Karadeniz Tarihi

Pontus İsyanı: Protestan Kilisesi, Patrikhane ve Rus Çarlığı’nın Etkisi

Makale: Özhan Öztürk

Protestan Kilisesinin etkisi

19. yüzyıl Anadolu’sunda özellikle Amerikalıların, başını çektiği Protestan misyoner kuruluşlarının kurduğu okullar vasıtasıyla Rum Cemaati’nin entelektüel gelişime katkıda bulunduğunu bildirmekte yarar varsa da misyonerler, eğitim alanında elde ettikleri başarıyı[1] dini alanda gösterememiş[2] bu yüzden 1850’de Babıâli tarafından Protestanlara millet statüsü tanınmasının ardından Ortodoks Rumlardan ziyade Ermenilere yönelmişlerdir.

Protestan misyonerler 1860’larda Rum din adamlarının ruhani hayatlarında Ortodoks adetlerini uygulamadığına dair haberler yayarak Rum Cemaati’nin Ortodoks Kilisesi’ne bağlılığını gevşetmeye çalışırken, başta Bulgarca konuşan Ortodokslar olmak üzere Güneydoğu Avrupa Hristiyanları insanların din değil din esasına göre gruplara ayrılması gibi laik görüşlerle hepten Patrikhane’den kopma mücadelesi vermeye başlamıştır. Sonuçta Slav muhalefetinin bastırması üzerine Osmanlı Hükümeti Millet-i Rum’u yeniden yapılandırmış, eğitim cemiyetleri, il meclisleri gibi laik kurumların oluşturulmasına karşın Rum cemaati Ortodoks Kilisesi’nden kopmamış, yeni oluşan laik yapılar ile geleneksel kurumları birlikte yaşatma yoluna gitmiştir.

Patrikhanenin etkisi

Devlete karşı vatandaşlarının duygularını umursayıp,  bağlılık beklemeyen,[3]  kişilerin kendi dinsel toplumlarına sadakatini perçinleyen “millet sistemi” uygulaması asırlar sonra Tanzimat dönemine gelip de çağdaşlaşma gereği “Osmanlı vatandaşı” yaratma çabası içerisine girildiğinde duvara toslamıştır. Osmanlılar, Rum ve Ermeni toplumlarını beton gibi ve nüfuz edilemez nitelikte bulmuş, atmak istedikleri her adımda karşılarında muhatap olarak Rum ve Ermeni patrikhanelerini bulmuştur. 19. yüzyılda Osmanlı Hristiyanlarının ulusal bilinçleri güçlenince de Avrupa ulusçuluğundan farklı olarak ırksal bağ kadar dini kaynaktan beslenmişlerdir ki bunun temel sebebi Türkler, Rumlar ve Ermenilerin asırlar boyunca gerçekleşen ihtidalar ve evlilikler yüzünden fiziksel olarak birbirlerine çok benzemelerine, aynı yemekleri yemelerine,  aynı kıyafetleri giymelerine hatta bazı bölgelerde aynı dili konuşmalarına karşın ibadetlerini farklı yerlerde yaptıkları için dini kurumların Hristiyan azınlıkların ulusal kültür ve birlikteliğin muhafaza edildiği yegâne yerler olmasıdır.

1453 yılına II. Mehmed’in Konstantinopolis’i fethettikten sonra Rum-Ortodoks Cemaati’ni başlarına bir patrik seçme suretiyle teşkilatlandırmış, II. Anastasios’un yerine Georgios Skolarios’un Gennadios lakabı ile patrik seçimini onaylayarak kendisini her türlü vergi ve rüsumdan muaf tutan bir fermanla Ortodoksların millet başkanı olarak “ruhani” ve “cismani” yetkilerle atmıştır.[4] Zamanla Osmanlı Devleti dışındaki Mısır, Suriye, Filistin, Kıbrıs ve Rusya Ortodoks kiliselerine de hükmeden patrikhane, zaman zaman Ortodoksların menfaati için Osmanlı siyaseti ile çakışan maceralara girişmişse de bunların sonucu ağır olmuştur: 1657’de Eflak Voyvodası Konstantin Şerban’ı isyana teşvik ederek Osmanlı aleyhinde siyasi faaliyette bulununca III. Parthenios, IV. Mehmed’in emri ile Parmakkapı’da, 1821’de Eflak ve Mora isyanlarıyla ilişkili olmakla suçlanan Patrik II. Grigorios ise II. Mahmud’un emri ile Patrikhanenin Orta Kapısı’nda asılmıştır. 1814-1919 tarihleri arasında Patrikhane, Filiki Eteria derneğinin etkisinde kaldığına ve Osmanlı aleyhine yıkıcı faaliyetlere iştirak ettiğine dair somut delillerle desteklenen ciddi suçlamalara maruz kalmıştır.[5] Fener Rum Patrikhanesi, kurulduğu dönemden itibaren Osmanlı Devleti adına çalışan kurumlardan birisi olmasına hatta Yunan milliyetçiliğine karşın Bizansçı bir çizgiden sapmamasına karşın Osmanlı’nın yıkılış döneminde[6] Rum tebaanın menfaatlerini koruma iddiasıyla işgalci devletlerle açıkça işbirliği yapmış, Anadolu’da Türk-Yunan savaşı gerçekleşirken “Kara Kitap” ve “Pontus’un Büyük Macerası (Kırmızı Kitap)” adlı kitapları yayınlayarak Türk milli mücadelesinin karşısında saf tutmuştur.[7]

I. Dünya Savaşı sonrasında İngiliz desteği ve Venizelos’un talimatıyla Fener Rum patriği V. Germanos’un 1919 yılında görevinden uzaklaştırılarak yerine patrik vekili olarak Bursa metropoliti Doroteos Mamelis’in atanmasıyla işgalcilerle açık işbirliği süreci başlarken, Osmanlı taraftarı metropolit ve din adamları görevlerinden azledilmişlerdir.[8] Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasından sonra Fener Rum Patrikhanesi, İstanbul’un Yunanistan’a ilhakını[9] veya Uluslararası bir idareye kavuşturulması girişimlerinde bulunmuş, Doroteos, Patrikhanenin Osmanlı Hükümeti’yle ilişkisini kesmiş hatta 9 Mart 1919’da yayınladığı bir beyanname ile Ortodoks Rum Cemaati’nin Osmanlı Devleti’ne karşı vatandaşlık ve vergi yükümlülüğü kalmadığını da bildirmiştir. Amasya metropoliti Germanos’un 27 Ocak 1919’da Patrikhane’ye gönderdiği raporda “Savaşın sona erip Mütarekenin imzalanmasından sonra Hristiyanların asırlardır yaşadığı acıların sona ermesini beklediği ama tam tersinin gerçekleştiğini, Rumlar’a karşı gerçekleştirilen her türlü suçun cezasız bırakıldığını, Erbağ ve Kavak’ta Rum mallarının yağmalandığını, jandarma ve başıbozukların birlikte hareket ettiğini, Rum halkının umutsuzca şikâyet edecek merci bulamadığını” bildirmesi[10] mütareke sonrasında yaşanan kaotik ortamı belgeler niteliktedir.

Rum okul ve kiliselerindeki Türk bayraklarını kaldırıp, Türkçe eğitime son veren Doroteos, hapishanelerdeki Rumlar’ın serbest bırakılmasını ve Rum gençlerinin İzmir’i işgal eden Yunan ordusuna katılabilmesi için askere alınmalarını sağlamış, Girit’ten Patrikhaneyi korumak için jandarma getirtmiş[11] hatta 12 Haziran 1919 tarihli bir rapora göre Patrikhane’de Rumlar’a dağıtılmak üzere bekleyen içi silah dolu sandıklar bulundurmuştur.[12] Batum ve Poti gibi diğer Karadeniz şehirlerine kaçmış Pontus kökenli Rumlar’ın Trabzon ve Samsun civarına iskân edilmesine yardım etmesi[13] ilk bakışta insani bir yardım olarak algılansa bile bu dönemde Pontus Devleti kurulma çabalarında demografinin en önemli unsur olduğu göz önüne alındığında patriğin bu tavrı da siyasi bir hamle olarak yorumlanmıştır. 3 Temmuz 1919 tarihinde Ankara Valiliği’nin Dâhiliye Nezareti’ne gönderdiği bir telgrafta Fener Patrikhanesi’nin Akdağmadeni Rumları adına Keskin metropoliti Papa Eftim ve Ankara’da Vasil’e gönderdiği “Yunan veya İtilaf güçlerince askerlerince işgal bahanesi olarak kullanılması için çeteciliğin teşvik edilmesi ve Müslümanlar ile hükümetin her vesile ile şikâyet edilmesine dair talimatları” deşifre edilmiştir.[14]

Patrikhane’ye bağlı 2 metropolit Pontus Devleti kurulması için büyük çaba harcamış olup zıt karakterli bu iki insanın ilki ılımlı kişiliği ile tanınan Trabzon metropoliti Hrisantos diplomatik alanda ikincisi Samsun metropoliti Germanos ise Pontusçu çetelerin organize edilmesinde faaliyet gösterip, işgal güçleri için istihbarat toplamıştır. Giresun metropoliti Lavrentios gibi din adamları ise başlangıçta Osmanlıcı-Bizansçı ılımlı bir çizgideyken çatışma tarafsızlığın mümkün olamayacağı bir noktaya geldiğinde Patrikhane’nin emirleri doğrultusunda Rum Cemaati’nin menfaatlerini korumak uğruna işgalcilerle işbirliği yapmış, Giresun Mektebi’ni Türk Ordusu’nca Rum çetelerine silah sağlamakla suçlanan Yunan Kızılhaçı emrine vermiştir.[15]

Trabzon metropoliti Hrisantos 23 Temmuz 1919’da Londra’ya giderek Yunanistan’ın Londra büyükelçisi Kaklamanos aracılığıyla İngiliz basınının önde gelen isimlerine Pontus tezini anlatırken[16], hemen ardından patrik vekili Doroteos Londra’ya gelerek Anglikan Kilisesi’yle temasa geçmiş, burada “Hristiyan Gençleri Birliği” adlı bir organizasyonun kuruluşuna ön ayak olmuş, bu topluluk Avrupa’ya dağılarak hatta Amerika’ya gidip Amerikan Kilise Cemiyeti’yle temasa geçerek Venizelos’un “Büyük Yunanistan” politikasına destek aramıştır. İstanbul’u ziyaret eden Giritli Albay Mazarakis adlı kişiye Tatavla Kilisesi’nde bir konuşma yapması olanağı sunulmuş, Albay Türk aleyhtarı propaganda içeren konuşmasının ardından fesler yerlere atılarak gayrimüslimlerin şapka giyerek Türklerden görünüş olarak ayrılması kararı alınarak, uygulanması istenmiştir.[17]

Türk Ordusu’nun kazandığı zaferler üzerine Trabzon, Samsun, Giresun ve Kayseri metropolitlikleri Mayıs 1921’de B.M.M’ye bağlılık telgrafları çekerek İstanbul Patrikhanesi’nin ayrılıkçı siyasetini eleştirmiştir. Ayrıca Trabzon Rum eşrafı Osmanlı idaresinde yaşamaktan memnun olduğunu ve Fener Rum Patrikhanesi ile ilişkilerini keserek Anadolu’da teşkil edilecek bir Patrikhane’ye bağlanmak istediğini bildirmiştir.[18] 25 Aralık 1922’de Mustafa Kemal Paşa, Le Journal gazetesi muhabiri Paul Heriot’a açıkça Patrikhaneyi Türk topraklarında istemediğini bildirmiş, 2 Mart 1923’de TBMM’de aynı mealde görüşler bildirilmişse de[19], Türk tarafı Lozan’da geri adım atmak zorunda kalmıştır. Patrikhane Lozan Antlaşması’yla Türkiye Cumhuriyeti yasaları ve Türk makamlarının denetimine girerken, Osmanlı dönemi boyunca verilen tüm siyasi, idari hak ve imtiyazları kaldırılmış, İstanbul’da yaşayan Rum Cemaati’nin temsilcisi olarak da kabul edilmeden sadece dini ve ruhani işlerle uğraşması şartıyla varlığını sürdürmesine izin verilmiştir.[20]

Sonuçta Yunanistan’ın emperyal hırsını tahrik edip kullanan İngiltere’nin Fener Rum Patrikhanesi gibi kadim bir kurumu Ortadoğu politikasının basit bir aracı haline dönüştürmesi, Ortodoks din adamlarının “hayır” demek yerine Anadolu Rumları’nın geleceğiyle kumar oynaması yaşanan trajik olaylara sebep gösterilmektedir. Bununla birlikte Yunanistan’a, İngiltere’ye tereddüt etmeden “hayır” diyen 50 bin kadar “Türkofon”[21] Karamanlının[22] mübadeleyle Yunanistan’a gönderilmesi Rumlar’ın o şartlar altında başka şansı olup olmadığını tartışılabilir bir konu yapmaktadır.[23]

Rusya’nın etkisi

Rusya’nın emperyal bir güç olarak ortaya çıkması Osmanlı aleyhine sınırlarını genişletmek suretiyle gerçekleşmiş, Çarlık Ordusu’nun 1697’de Azak Kalesi’ni ele geçirmesinden sonra Karadeniz’e yerleşip, Boğazları kontrol edip, Akdeniz’e inme politikası ekseninde Osmanlı üzerindeki siyasi ve askeri baskısı günden güne artmıştır. Ruslar askeri başarılarına ek olarak Osmanlı İmparatorluğu içerisinde söz sahibi olabilmek için, özellikle 1768-74 savaşının ardından Sultan’ın Balkanlar ve Anadolu’daki Ortodoks tebaasını himaye ederek Çarlığın menfaatleri doğrultusuna yönlendirmeye çalışmıştır.[24] Zamanında Bizanslı rahipler tarafından Hristiyanlığa geçirilen Rusya bu dönemde kendini Bizans’ın mirasçısı olarak göstermeye çalışarak, siyasi amacını Osmanlı topraklarında yaşayan Ortodoksları İslam boyunduruğundan kurtarma misyonuna yönelik pan-ortodoks propagandası altında gizlemiş, müdahale ortamı yaratabilmek için de imparatorluk içerisinde istikrarsızlık çıkarmak için elinden geleni ardına koymamıştır.[25] Çariçe II. Katherina, 1770’de Orlof’un Navarin’e asker çıkararak bir Yunan isyanına sebep olmasından sonra, Ortodoks Rum ve Yunanlılar’ın Rusya’nın menfaatleri için kullanabileceği verimli bir alan olduğunu keşfetmiş,  1774 Küçük Kaynarca Antlaşması ile 1787-1792 Osmanlı-Rus Savaşı arası dönemde Türkleri Avrupa’dan atarak ikinci Roma[26] İstanbul’da Bizans İmparatorluğu’nu yeniden kurmayı amaçladığı “Yunan Projesi”ni uygulamaya koymuştur. Çeşitli propaganda yöntemleriyle[27] Yunanlılar’ı kazanmak zor olmamış, 21 Mart 1800’de 7 Adalar Cumhuriyeti’nin kuruluşu ve 1804’de Sırp isyanı gibi aktif Rus desteğiyle gerçekleşen olayların yanı sıra 1814’de Rus Çarının Rum asıllı yaveri Aleksandre İpsilanti’nin[28] Odesa’da “Filiki Eteria”yı örgütlemesinin 1821 Yunan isyanı ile bağımsız Yunanistan’ın kurulmasında oynadığı rol ister istemez Anadolu Rum Cemaati üzerinde de etkili olmuş, özellikle dindar Rumlar Rus Çarlığını kurtarıcı olarak görmeye başlamıştır.

Rusya’nın güneye inerek Hindistan yolu ile Doğu Akdeniz’e hâkim olma ihtimali İngiliz çıkarlarına aykırı olduğu için Osmanlı İmparatorluğu bu dönemde Birleşik Krallık tarafından Rus Çarlığı’nın ihtiraslarına karşı desteklenmiştir. 1821 Yunan isyanı sırasında Mora Müslümanları toplu halde katledilip malları gasp edilince, Osmanlı yönetimi Filiki Eteria üyeliği ile suçladığı Fener Patriği ve bir grup Rum ileri gelenini astırarak Fenerli Rumların imtiyazlarına son vermiştir. 1821’de Aleksandre İpsilanti’nin kardeşi Dimitri Mora’ya giderek isyanın başına geçmiş, uzun soluklu bir mücadelenin ardından 59 üyeli bir senatonun lideri olarak, Aleksandre Mavrokordato başkanlığında bir hükümet kurulmasına ve Epidor ile Efir’de bağımsızlık ilan etmeye muktedir olmuştur. Bununla birlikte Cumhuriyetçi bir Yunanistan, emperyal Rus Çarlığı’nın işine gelmediği için Ruslar tarafından desteklenmemiş bilakis Yunan palikaryalar Cumhuriyetçiler aleyhine kışkırtılarak aralarında çatışmaları teşvik edilirken, sürpriz bir gelişme olmuş ve İngiltere, o zamana dek Osmanlı’nın iç meselesi olarak gördüğü Yunanistan politikasını değiştirerek Yunan isyanına açık destek vermiştir.[29] Rus-İngiliz çıkar çatışması Osmanlılar’ın elini güçlendirmekle birlikte Osmanlı güçlerinin isyanı bastırmakta yetersiz kalıp, Mısır valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa’dan yardım istenmesi, onun da Girit ve Mora valiliklerinin oğluna verilmesi karşılığında 1824’de ordusunu gönderip isyanı kontrol altına alması tüm dengeleri değiştirmiştir. Giderek zayıflayan Osmanlı’ya karşılık Mısır’ın Doğu Akdeniz’de güçlendirecek bu gelişmeden endişelenen Rusya ve İngiltere’nin işbirliği yaparak, 4 Nisan 1826’da Petrograd ile 6 Temmuz 1827’de Londra’da imzalanan protokollerle Yunanistan’ın bağımsızlığı konusunda anlaşmalarını sağlamıştır[30]. Avrupa’da Mora Yarımadası’nda yaşayan Hristiyanların yerine Mısırlı Müslümanların yerleştirileceği dedikodusu ustaca yayılırken sorun uluslararası nitelik kazanmış, 1828-29 Osmanlı-Rus Savaşı sonrasında 14 Eylül 1829 tarihli Edirne antlaşmasıyla Yunanistan’ın özerkliği Osmanlı devleti tarafından da tanınmak zorunda kalmıştır. Yunanistan’ın Rus ordusu tarafından kurtarıldığı düşüncesi Balkanlarda Rus sevgisini katmerlerken İngilizler Ruslar’a karşı pozisyonlarını güçlendirmek için Fransızlar ile anlaşarak Londra’da yeni bir protokol hazırlayarak 3 Şubat 1830’da Bağımsız Yunanistan devletinin kurulmasını sağlamışlardır. 9 Ekim 1831’de Rus etkisindeki Yunan dışişleri bakanı Korfulu Ioannidis Kapodistrias bir suikast sonucu öldürülmüşse de Yunan politik hayatında Rus etkisi devam etmiş, Akdeniz’de egemen olmaya devam eden İngiliz donanması da Yunan dış politikasının Londra’yı dışlamayacak bir çizgide seyretmesi açısından ikna edici bir faktör olmuştur.

Ruslar, Kuzey Karadeniz sahillerini ele geçirdikten sonra özellikle Kırım Yarımadası’nda ki Tatar çoğunluğu menfaatlerine aykırı gördüğünden sahil kentlerine Slav ve Ortodoks Rum ve Ermenilerin kolonizasyonunu teşvik etmiş, bölgede oluşan ekonomik çekim alanı burada bankerlik, tüccar ve esnaflıkla uğraşan zengin Rum sınıfın ortaya çıkmasını sağlamış onların karşı sahildeki Rumlarla ilişkisi Doğu Karadeniz Rumları’nın yeni meslekler öğrenmesi ve ekonomik kalkınmasını sağlamıştır.

27 Ekim 1810’da Amiral Saricef komutasındaki Rus donanması 5 tabur piyade, 200 Kazak ve yarım hafif topçu bataryasından oluşan bir askeri birliği 30 Rum kılavuzla birlikte Akçaabat civarındaki Sargana Burnu’na çıkarak Trabzon’u ele geçirmeye çalışmıştır. Rus ordusu işgale Hristiyan Rum köylülerin yardımcı olabileceğini farz ederek, 2 bin tüfek ve cephaneyi Hristiyan köylülerin silahlandırılması amacıyla ayrılmıştır. Ramazan Bayramı’na denk gelen çıkarma günü karaya çıkan Rus askerleri Ahanda (Kavaklı) köyünü ateşe verirken, kıyıda siperler kazarak bölgeye yerleşme hazırlıkları yapmıştır. Trabzon Valisi Çarhacı Ali Paşa’nın bölgeye gönderdiği askeri birliğin yanı sıra Akçaabat ayanı Sakaoğlu Mahmut Ağa’nın Darıca, Meşeli, Karaçam, Gökçebel köylerinden topladığı aralarında kadınlarında bulunduğu silahlı köylüler ile Kaplanoğlu Mustafa Ağa’nın Çarşıbaşı’nda topladığı yardım kuvvetleri bölgeye gelince çatışmalar kızışmış, Rum köylülerden bekledikleri desteği alamayan Ruslar geride 1.322 ölü bırakarak çekilmek zorunda kalmış, Türklerin kaybı çoğu sivil ve 48’i kadın 921 kişi olmuştur. Sargana Çıkarması başarısız olmuşsa da Rus Çarlığı’nın Karadeniz bölgesinde egemenlik kurmak için ilk kez bölgedeki Hristiyanların desteğini sağlama teşebbüsü olduğu için önemli bir girişimdir.

1. Dünya Savaşı sırasında Ruslar tıpkı Ermeniler gibi Rumları da rehberlik, istihbarat ve cephe gerisi faaliyetleri için kullanmıştır. Ermeni çetecilerinin en ünlüsü Vanlı Artin adıyla da bilinen Murad, bir heyetle Samsun’a gelmiş ve burada bölgedeki silahlı Rum grupların liderlerinden Dimitri, Büyük İstil, Omilus ve Vasil ile görüşerek onlara Rus ordusunun yakında Samsun’a gireceğini Rumlar’a güvenebilmeleri için çete teşkilatı kurup, faaliyette bulunmaları gerektiğini bildirmiştir.[31] Vasil Usta adlı Samsunlu Rum çeteci Haziran 1916’da yanındaki 10 adamıyla Türk hatlarını geçerek Rus işgali altındaki Trabzon’a gelmiş ve burada Rus karşı casusluk örgütü şefi Albay Artanov ile buluşarak, kendisinden Türk ordusunu arkadan vuracak bir dizi yıpratma faaliyetinin programını almıştır[32]. Toplantıdan sonra bir Rus torpidosu ile Samsun’a çıkartılan Vasıl Usta burada çetesini genişleterek cephe gerisinde Türk ordusunu arkadan vuracak genel bir Rum ayaklanması başlatmaya çalışmıştır.[33]

Kaynak: Özhan Öztürk. Pontus: Antik Çağ’dan Günümüze Karadeniz’in Etnik ve Siyasi Tarihi (Genişletilmiş 3. Baskı). Nika Yayınları. Ankara, 2016

20. yüzyılda ‘Pontus ulus devleti projesi’ makele serim

19. yüzyılın sonlarında Avrupa’dan Balkanlar’a doğru esen Liberal-Milliyetçi

Karadenizli Rum genci

rüzgârların etkisiyle ama özellikle 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı yenilgisinin ardından oluşan siyasi koşullarda, Osmanlı İmparatorluğu hâkimiyeti altında yaşayan halklar bağımsızlık mücadelelerini vermeye başlarken, Anadolu’da yaşayan Ortodoks Hristiyan Rumlar da Yunan ulusçuluğunun etki alanına girmiştir.

Merzifon Amerikan Koleji ve Pontusçuluk

Ermeni bağımsızlık hareketi ve Merzifon

Merzifon “Pontos” Kulübü

19. ve 20. yüzyılda Anadolu Rum Cemaati’nin Durumu

1917-1922 Rum İsyanı: Pontusçuluğun hedefleri

Pontus İsyanı: Protestan Kilisesi, Patrikhane ve Rus Çarlığı’nın Etkisi

Megali İdea ve Pontus: Siyasi Arenada Venizelos ve Hrisantos

İsyan, sürgün ve ölüm: Karadeniz Rumlarının Sonu

Batı Medyasında Pontus Olayları: 1918-1922

Pontus Konulu Propaganda Kitapları, 1919-22

Pontus İsyanı: İstatistikler ve Tarafların İddiaları

1923 Türkiye-Yunanistan Nüfus Mübadelesinde Karadenizli Rumların durumu

19 Mayıs Pontus Soykırımı İddiası: 1997-2002 Medya Savaşları

Notlar

[1] “Rum delikanlıların bir bölümü hayırsever birey ve kurumlar tarafından Amerika veya İngiltere’de okutulmuş, Yunanistan ve Türkiye’de çeşitli misyon okullarında on binden fazla Yunan genci bir şekilde eğitilmiştir” (Anderson, 1844: 7)

[2] Amerikalı misyonerler limanlardaki Rum denizcilere incil ve tevrat dağıtınca  “Beş para etmez bunlar küfür kitapları. Hristiyanız biz Lutherci değil” tepkisiyle karşılaşmış,  Anderson raporunda Rumlarla etkilişimin sınırlı olduğunu, gençlerin rahiplerinin vaazlarının etkisinden çıkmaya pek niyetli olmadığını bildirmiştir (Andeson, 1844: 5)

[3] McCarthy, 1995b:6

[4] Gökçen, 2006: 185-186. Gennadios, Patriklik makamı olarak seçilen 1454’de Havariler Kilisesinde (Bugünkü Fatih Camii) göreve başlamışsa da ertesi yıl patriklik Pammaharistos manastırına (Fethiye Camii) geçmiş bu yapıda 131 senede faaliyette bulunmuştur. Burası da camiye dönüştürülünce sırasıyla 1586’da Eflak Konağı kilisesi, 1597’de St. Demetrios kilisesi, 1602’de Hagios Georgios manastırına taşınılmıştır (Tekindağ, 1967: 52-54)

[5] Şahin, 1996: 179-190

[6] Osmanlı Devleti’nin son yıllarında 1860-1862 Nizâmnâmesine göre patriğin idaresindeki 4 metropolit ile 8 sivilden oluşan 12 kişilik bir synode meclisi tarafından yönetilmiştir. (Başbakanlık Osmanlı Arşivi Yıldız Esas ve Sadrazam Kamil Paşa Evrakı 12/24. DÜSTUR, Birinci Tertip, II, (1289), ss.902-937)

[7] Bkz. Propaganda Kitapları

[8] Sözgelimi bölgeyi işgal eden Yunan komutanlığı Aydın metropolidi Çeşmeli İzmaragros’a eline bir Yunan bayrağı alarak asker ve yerli halkın başına geçerek yürümesini emretmişse de din adamı “Osmanlı’ya ihanet etmeyeceğini” bildirince görevinden azledilmiş hatta sahilde görev yapması uygun bulunmadığından Manisa’ya sürgün edilmiştir. Aynı şekilde Yunan propagandası yapmak için Patrikhane tarafından Trabzon civarında gönderilen metropolit Lavertirinos adlı rahip Yunan işgali aleyhine konuştuğu gibi Türk memurlarla temasa geçince casuslukla suçlanarak görevinden azledilmiştir. Venizelos’un güdümündeki Doroteos’un taviz vermez tutumuyla İstanbul’da da 3 kilisenin ruhani reisini de benzer sebeplerle görevden almıştır. Venizelos’un Osmanlı Rumlarının Yunan politikasına destek olmalarını sağlamak için Patrikhane’yi nasıl baskı altına aldığına dair detaylı bilgi için 30 Kasım 1919 tarihinde Harbiye Nezareti’ne gönderilen detaylı rapor için Bkz. ATASE Arşivi, İSH; K. 102. G.57. B. 57-2,6

[9] 8 Kasım 1919’da Mustafa Kemal Paşa’nın Harbiye Nazırı Cemal Paşa’ya gönderdiği raporda Rum Patrikhanesinin Yunan sefaretinden aldığı emir üzerine kilise mütevellilerinden başka 40 kişilik bir heyetin seçilerek İstanbul meselesinin barış konferansında gündeme gelmesi durumunda Yunanistan, Fransa, İngiltere ve İsviçre nezdinde girişimlerde bulunarak İstanbul’un Yunanistan’a ilhakı olmazsa beynelminel bir idare için faaliyette bulunmakla görevlendirildiğini bildirmiştir (Harp Tarihi Vesikaları Dergisi Yıl: 4 (Mart 1995) Sayı: II Vesika No: 256)

[10] Ecumenical Patriarchate, 1920: 10

[11] Tetik, 2007: 222-23

[12] Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Dahiliye-Kalem-i Mahsus 49-2/28, 49-1/78, 52-4/33

[13] Harp Tarihi Vesikaları Dergisi, S:12, Vesika No: 318, 319, 320, 321

[14] BOA, DH-KMS, 49-2/42

[15] BOA, DH-KMS, 53-1/21

[16] Hrisantos, İngiliz Dışişleri bakan yardımcısı Sir Ronald Graham’a yardım karşılığında Rum ordusunun İngiltere’nin onaylamadığı hiçbir şeyi yapmayacağına dair söz verirken, bölgeye Yunanlılar veya İngiltere’nin asker çıkarmasını talep etmiş ama teklifi reddedilmiştir (Kitsikis, 1964: 336-37; Tetik, 2007: 232)

[17] Tetik, 2007: 223

[18] İkdam Gazetesi, 29 Mayıs 1921.

[19] TBMM Gizli Celse Zabıtları, 1985: 4-28 (N, Devre: I, İnikat: 2 Celse:3)

[20] Gökçen, 2006: 191

[21] Türkçe konuşan Karamanlılar Türkçe’yi Yunanca alfabesi kullanarak yazmaktaydı.

[22] Yunanca Karamanlides (Καραμανλήδες)

[23] Jaeschke, Karamanlıların Türk Ortodoks Kilisesi’ne sığınarak Patrikhanenin intihar politikasından kaçındıklarını oysa Pontus Rumlarının aksini yaparak kendi akıbetlerini kendilerinin hazırladığı yorumunu yapmış (Jaeschke, 1991: 59) hatta Lord Curzon 15 Aralık tarihli notlarında “Uzlaşan Rumlar” olarak nitelediği Karamanlıların yerinde kalacağına inandığını kaydetmiştir. Karamanlıların Anadolu’da kalması Venizelos tarafından uygun bulunmuşsa da (Clark, 2008: 121-123) Karamanlıların mübadele ile Yunanistan’a gönderilerek anlaşılmaz biçimde cezalandırılmasını -İttihat Terakki döneminde temelleri atılan “Hristiyansız Anadolu” politikası dışında- açıklamak güçtür. Bununla birlikte 1821 isyanı sayesinde kurulan Yunanistan’da isyancıların “Hiç bir Türk kalmayacak /Ne Mora’da, ne dünyada!” şarkısı eşliğinde (Phillips, 1897: 48 ) Mora Türklerini katlettiği göz önüne getirildiğinde “Türksüz Yunanistan” idealiyle benzer bir planın çok önceden uygulamaya konmuş hatta Bulgarlar, Ruslar ve Ermeniler tarafından örnek alındıktan sonra en son Türkler tarafından benimsendiği anlaşılmaktadır.  Türk ordusunun kesin başarısının ardından Trabzon Rum cemaati de TBMM riyasetine müracaat ederek Türk Ortodoks kilisesinin tesisini talep etmiş, İstanbul Rum patrikhanesiyle bağlantılarının kalmadığını beyan etmişse de onlarda mübadil olmaktan kurtulamamışlardır (İstikbal, sayı: 309. 22 Mayıs 1337).

[24] Augustinos, 1997: 199

[25] Merzifon Amerikan Koleji’nin müdürü G.E. White hatıratında bu tespiti dile getirildikten sonra Çarlık Rusyası’nın Karadeniz kıyısındaki Osmanlı topraklarındaki güçlü etkisini vurgulamıştır (White, 1995: 153, 203)

[26] Ruslar bu dönemden hemen önce “3 Roma “(Roma, Konstantinopolis ve Moskova) adını verdikleri bir projeyle tüm Ortodoks dünyasının dini ve siyasi varisi olduğunu deklare etmiştir. (Ortaylı, 2004: 67)

[27] St. Petersburg’da bir Yunan enstitüsü kurulmuş,  Rusya’ya göçen Yunanlılar’dan askeri bir birlik oluşturulmuş, Yunanlılar devlet hizmetine kabul edilmiş, Yunanlı din adamları Rusya’ya davet edilmiş,  diplomat, din adamları, ajanlar ve devlet adamları vasıtasıyla vasıtasıyla Rusya’nın Yunanistan’ı tek başına koruyabilecek güç ve kararlığa sahip olduğu Yunanlılara her fırsatta hissettirilmiştir. Ayrıca II. Katherina’nın 2. torununa Konstantin adının verilmesi, Yunanlı bir sütanneye emzirtilmesi gibi Yunanlılara hoş görünecek sembolik uygulamalar da gerçekleştirilmiştir (Hösch, I964: 182-85)

[28] İpsilanti adı İpsilanton’un bozuk formu olup, “İpsilli, İpsil köyünden” anlamına gelmektedir. Yunanca ipsilos (υψηλός) “yüksek; uzun; yüce, soylu, ulu” kelimesiyle ilişkili  olup aynı zamanda Akçaabat İlçesi, Ortaalan ve Çaykara ilçesi Arpaözü köylerinin de eski adıdır. İpsilanton adı Pontus arşivinde 1204 tarihinde Komnen hanedanı ile birlikte Trabzon’a yerleşen bir aile adı olarak geçerken Economides’e göre Komnenoslarla evlilik yoluyla bağ kurmuş Oflu bir ailedir (Skopetea, 1955:22; Economides, 1920: 9). Romen tarihçi Giurescu’ya göre Trabzon’dan göçmek zorunda kalıp İstanbul’un Yeniköy semtine yerleşen İpsilantiler zengin olduktan sonra Bizans’ın soylu ailelerinden olduklarını ve Komnenoslarla akraba olduklarını iddia etmişlerdir. İpsilanti ailesinin iyi eğitim görmüş fertleri Eflak ve Boğdan’da hospodar olarak görev yaparken Ruslarla iyi ilişkiler kurmuşlar, Aleksandr İpsilanti 1792’de Rusya’ya giderek Çar I. Aleksandr’ın hizmetine girmiştir (Bilgin, 2007: 37)

[29] Castellan, 1992: 275

[30] Ayrıca Yunanlıların Mora, Girit ve diğer adalardaki Türklerin mallarına sahip olacağı kararlaştırılarak kabul etmesi için Osmanlı devletine 1 ay süre verilmiştir.

[31] ATASE Arşivi: BDH, Kls. 2902; E.D. 305/Y.D. 420; F. 1-3. Bu belgede Eynesilli Vasil olarak bahsi geçen kişi Vasil Usta olmalıdır.

[32] Trabzon’da Deli Andon, Totor (Dikran), Kara İlya, Payas gibi Ermeni ve Rum çete reislerine Hristiyanların Osmanlı ordusunda askerlik yapmamalarını sağlamak, telgraf ve telefon hatlarını kesmek, Rus ordusunun işgal ettiği bölgelerde birlikte hareket etmek, silahlı isyanların çıkmasını sağlayarak Osmanlı ordusunun Rus cephesinden iç bölgeler asker sevk etmesine sebep olmak gibi görevler vermiştir.

[33] Yerasimos, 1988: 360-362