142

[4] Karpat, 1985: 114-117

[5] II. Mehmet’in sonradan Gennadius adını alacak patriğe ayrıcalıklarını içeren bir berat verip vermediği bilinmemektedir ve günümüze bu tür bir belge ulaşmamıştır.

[6] Augustinos, 1997: 61

[7] Ramsay, 1897: 240

[8] Ubicini, 1856: II, 130

[9] Kilisenin otoritesine karşı gelenlere yaptırımı aforoz ihtiyar heyetininin ki ise para cezasıydı ama genelde iki kurumun ortaklaşa tehditi söz konusuydu.

[10] Tilegrafos. 11 Ocak 1852, s. 2; Augistinos, 1997: 82

[11] Eşitsizlik özellikle adalet konusunda kendisini hissettiriyordu: İngiltere’nin İzmir konsolosunun 29 Mart 1867 tarihli raporuna göre Anadolu’da Hristiyan tanıklığı bütün mahkemelerde reddedilirken, İzmir’de Hristiyanların tanıklığına bir ölçüye kadar yer verilmekte ama bir Müslüman’ın taraf olması durumunda Hrisityanın ki reddedilmekteydi (Foreign Office 97/425, #18; Augistinos, 1997: 109)

[12] İngiliz konsolosunun 25 Mart 1841 tarihli raporuna göre özellikle Beyler, reayanın mallarının eskisi gibi ellerinin altında olmamasından rahatsızlık duymuştur (Augistinos, 1997: 100 dip not 25)

[13] Shaw, 1969: 87-8 (Foreign Office 78/753, #1); Augistinos, 1997: 94

[14] Augistinos, 1997:106, dip not: 35

[15] İngiliz gözlemci Farley 1872’de Rumların enerjik ve girişimci tavrını övmüş, Doğu ile Batı arasında çoktandır ihtiyacı duyulan bağlantı noktasını Rumların sağladığını, Beyrut, İzmir ve İstanbul’a ihraç edilen İngiliz mallarının Rum gemilerine yüklenerek Küçük Asya kıyısındaki diğer limanlara nakledildiğinden bahsetmiştir (Farley, 1862: 3; Augistinos, 1997: 174)

[16] Davis, 1879: 477

[17] Αστήρ Πόντου, 29.12.1884, Yıl: Α, Sayı: 1

[18] Pontus Yıldızı gazetesinde yayınlanan makale başlıklarından bazıları şöyledir: “Dini hoşgörü hakkında”, “Eş ve ve hanımı olarak kadın”, “çocukları eğitmek”, “Eski Yunanlıların özel hayatı”, “Antik çağ kıyafetleri”, Korsika Yunanlıları”, “Astronomi hakkında”,  “Pozitif bilimler hakkında”, “Pontus efsaneleri hakkında”, “Ebeveynlerin çocuklarına karşı vazifeleri”…

[19] Bkz. Dernekler

[20] Yunanca Άσματα των παρά την Τραπεζούντα χωρών και ολίγα περί Τραπεζούντος

[21] Yunanca “Ιστορίακαι Στατιστική της Τραπεζούντος. Bkz. İoannidis, 1870

[22] 1875 Paris Baskısı için Bkz. Sathas ve Legrand, 1887. İstanbul baskısı için Bkz. “Βασίλειος Διγενής Ακρίτης ο Καππαδόκης, υπομνηματισθέν εκδίδοται υπό Σ. Ιωαννίδου” Ν.G. Kefalidis Matbaası, Constantinople, 1887.

[23] Yunanca “Γραμματικήντης διαλέκτου Τραπεζούντος”

[24] Yunanca πρόοδος “gelişme” 1887’de kurulan derneğin kurucu ilk başkanı Samsun belediye başkanlığı yapmış ve 1914-18 arasında Osmanlı parlamentosunda yer almış tütün tüccarı Th. Ι. Arzoğlu olup, Rumlar arasında okuma alışkanlığını yaymayı amaçlamaktaydı (Mamoni, 1986: 155-225)

[25] Perikles, Anadolu’da sosyal-siyasi atmosferin değiştiği 1908 Genç Türk iktidarının ardından kurulmuş olup, bu yüzden Rumların eğitim görmesi ve kültürel faaliyetlerini teşvik etmenin yanı sıra Rumların yaşadığı bölgelerde Rum hak ve çıkarlarını kanunlar çerçevesinde korumak gibi bir misyon da üstlenmiştir. Kütüphane ve okuma odası oluşturan dernek 1909’da aylık, 1916’dan itibaren “Phos” adlı haftalık bir dergi yayınlamıştır.

[26] “Filekopaideftiki Adelgotis Kromnaion” 1869’da Kromni’den Trabzon’a göçen işsiz madenciler tarafından kurulmuş olup, Kromni’de ki eğitim faaliyetlerini desteklemeye çalışmış, 1923 mübadelesinden sonra Kromlular’ın gönderildiği Selanik bölgesinde aynı amaçla ve aynı isim altında yeniden kurulmuştur.

[27] Detaylı bilgi için Bkz. Antik Argyropolis’in yeniden keşfi (Gümüşhane)

[28] 1906’da dini faaliyetleri, eğitim ve sporu teşvik için kurulan dernek bir gece okulu açmışsa da 1908’de Genç Türklerin iktidara gelmesiyle faaliyetlerine son vermiştir (Mamoni, 1983: 101)

[29] 1882’de Ayvalık’ta kurulan dernek kütüphane ve okuma odası kurmuş, yoksul çocuklara ücretsiz kitaplar dağıtmıştır (Mamoni, 1983: 82)

[30] Detaylı Bilgi için Bkz. Merzifon, Anadolu Koleji