Karadeniz’de Osmanlı Rus Rekabeti
Makale: Özhan Öztürk
1530’da Dinyeper nehrinden teknelerle inerek Osmanlı’ya ait Özü Kalesi’ni (Cankerman) yağmalayan Kazaklar 1550-1650 arasında bir deniz gücü olarak sivrilip, etkinlik alanlarını Tuna ağzına genişlettikten sonra engellenememelerinden aldıkları cesaretle gözlerini Anadolu sahillerine dikmiştir. Kazakların Osmanlı kentlerine düzenli yağma saldırıları düzenlemeye başlamaları Karadeniz’i güvenli bir Türk gölü olarak algılanamayacağını ortaya çıkarmıştır.[1]
Kazakların Osmanlı liman ve kentlerini tehdit emesi
Irmak kıyılarında yaşayan Kazaklar, dillerinde “martı” anlamına gelen omurgasız, kürekli tekneler olup, Osmanlı savaş kadırgalarına nazaran üstün manevra kabiliyetline sahip şaykaları kullanıyorlar, 70 kişi hatta birkaç top alacak büyüklükte inşa edilenleri bile suya yakın olan şaykalar uzak mesafeden görülmediğinden, step atlıları başa çıkılması zor denizcilere dönüşüyorlardı. Küpeştelerine suda batmayan bataklık sazlarından demetler bağladıkları 300 teknelik filolar oluşturarak Karadeniz’in her köşesine yağma amaçlı akınlar yapıyorlardı[2]. 1614’de Sinop’u, sonrasında diğer Karadeniz kentlerini yağmalayan Kazaklar 150 gemi ve 80 bin askerle 1637’de Azak kalesini ele geçirmiş hatta 2 ay süren şiddetli Osmanlı saldırısını da püskürtmeyi başarmışlardır. Kazaklar kaleyi önce Rus çarına hediye etmişlerse de Ruslar Osmanlılar ile savaşmaktan çekinince işlerine yaramayan kaleyi 1642’de terk etmişlerdir.
Osmanlı’nın o güne dek çantada keklik olarak gördüğü Karadeniz’de Kazak tehlikesinin ortaya çıkışı, zaten kısıtlı olan deniz gücünün bir bölümünün Akdeniz’den bölgeye kaydırılmasını gerektirmiştir. Osmanlı için Karadeniz’e sahip olmanın maliyetinin artacağı yeni bir dönem başlarken, Karadeniz artık bir iç deniz değil “Dar’ül İslam”ın kuzey sınırı olarak algılanmaya başlanmıştır. Güney Karadeniz’in tümüyle İslam eyaletleri olması, Boğazlar ve Tuna’nın çıkışlarının tutulması, Kuzey Karadeniz’deki ideolojik ortak Kırım Hanlığı’nın varlığı ile Avrupa devletleri ile doğal bir bariyer olan steplerin varlığı, Osmanlı’nın o güne dek sahilde güçlü kaleler ve iç bölgelerde zayıf, vahşi, kendi halinde yaşayan tampon bölgelerin varlığına dayanan Karadeniz stratejisi geliştirmesine sebep olmuşsa da Ruslar’ın tarih sahnesinde boy göstermesi bu stratejiyi uygulanamaz kılmıştır.
Moskova Prensliği’nin Karadeniz’e inmesi
Moskova Prensliği, 1552’de Kazan ve 1556’da Astrahan hanlıklarını yıkarak Don ve Volga havzalarına yerleşerek hem Rus ekonomisine can verecek devasa tarım alanlarını ele geçirmiş hem de Orta Asya ile Kırım ve Anadolu arasındaki Hazar Denizi’nin kuzeyinden geçen ticaret ve Türkistanlı hacıların kesilen hac yolunu keserek Karadeniz’e inmek üzere bir adım atmıştır[3]. Rus prensi Korkunç İvan fetihleriyle Çar ünvanını alırken Rusların doğuya doğru genişleme siyaseti ile Osmanlıların var olan durumu koruma stratejileri ister istemez karşı karşıya gelmiştir. Ruslar başlangıçta emperyal gayelerden ziyade güvenlik sorunlarına çözüm bulmak amacıyla Tatarlar’a karşı saldırgan bir tavır takınmışlardır. 80 bin atlıdan oluşan bir ordu toplayabilecek güçteki Kırım Hanlığının küçük çaplı akınlarının bile en az 3 bin Tatar süvarisinden oluştuğu[4], sadece 17. Yüzyılın ilk yarısında 200 bin Hristiyan Slav’ın esir edildiği ve ancak kurtarmalık karşılığı[5] serbest bırakıldıkları düşünüldüğünde, Moskova hazinesini günden güne eriten bu haraç mekanizmasının yok edilmesinin yaşamsal önemde olduğu kolayca anlaşılacaktır. Korkunç İvan’ın cüretli hamlesinin ardından, Sokollu Mehmed Paşa, Don ve Volga nehirlerinin birleştirilmesi için emir verirken öte yandan da Astrahan Kalesi’nin fethini planlamış, II. Selim, Kırım Hanı I. Devlet Giray’a bir Hatt-ı Hümâyûn göndererek hazırlıklara başlamasını emretmiştir. 20 Eylül 1569 tarihinde Astrahan kuşatılırken, 30 bin işçi kanal kazısında çalıştırılmışsa da gerek kış mevsiminin gelmesi gerek ücretlerin ödenmesinde yaşanan sıkıntılar gerekse Giray Han’ın kanalın tamamlanmasının ardından Osmanlı’nın kendisine ihtiyacı kalmayacağı kuşkusundan dolayı projeden desteğini çekmesi yüzünden kazı durdurulmuştur. Prens Serebiyanov komutasında üzerine gönderilen 15 bin kişilik kuvvet yüzünden iki ateş arasında kalan Osmanlı ordusu bir yarma harekâtıyla kuşatmadan kurtulurken, Osmanlı donanması da bir fırtına büyük zarar görünce taraflar İstanbul’da bir saldırmazlık anlaşması imzalamak zorunda kalmıştır. Kazan ve Astrahan Hanlıkları’nın Rusya’ya bağlı oldukları zımnen kabul edilirken, Moskova bölgeye Rus yerleşimciler göndermiş, genişleyen hudut bölgesinin korunması için Kazak liderlerinin otoritesi kabul ederek Rus-Kazak ilişkilerini güçlendirmiştir.
Karadeniz steplerinde Rus -Tatar hakimiyet mücadelesi
1570 yılında Tatarlar Moskova’nın sınır kenti Ryazan’ı yağmalamış, 1572’de Giray Han 120 bin kişilik büyük bir orduyla Oka nehri civarında Rus ordusunu bozguna uğratarak başkente çekilmeye mecbur bırakmış hatta Moskova’nın varoşlarını yakıp yağmalayarak çok sayıda esirle birlikte geri çekilmişlerdir. Ertesi yıl Moskova’nın 60 km güneyinde yer alan Molodi köyü civarında Rus ve Tatar kuvvetleri karşı karşıya gelmişse de zafere ulaşan prens Mikhail Vorotynsky komutasındaki Rus güçleri olmuş, Tatar akınları yine de son bulmamış 1591, 1592, 1614, 1632, 1633, 1637, 1644, 1645 tarihlerinde yinelenmiştir.
1667’de Rusya Çarlığı ve Lehistan-Litvanya Birliği, Andrusovo Antlaşmasıyla öncesinde Lehistan-Litvanya Birliği yönetiminde olan Doğu Ukrayna Kazaklarını Çarlık yönetimine bağlarken en önemli kenti Çehrin olan Batı Ukrayna Kazakları Atamanı Petro Doroşenko Osmanlı himayesini tercih etmiştir. 1672-1676 tarihli Osmanlı-Lehistan Savaşı sonrasında 27 Ekim 1676’da İzvança Antlaşması ile Podolya bölgesini ele geçiren Osmanlılar Batı Ukrayna’ya komşu olmuştur. 1672’de Rus Çar’ına bağlı olan bu bölgenin atamanı Ivan Samoiloviç sözde tüm Ukrayna’nın atamanı seçildiğini ilan etmiş, Prens Gregory Romodanovski komutasındaki bir orduyla Petro Doroşenko’nun bulunduğu Çehrin Kalesi’ni kuşatmışsa da Osmanlılar’ın yardıma geldiği haberi üzerine kuşatmayı kaldırmıştır.
Ruslar 2 yıl sonra Çehrin’i yeniden kuşatmış, bazı Kazakların da karşı tarafa geçmesinin de yardımıyla kaleyi ele geçirince Doroşenko atamanlığı bırakmış ve Rusya’ya sürgüne gönderilmiştir. 1677’de İbrahim Paşa komutasında Tatar ve Osmanlı kuvvetlerinden oluşan bir ordu kenti kuşatmışsa da Rus ve Kazak süvarilerin karargâhına saldırmasının ardından İgul nehrine doğru geri çekilmek zorunda kalmış, 20 bine yakın kayıp veren Osmanlı paşası İstanbul’a döndüğünde tutuklanmıştır.[6] Ertesi yıl bizzat Sadrazam Merzifonlu Kara Mustafa Paşa 80 bin askeriyle 200 bin kişilik Rus ve Kazak ordularını Dinyereper’e geri çekilmeye zorladıktan sonra Çehrin’i yeniden kuşatarak, 21 Ağustos 1678’de ele geçirmiştir. 31 Ocak 1681’de Rus Çarlığı, Osmanlı Devleti ile Kırım Hanlığı arasında Bahçesaray Antlaşması imzalanarak, Dinyeper Irmağı, Osmanlı Devleti ile Rusya Çarlığı arasında sınır kabul edilmiştir[7].
Büyük Petro ve Rusya’nın Osmanlı Aleyhine Önlenemeyen Yükselişi
1689’da tahta çıkan Rus çarı Büyük Petro, Karadeniz’e kuzeyden giriş yolları olan Don ve Dinyeper ırmaklarını kontrol etmekle birlikte devletini büyütmenin tek yolunun henüz Osmanlı’ya ait olup, henüz ulaşamadığı Karadeniz’e çıkmak olduğuna inanıyordu[8]. 1686 yılında Polonya ile ebedi Barış Antlaşması imzalayan Ruslar, Avusturya, Venedik ve Polonya ile birlikte Türk karşıtı “Kutsal Koalisyon”un bir parçası olduktan sonra Rusya’nın güney sınırları sağlamlaştırmak amacıyla 1687 ve 1689’da Kırım Hanlığı üzerine 2 sefer düzenlemiş ama liderlik sorunları sebebiyle başarısız olunca Sofia Alekseyevna hükümeti de çökmüştür.
Büyük Petro 1695’te Rus gemilerinin Don ırmağın üzerinden Karadeniz’e açılabilmesi için ele geçirilmesi elzem olmasına karşın sadece 7 bin Osmanlı askerinin koruduğu Azak Kalesi üzerine 31 bin asker ve 170 top eşliğinde saldırırken çoğu Kazak süvarilerden oluşan Boris Sheremetev komutasındaki 120 bin kişilik ikinci bir ordu da Dinyeper civarındaki Osmanlı Kalelerinin üzerine başarısız birer sefer düzenlemiştir. Moskova’ya dönen Petro ikinci bir sefer için kuşatmaya destek verebilecek kadırga ve gambotlardan oluşan bir donanma oluşturmaya çalışmış, Hollanda’dan getirdiği bir kadırgayı örnek alarak Voronej’de çoğaltarak, 23 kadırga, 2 savaş gemisi, 4 ateş gemisi ve çok sayıda küçük tekneden oluşan Karadeniz’deki ilk Rus filosunu inşa ettirmiş, filonun amiralliğine de François Lefort adlı bir İsviçreliyi atamıştır. 27 Mayıs 1696’da Lefort komutasındaki donanma ile Şeremetev komutasındaki 70 bin süvarinin kuşattığı Azak Kalesi abluka altına alınmış, Osmanlı güçleri kendilerinden üstün kuvvetlere karşı ancak 19 Temmuz’a dek direnebilmişlerdir. Ruslar zaferlerini 1699 tarihli Karlofça anlaşmasında Osmanlılar’a onaylatırken, Azak savaşı Rusya’nın bir deniz gücü haline dönüşünün başlangıcı olmuş, hızla gemi yapımına girişilerek, 12 Eylül 1698’de Taganrog’da ilk Rus donanma üssü oluşturulmuştur. Bununla birlikte İsveç ile çatışmaya giren Rusya yatırımlarını Baltık donanmasına yapınca zaten Kerç Boğazı’nı tutan Osmanlı gemileri yüzünden Azak Denizi dışına çıkamayan Rus donanması çürümeye terk edilmiştir.
1709 yazında Poltova savaşında Rus ordusu İsveç kralı XII. (Demirbaş) Şarl’ın birliklerini bozguna uğratınca Şarl Osmanlılar’a sığınıp, Bender’de[9] ağırlanmıştır. 20 Kasım 1710 günü Sultan III. Ahmed Rusya’ya resmen savaş ilan etmiş, Büyük Petro, Moldova’nın Osmanlı vasalı Dimitri Kantemir ile ittifak yapmasına karşın 200 bin askerden oluşan General Boris Şeremetev (1652–1719) komutasındaki Rus ve Boğdan orduları Tuna nehrini geçen Sadrazam Baltacı Mehmed Paşa tarafından Prut nehri kıyısındaki Stanileşti kasabası yakınlarında 18 Temmuz 1711’de çembere alınmıştır. Bununla birlikte Baltacı’nın fırsatını bulmuşken Rus kuvvetleri yok etmek yerine anlaşmayı tercih etmesinin nedeni sır olarak kalmıştır[10].
21 Temmuz 1711’de imzalanan anlaşmaya göre Azak Kalesi Osmanlılar’a geri verilmiş, Taganrog kalesi yıkılmış, Boğdan’ın özerkliği kaldırılarak Osmanlı yöneticiler atanmış, Karadeniz’de ki Rus gemilerinden bazıları Osmanlılar’a verilmiş geri kalanı yakılmış ve İsveç kralının ülkesine serbestçe dönmesine izin verilmiştir.
1735 yılında Kırım Tatarlarının Ukrayna’yı yağmalamasını savaş sebebi sayan Rus çariçesi Anna İvanov’a gizliden anlaştığı Avusturya’nın askeri yardım ve desteğine de güvenerek Alman asıllı Field Marshal Burkhard Christoph von Munnich komutasındaki 62 bin kişilik Dinyeper ordusunu harekete geçirmiştir. Munnich, 17 Haziran 1736’da Kırım Hanlığı başkenti Bahçesaray’ı yakıp yıkmasına karşın ikmal yolları tıkanınca 12 Kasım’da geri püskürtülmüşse de 19 Haziran 1737’de Kont Petro Lassi komutasındaki Don Kazaklarından oluşan bir başka ordu teknelerle Azak kalesi önlerine taşınarak önce Azak’ı ardından Kılburun kalesini ele geçirmiştir. 12 Temmuz 1737’da Avusturya da Rusya’nın yanında savaşa girmiş, I. Stefan komutasındaki 36 bini süvari, 130 bin kişilik ordusu üç koldan Osmanlı topraklarında ilerleyerek Belgdard’ı elde etmişlerse de 21-22 Temmuz 1739’da Grocka’da mağlup edilerek Belgrad’ı boşaltmak zorunda kalmışlardır. Lassi, Temmuz 1737’de 40 bin kişilik bir kuvvetle Kırım’a girerek Kasarubazar’ı[11] ele geçirmişse de burada da tutunamamış, ama Munnich Özü Kalesini fethetmeyi başarmıştır.
Hotin kalesinin düşmesi
15 Ağustos 1738’de karşı saldırıya geçen Osmanlılar Özü ve Kılburun’u kurtarmayı başarmışlarsa da zaferleri uzun soluklu olmamıştır. Munnich, Lehistan ile anlaşarak Polonya üzerinden Osmanlı ordusunun arkasına dolanarak Hotin civarında Serasker Veli Paşa ile çatışmış, 2 kat fazla zayiat vermekle birlikte önce Hotin ve Bender kalelerini ardından Yaş kentini almayı başarmış, tam Eflak üzerine yürümeyi planlarken 18 Eylül 1739’da Avusturya’nın Osmanlı İmparatoluğu ile Belgrad Antlaşması yaptığını duyunca ordusunun kuşatılması ihtimaline karşın barış yapmayı kabul etmiş, Fransızların arabuluculuğuyla 3 Ekim 1739’da Niş kentinde barış anlaşması imzalanmıştır. Bu antlaşmayla Rusya toprak kazanımlarını iade ederken Azak kalesindeki topları sökmeyi ve Karadeniz’de donanma bulundurmamayı da taahhüt etmiştir.
Çariçe II. Katherina (1729–1796) o güne dek sürdürülen geleneksel Rus stratejisi olan güneydeki step bölgesini elde etmek ve Karadeniz’i tümüyle kontrol etme planını bir adım öteye götürerek, Konstantinopolis’i ele geçirip tekrar Hristiyanlaştırmayı Rus ülkü ve modernleşmesinin merkezine koyan emperyal bir fetih politikasını benimsemiştir. Lehistan kralına isyan eden soyluları sindirmek üzere Lehistan’a giden Kazakların Osmanlı sınırları içerisinde bulunan Balta ve Kraşkova kentlerine girip 1000 civarında sivili katletmesi üzerine Osmanlının “casus belli” hakkı doğmuş[12], Divan’ın 4 Ekim’de toplanmasının ardından, sadrazam Muhsinzade Mehmed Paşa’nın askeri açıdan[13] hazır olunmadığına dair uyarılara rağmen[14] III. Mustafa 8 Ekim 1768 tarihinde Rusya’ya savaş ilan etmiştir.
Savaş Kırım Hanı Giray’ın Ocak 1769’da 100 bin askeriyle Ukrayna’ya saldırısıyla fiilen başlamış, Han’ın komutanları Nurettin 40 bin askeriyle Küçük Don bölgesine, Kalgay ise 60 bin askeriyle Dinyester nehrinin sol yakasına yürümüş çok sayıda esir alarak[15] ilerlemişlerdir[16]. Yağlıkcızade Mehmed Emin Paşa komutasındaki Osmanlı ordusu 22 Mart 1769’da İstanbul’dan ayrılmış, 26 Nisan’da Davutpaşa garnizonunda konaklanmış, İshaklı yolundayken Rusların Hotin Kalesi civarında görüldüğü haberi Hantepesi’ne ulaşıldığında ise Rus ordusunun Hotin’e ulaştığı öğrenilmiştir.
Yeğen Hüseyin Paşa’nın savunma sırasında kazayla kendi askerlerince öldürüldüğü[17] Hotin, Osmanlı devletinin kuzey sınırında Dinyeper nehrine hâkim stratejik bir mevkide kurulmuş bir kale olup, 1769 yılı boyunca Rus ordusu tarafından 3 kez kuşatılmıştır. Hüseyin Paşa’nın ölümünden sonra Ahıskalı Hasan Paşa kaleye komutan olarak atanmışsa da yamakların itirazı dikkate alınarak yerine Kahraman Paşa seçilmiştir. Nisan ayında 30 bin kişilik bir orduyla kaleyi kuşatan Rus askerlerinin sayısı kısa zamanda 80 bini (60 bin Rus, 5 bin Leh, 5 bin Buldanlı, 10 bin Kazak) bulmuş, 7 gün aralıksız saldırmalarına karşın kale kararlılıkla savunulunca, Ruslar 35 bin kayıp vererek Polonya’ya doğru çekilmiştir[18]. Kuşatma devam ederken Abaza Mehmed Paşa komutasındaki 6 bin süvari Ruslar Değirmen Boğazı mevkiindeyken bölgeye gelmiş başlayan göğüs göğüse muharebede 14 bin Rus öldürülmüştür[19]. Temmuz ayında Osmanlı sadrazamı Polonya federasyonuna Rusları Polonya’dan çıkarmak için Mehmed Paşa komutasında 60 bin asker yardım göndereceğini bildirmişse de o yıl hasat kötü olduğu için Polonyalılar yardım kuvvetlerini ağırlayamamış bu sırada General Golitsyn komutasında bir Rus ordusu Temmuz ortalarında Hotin’i 27 günlüğüne ikinci kez kuşatmıştır. Leh ordusu Prusya, Avusturya ve Rusya tarafından üç koldan sıkıştırıldıktan sonra Rus General Aleksandr Suvorov tarafından 23 Mayıs ve 23 Kasım 1771 tarihlerinde iki defa mağlup edilmiştir. İlk kuşatmada saatte 500 top atışı yapılan Hotin kalesinden -Ruslar topçu askerleri hedeflediğinden olacak- ikincisinde neredeyse hiç top ateşlenmeyince[20] Rusların işi kolaylaşmıştır. Rus saldırılarının sonu gelmeyip üzerine mali sorunlar ve lojistik yetersizlikler de ortaya çıkınca, Mehmed Emin Paşa askerler üzerinde kontrolü kaybetmiş, 12 Ağustos görevinden alınarak yerine Moldovancı Ali Paşa getirilmiştir. Moldovancı Ali Paşa Rus ordusunun moralini bozmak ve zayıflatmak amacıyla Polonya’ya yürümeyi planlarken, Rusların kendisinin kışın geri çekilip Hotin’i savunmasız bırakacağını düşündükleri anlayıp, karşı strateji geliştirmeye çalışmış, Dinyester üzerine bir köprü inşa ettirmiş hatta 9 Eylül’de karşı tarafa geçerek siperler kazdırmıştır. 8 günlük savaşın sonunda köprünün yıkılmasıyla panikleyen Osmanlı askerleri dağılıp, bazıları nehre atlayıp geri dönmeye çalışmış diğerleri kendilerini çok üstün Rus kuvvetlerine karşı umutsuzca direnmişse de 17 Eylül’e kadar yok edilmişlerdir. Ali Paşa bu başarısızlık üzerine moralsiz askerleriyle birlikte Hantepesi’ye çekilmeye karar vermişse de kışın yaklaşması ve kalenin düşeceğinin kesinlik kazanması üzerine kimse kalede kalmak istememiş, kale Ruslar’a terk edilmiştir.
Ruslar, 21 Eylül 1769’de Hotin’e girmesi savaşın dönüm noktası olmuş, böylece Ruslar Osmanlılar’a karşı kesin üstünlük sağlarken, senenin sonuna kadar Eflak ve Boğdan’ın da büyük bölümünü ele geçirmişlerdir. Osmanlı ordusu kışı geçirmek için Dinyester nehrinin kuzeyinde yer alan Babadağı’na çekilirken, Moldovancı Ali Paşa görevden alınarak yerine İvaz Paşazade Halil Paşa getirilmiş Rus tarafında ise Golitsyn yerini Rumiantsev’e bırakmıştır. Kış boyunca Ruslar, Bender, İbrail, Yergöğü, Kalas ve Silistre’ye saldırılarını sürdürmüşlerdir. Halil paşa, Giray Han’a 50 bin hafif süvarisiyle Yaş’a saldırmasını emrederek, Abaza Mehmed Paşa ve Dağıstanlı Ali Paşa’yı 30 bin askerle birlikte kendisine yardıma göndermiştir. Bununla birlikte ağır yağmur altında taşan Prut nehrini geçemeyen Giray Han, Hantepesi’ndeki Rus karargâhına saldırmış onları aşarak Yaş’a ulaşamaya çalışmıştır. Yeniçerilerin komutanı Kapıkıran Mehmed Paşa sallarla nehri geçerek, Han ile Abdi Paşa’nın ordusuna katılmayı denemiştir. Osmanlılar Falça (Larga) karargâhında saldırı planlarken 16 bin kişilik Rus generali Petro Rumiantsev (1725-1796) komutasındaki birlikler 19 Temmuz’da ani bir baskın yapmış, Osmanlı ordusu tüm cephanesini savaş alanında bırakarak dağılmıştır.
2 Ağustos’da iki ordu Kartal (Kagul) ovasında karşılaşmış Osmanlı ordusu sayıca fazla olmasına karşın Rusların topçu gücü karşısında çok kayıp verip, 4 saat içinde dağılınca, zafer Rusların olmuş, akabinde Bender, Akkerman, İsmail, Kili ve İbrail düşmüştür. Rusların teklifiyle 16 Ekim 1770’de iki devlet arabulucular vasıtasıyla barış görüşmelerine başlamışlarsa da Rusların barış isteğini zayıflıklarına yoran İstanbul bürokrasisi savaşa devam emri vermiş[21] 6 Kasım’da Rus teklifi reddedilmiştir. Rusya’nın Tuna’nın kuzeyine yerleşmesinden rahatsız olan Avusturyalılar, Osmanlılar ile gizli bir ittifak anlaşması yaparken, Osmanlılar Avusturya’ya 4 bin çuval akçe göndererek karşılığında Rusların ilerlemesi durumunda askeri destek sözü almışlardır[22].
1768-1774 Osmanlı-Rus savaşının en çarpıcı olayı şüphesiz Rus donanmasının son derece başarılı olan sürpriz Akdeniz seferi olmuştur. II. Katerina’nın emri ve İngilizlerin teknik yardımıyla Rusya’nın son derece güçlü olan Baltık filosu, Baltık Denizi – İngiltere – Atlantik Okyanusu rotasıyla Avrupa’nın kuzeyinden dolaştırıp, Cebelitarık üzerinden Akdeniz’e sokulmuştur. 7 kalyon, 4 firkateyn ve çok sayıda nakliye gemisinden oluşan Amiral Spiridov komutasındaki Rus filosu 20 Şubat 1770’de Mora’ya varırken, 10 gemiden oluşan diğer filo İngiltere’de demirlemiş, Britanya donanmasından emekli olmuş Amiral Elfinson bu donanmayı da Nisan ayında Akdeniz’e getirmiştir.
Rus planı, Baltık donanmasıyla Çanakkale Boğazı’nı ulaşıma kapatarak İstanbul’a Mısır’dan yardım gelmesini engellemeyi ve Osmanlı başkentinin fethini kolaylaştırmak üzerine kurulmuştur. Bununla birlikte beklenmedik bir fırtına Rus donanmasını Maina’da demirlemek zorunda bırakınca Rusların uzun süredir Osmanlı yönetimine karşı ayaklanmaları konusunda cesaretlendirdiği Mora Rumları durumu bir işaret olarak algılayarak isyan çıkarmışlardır[23]. Ruslar bu gelişme üzerine planlarını değiştirmiş 28 Şubat 1770’de Fyodore Orlov komutasındaki 500 askerle birlikte Maina’daki 50 bin Rum’u organize ederek bizzat isyana katılmış ve 2 ay boyunca Koron Kalesi’ni kuşatmışlardır. Kuşatma başarısız olmuşsa da isyancılar Mizistre, Modon ve Londar’da çok sayıda Müslümanı katletmişlerdir. İsyancılar 9 Nisan 1770’de Tripolis’e saldırmışsa da Muhsinzade Mehmed Paşa 10 bin civarında askerle bölgeyi 1 ay içerisinde kontrol altına almış, Osmanlı donanması ancak 27 Mayıs’ta Mora’ya ulaşmış böylece Rus ve Osmanlı gemileri ilk olarak Akdeniz’de karşı karşıya gelmiştir.
6 Temmuz 1770’de İzmir yakınlarında Çeşme ile Khios (Sakız) adaları arasında 16 kalyon, 6 firkateynden oluşan Osmanlı donanması ile ikinci filonun da eklenmesiyle 9 kalyon, 4 firkateyn, 4 savaş gemisi, 1 alev gemisinden oluşan Rus donanması karşı karşıya gelmiştir. Cezayirli Hasan Bey’in kalyonunun amiral Spridov’un kalyonuna saldırmasıyla başlayan deniz muharebesinde Osmanlı güçleri sayıca üstün olduğu halde, ateş gücü üstünlüğü ve Britanyalı amiralin Elfinson’un zekice savaş taktikleri sayesinde çekilmek zorunda kalmıştır. Çeşme limanına sığınan Osmanlı filosu Rusların kendilerini takip edemeyeceği yanılgısına düşüp demirleyince Amiral Elfinson bu hatayı affetmemiş ve tüm filoyu yakarak Rusya’ya çarpıcı bir deniz zaferi kazandırmıştır. Rusların bile beklemediği bu başarı ile Osmanlı’nın Akdeniz filosu yok edilince Ülgün ve Bar tersanelerine yeni gemiler inşa edilmesi emri verilmiştir. Ruslar, İzmir’e saldırmak yerine Eylül ayında Limni adasındaki Mondros limanını topa tutarak adayı kuşatmışlardır. Adadaki askerler ciddi direniş gösterirken 7 Ekim’de 1100 askerle adaya çıkan Cezayirli Hasan Bey, Rusları Saros körfezine çekilmek zorunda bırakmıştır. Rodos ve Eğriboz adalarına da saldıran Rus gemileri ancak bir kaç ada civarını kontrol altında tutup, Osmanlı ticaretini kısmen engellemişse de Rusların esas kazancı artık bir deniz gücü olduğunu diğer Avrupa ülkelerine ispatlaması olmuştur.
Kaynak: Özhan Öztürk. Pontus: Antik Çağ’dan Günümüze Karadeniz’in Etnik ve Siyasi Tarihi (Genişletilmiş 3. Baskı). Nika Yayınları. Ankara, 2016
Karadeniz’de hakimiyet Mücadelesi makale Serim
Karadeniz’de Ortaçağın İtalyan Deniz Güçleri: Venedikliler ve Cenevizliler
Karadeniz’de Osmanlı Rus Rekabeti
1821 Yunan isyanı’nın Osmanlı Rus İlişkilerine Etkisi
Kaybedilen ilk İslam Toprağı ‘Kırım’ ile Osmanlı’da Sonun Başlangıcı
Rus Çarlığı’nın Kırım’ı ilhakı sonrası Tatar halkının durumu (1783-1939)
Tatar Sürgünü ve Tatarların geri dönüş mücadelesi (1939-)
1864 Abhaz ve Çerkez sürgününün sebep ve sonuçları
93 Harbi (1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı)
1. Dünya Savaşı sırasında Karadeniz
2. Dünya Savaşı’nda Karadeniz’de kendini batıran Alman Denizaltıları
Notlar
[1] Sorobey, 2003: 26-32
[2] Ostapchuk, 2001: 28-39
[3] İnalcık, 1948: 349
[4] Khodarkovsky, 2002: 17
[5] Çar sadece 17. yüzyılın ilk yarısında Kırım hanına 6 milyon ruble haraç ödemiştir (Khodarkovsky, 2002: 223)
[6] Davies, 2007: 160, 161
[7] Paxton, 2004: 195
[8] King, 2008: 180
[9] Günümüzde Moldova sınırlarında yer alan bir şehrin Osmanlıca adı olup, Ortaçağ kaynaklarında Romence Tighina veya Slavca Tyagyanakaça (Тягянакача) formlarıyla kayıtlıdır.
[10] Baltacı’nın isyana teşebbüs eden ve avantajlı konumlarına karşın savaşmak istemeyen yeniçerilere güvenememesi veya saray çevresinde dedikodusunun yapıldığı gibi rüşvet alması akla gelen ihtimallerdir. Eğer Baltacı kuşattığı Rus ordusunu yok edip, vizyon sahibi bir lider olan Büyük Petro’yu ortadan kaldırabilseydi, Osmanlı imparatorluğunu yıpratarak askeri ve mali açıdan çökmesine sebep olan bir dizi Osmanlı-Rus savaşı gerçekleşmeyebilirdi.
[11] 1944’de adı Bilohirsk (Білогірськ) olarak değiştirilmiştir.
[12] Uzuncarşılı, 1982: IV/I, 367; Fischer, 1970: 31
[13] Osmanlı ordusu üç bölümden oluşmaktadır: Yeniçeri ve sipahilerden oluşan düzenli ordu (25.000), yerel kuvvetler (150.000) ve Kırım Tatarları (100.000). Özü kalesinde 14.200, Hotin’de 3.100 asker bulunmaktayken, Kırım’ın savunması için 24.000, Bender için 15.000 asker ayrılmıştır.
[14] “Bar Heyetinin Osmanlı topraklarına ilticası sırasında Rusların onları takib ederek hududu geçmesi üzerine hükümet Ruslara harb ilanı için bir vesile bulmuştu; fakat Muhsinzade Mehmed Paşa böyle sellemehüsselam koca bir devletle derhal harp edilemiyeceğini, hududlara asker ve mühimmat koyup kalelerde tahkimat yapıldıkdan sonra muharebeye girilebileceğini ve bunlar yapılmadan derhal harp ilan edilecek olursa ordunun hududa varmasına kadar pek çok fenalık zuhur edeceğini bu sene kalelerin tahkimi ile içine asker, mühimmat ve zahire konulup sair iktiza eden hazırlık ile vakit geçirilerek harbin gelecek seneye bırakılmasını beyan etti ise de…” (Uzunçarşılı, 1982: IV/I, 367)
[15] Danişmend (1992 IV, 44) esir sayısını 20 bin olarak verirken, De Tott (1996: 137) 15 bin, Hammer ise 7 bin rakamını vermişlerdir.
[16] Tott, 1996: 134
[17] Topkapı Sarayı Arşivi No. E. 2380/ 254
[18] Topkapı Sarayı Arşivi No. E. 5801/2
[19] Tansel, 1950: 524; Kesbi, 2002:. 52
[20] Kesbi, 2002: 53
[21] Ahmed Resmi Efendi, 1307 (Hicri): 55
[22] Sorel, 1898: 224
[23] Uzunçarşılı, 1982: IV/I, 394