Yunanlılar Antik Çağ’da Karadeniz’e nasıl yerleşti?
Makale: Özhan Öztürk
Karadeniz’de ki Yunan kolonilerinin haritadaki konumu incelendiğinde hepsinin sahilde ve nehir ağızlarına yakın konumlandırıldığı, kolayca savunulabilen yarımadaların ve liman özelliklerinin tercih edildiği görülmektedir. Özellikle kuzey ve kuzeybatı Karadeniz’de geniş ovalara açılan sahil düzlükleri kıyıdaki koloniler ile Yunanlıların gelişinden önce nispeten uygarlaşmış iç kesimler arasındaki ilişkiyi kolaylaştırmıştır. Buna karşın güney ve güneydoğu Karadeniz’de sırtını dağlara dayayan sahil kolonileri ile iç kesimler arasındaki ilişki aynı ölçüde yoğun kurulamamıştır. Muhtemelen bu yüzden Karadeniz’in kuzey ve batısına yerleşen Yunanlılar doğal sınırlarla ayrılmadıkları yerli halklarla büyük ölçüde asimile olup kaybolurken, Kuzey Anadolu sahili ile Anadolu ovaları arasında geçilmez bir duvar ören Karadeniz sıradağları Yunan kolonilerini, Yunan dil ve kültürünün 20. yüzyıla dek varlığını sürdürmesine yardımcı olmuştur.
Yunanlıların koloni kurmak için aradığı özellikler neydi sorusuna en iyi cevabı Genç Kyros’un sonu felaketle biten seferinden dönen ve “On binler” olarak bilinen Yunanlı askerlere eşlik eden Ksenofon’un, MÖ 399 yılında site kurmak için ideal bir yer olarak gördüğü Kalpe limanını tarif ederken vermektedir:
“Kalpe Limanı, deniz yoluyla bu şehirlerin birinden öbürüne gidilirken, Byzantion ile Herakleia arasında, yarı yoldadır. Yüksek bir burun denize doğru uzanır; denizde uzanan kısım en alçak kısmının yüksekliği yirmi kulaçtan aşağı olmayan sarp bir kayadır. Kayanın eteğinde kumsalı batıya bakan liman yer alır. Asıl kıyıda yüksek burnun altında büyük bir tatlı su pınarı vardır. Deniz kıyısında her türden birçok ağaç, özellikle de gemi yapımına elverişli ağaçlar vardır… Ülkenin geri kalan kısmı güzel ve geniştir birçok kalabalık köy vardır; çünkü toprak arpa, buğday, her çeşit sebze, darı, susam, yeterince incir, hoş bir şarap çekilen birçok üzüm ve zeytin ağacı dışında her tür bitki üretir.”[1]
Çoğu sefere cömertliğini duydukları Kyros’un hizmetinde para kazanmak amacıyla çıkmış Yunanlı askerler bir an için Kalpe’ye site kurulması art düşüncesiyle getirildiklerini sanmışlarsa da, Ksenophon ve diğerlerinin Pers prensinin mağlubiyetinden sonra sağ salim Yunanistan’a dönmekten başka bir amacı kalmamıştır[2].
Koloni, Apoika, Emporium ve Oiksit
Tabii ki “koloni” derken Yunan kaynaklarında bu yerleşimler için farklı isimler kullanıldığını ve bunların farklarını doğru tanımlamak gerekmektedir. Sözgelimi “emporion” yerli halkla ticaret yapmak amaçlı kurulan basit yerleşimlerken, yabancı topraklarda kurulan bir topluluk tarafından yaratılmış diğer bir topluluk olan kent devletlerine Yunanca “evden uzakta” anlamına gelen “apoikiai” adı verilmekteydi. Nadiren de olsa dini tanımlamalar da yapılmış olup, Delphi gizemciliğine ait “oikist” yani “bir kentin kutsal ateşini ötekine taşıyan manasındaki tabiri de bazı Yunan kolonilerini tanımlamak için kullanılmıştır[3]. Apoikia, mimari yapısal ögeleri açısından (dini yapılar, kamu binaları vs.) polis ile benzer olmakla birlikte yönetim yapısı hakkında pek bir şey bilinmemektedir. Benzer şekilde Karadeniz’de kurulan emperionların yapısı hakkında da fazla bir şey bilinmemekte, politik statüsü belirsiz, yerel krallara tabi yerleşimler oldukları sanılmaktadır. Kolonileşme sürecinin MÖ 6. Yüzyılda hız kazandığı tapınak ve taş binların yapımının ardından ‘horai’ adı verilen kentin etrafındaki kırsal alanın kontrol edilmeye çalışıldığı anlaşılmaktadır ki örneğin Olbia ve Khersonesus Taurica kolonilerinin her birinin bu dönemde 1.5 milyon dönüm araziye sahip olduğu anlaşılmaktadır[4].
Karadeniz kıyılarının Kolonileşme Süreci
Karadeniz sahilinin büyük bölümü Yunanlılarca kolonize edilmemiş, kurulan koloniler arasındaki mesafe de Ege’de ki Yunan kentleriyle kıyaslanınca çok daha fazla olmuş, ayrıca sözgelimi Sicilya’nın kolonizasyonu ile kıyaslanınca çok da yavaş gerçekleşmiştir[5]. MÖ 7 ve 6. yüzyıllarda kolonilerden birisinin yok edildiğine dair iz bulunmaması kolonizasyonun ilk döneminde Yunanlılar ile yerlilerin barış ve uyum içinde yaşadığı düşündürmekteyse de[6] MÖ 5. Yüzyıldan itibaren kentlerin surlarla çevrilmesi[7] yeterli bir veri olmasa da yerli halklar ile kolonistler arasındaki ilişkilerin değiştiğine delalet olabilir. Bu dönemde Pers kontrolünde Kolhis, Paphlagonia, İskitya ve Trakya’da yerel krallıkların kurulması değişimin sebebi olmalıdır. Bir istisna olarak İstros’un diğerlerinden yüz yıl önce (MÖ 575-550) surlarla çevrili olması[8] daha eski bir sürtüşmenin izi olarak yorumlanabilir. Yunan kolonizasyonunun MÖ 7. yüzyıldan önce gerçekleştiğine dair kesin deliller ileri sürülen Histria, Apollonia, Olbia ve Sinop bir süre sonra sonradan kurulacak kolonilere dini ve politik açıdan önder olmuştur. MÖ 6. Yüzyılın başlarında ikinci bir göç ve kolonizasyon dalgası yaşanmış[9], sayıca artan Helenler bir yandan koloni kentlerinin çevresindeki tarım alanlarının genişlemesini sağlarken öte yandan yeni kentler kurmuş, kerpiç yapıların yerine taş binaların yapımı da hızlanmış, Histria MÖ 575 tarihinde etrafı surlarla çevrilen ilk Yunan kolonisi olmuştur[10].
MÖ 6. yüzyıl ortalarında Persler’in Anadolu’yu işgali yeni koloniler kurmasını sağlayacak yeni ama küçük bir göç dalgası yaratmıştır. Son olarak ise MÖ 5. yüzyılın son çeyreğinde Pers yönetimine karşı ayaklanan İonların başarısızlığı Karadeniz kolonilerine kalabalık bir göçmen dalgasının gelmesini ve yeni kolonilerin kurulmasını sağlamıştır.
Üçüncü kolonizasyon dalgası ise Akhaemenid[11] hanedanının baskısı altındaki Milet’ten MÖ 560 tarihinde zorunlu göç formunda başlamış olup, bu dönemde Kolhis gibi Karadeniz’in daha önceden yerleşilmemiş köşeleri de kolonize edilirken Miletoslu olmayan Megarialılar ve Boeotialılar da ilk kez Karadeniz kıyısında koloni oluşturmuştur[12].
Karadeniz’in bazı bölgelerinde örneğin Dinyeper’in doğusu, Pityous’un kuzeyi, Kırım’ın batısı ve Rize’nin doğusunda Yunan kentlerine rastlanılamaması ancak bu bölgelerin ticari verimsizliği ya da yerlilerin direnişi sebepleriyle açıklanabilir. Tabii ki coğrafi etkenlerde söz konusu olup, Karadeniz’in kuzeyinde derin limanların sayısı parmakla sayılacak denli az olması da kolonizasyonu etkilemiştir. İç kesimlere kolay ulaşım sağlayan büyük nehir ağızları yerleşmek için uygun oplup, örneğin kuzey sahilindeki ilk yerleşimlerden birisi olan Berezan, Herodot’un verimliliğini övdüğü Borysthenes[13] nehri ağzında bir yarımadada kurulmuştur[14]. Miletlilerin Azak Denizi’nin girişini kontrol eden bir noktada kurduğu Panticapeum[15] kentinin kurulma nedeninin ticaretin yanı sıra stratejik hesaplara dayandığı açıktır. Peki, Yunanlılar’ın topraklarına yerleşmesinden yerlilerin bir kazancı var mıydı? Neden ülkelerinde yabancı kolonistlerin varlığına göz yumdukları sorusu akla gelebilirse de kolonilerin sadece Yunanlılar için değil yerliler içinde bir kazanç kapısı olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. İlk emporionların kurulması için yerli kabile şeflerine haraç[16] ve elde edilen kardan yüzde vermiş olmaları muhtemeldir. Doğu ve kuzey kolonileriyle karşılaştırıldığında Yunanistan’a kara yoluyla da ulaşılabilen Tuna deltasının üzeri ve güneyinde yer alan Odessus, Megara, Apollonia, Nesebar ve Sozopolis gibi Batı Karadeniz kolonilerinde yaşayan yerli Traklar hem Yunan kültüründen önemli ölçüde etkilendiklerinden hem de daha istikrarlı siyasi yapılar inşa ettiklerinden karşılıklı ticaret daha hevesli ve güven içinde gerçekleştirilmiştir[17].
Yine akla gelen bir soru da Theraealılar’ın Libya’da kurduğu Kyrene adlı koloni örneğindeki[18] gibi Karadeniz’de başarısız kolonizasyon girişimleri olup olmadığıdır. Tarımcı Kyreneliler başlangıçta yerliler ile iyi geçinmekteyken zamanla topraklarının sınırlarını Libyalılar aleyhine genişletince ilişkiler gerilmiştir. Savaşı Yunanlıların kazanması muhtemelken, Mısır kralının Libyalılar’a yardım için ordusunu göndermesi koloninin sonunu getirmiştir. Kimmerler tarafından yıkılıp yeniden kolonize edilen Sinop kentinin ilk kuruluş tarihi de bir sonuca ulaşmaksızın pek çok yazar tarafından tartışılmıştır[19]. İç bölgelerle ilişkisi olması muhtemel yerli halkın ilk kolonistlerle çatışması Habron liderliğindeki bir ayaklanma ile koloniyi yıkmış olması muhtemeldir[20]. Anabasis’te koloni kurmak için ideal coğrafi özelliklere sahip olmasına karşın Yunanlılar’a karşı kıyıcı davranan Bithynia Trakları’nın yaşadığı[21] Kalpe Liman’da[22] o güne dek site kurulmamış olması da ancak yerli halkın direnci ile açıklanabilir. MÖ 630 yılında kurulup 5. yüzyılda yok olan Milet emporionu Taganrog gibi yerleşimlerin terki ise yerel direncin yanı sıra belki ticari cazibenin yitirilmesi ile de açıklanmaktadır. Bazı koloniler ise gerek İonia ve Yunanistan ile ilişkilerin dolayısıyla ticari önemlerinin azalması ve iç bölgelerde yaşayan Yunan asıllı olmayan halklarla ilişkilerin bozulması sonucu kendini yavaş yavaş tüketmiş, hatta kolonist Yunanlıların çoğu Yunanca konuşmayı bile unutmuşlardır. Dionisos Hristomos’un MÖ 1. Yüzyılda geldiği Olbia bu kolonilerden birisi olup, halkı barbar Getlerin saldırıların sinip surların içerisine çekilmiş, liman korsanların ve düzenbazı birkaç tüccarın eline geçmiş, Ege ile ticareti hemen hemen sona ermiş, tapınak ve kutsal yerleri tahrip edilmiş, Yunanlılarda yerliler gibi giyinip davranmaya başlamışlardır[23]. Anavatandan uzaklaşan toplulukların yozlaşması beklenen bir durum olup, Ortaçağ’da Kırım’ında kurulan Ceneviz kolonisi Kefe’de bile bir nesil içinde farklı gelişmeler olmamıştır. Kente gelen Kordobalı Pero Tafur, İtalya’nın en iyi ailelerinin oğullarının burada Tatarlarla ilişki kurunca uygarlıktan uzaklaştığını bildirmiş dahası Kırım Hanlarının aldıkları haraçtan memnun kalmadıklarında kent girişinde silahlı bir Tatar grubunun belirmesine dikkat çekerek kolonist – yerli ilişkilerinin o döneme dek pek değişmediğini vurgulayan bir örnek de vermiştir[24].
İlk apoikaların kendi horalarını hemen oluşturamadıkları göz önüne alındığında, Yunanlı kolonistlerin tarım ve zanaat faaliyetlerine başlamadan önce hayatta kalabilmek için yerlilerle ticaret yapmaktan başka bir şansı olmadığı açıktır.[25] İlk Karadeniz kolonilerini kuran Yunanlılar yerli kabile şefleriyle özel antlaşmalar yaparak veya haraç vererek yerleşimlerinin güvenliğini sağlamış ve tarım yapabilecekleri alanları satın almışlardır[26]. İskit yerleşimlerinin yanı sıra MÖ 7. Yüzyıl Trak ve Get yerleşimlerinde özellikle yerel seçkinlere ait tümülüslerde ticari obje olmayan, hediye değiş tokuşu yapıldığını düşündüren MÖ 6. yüzyıla ait Yunan keramiklerinin bulunması[27], bu iddiayı güçlendirmektedir.
Polis ve Hora
Herodot, bir Helen kentinde “aynı kanı taşıyan, aynı dili konuşan, aynı tanrıların tapınak ve kültürlerine, aynı yaşam tazına sahip insanların” yaşadığını belirtirken[28] etnisiteyi köken, dil, inanç ve kültür ile özdeşleştirmiştir. Eski Yunanca hora[29] Yunan kenti polisi çevreleyen kentin ekonomik ve politik açıdan hâkim olduğu, kent mezarlığının, tarımsal faaliyetlerin yürütüldüğü kırsal alanın adı olup[30], kolonilerde Helenler ve yerli kültürlerin hem kaynaştığı hem de sınırlarının çizildiği bölge özelliği taşımaktadır.
Herodot, Kuzey Karadeniz’de göçebe İskitlerin kurban törenlerini, eti nasıl hazırladıklarını, savaş zamanı davranışlarını, kralın görevlerini, gömme törenlerini detaylı olarak anlatırken[31] onlara komşu diğer yerliler hakkında da bilgi vermiştir: Örneğin İskit kıyafetleri giyen Argipyalılar[32] ve insan eti yiyen Androphagiler’in[33] İskitlerden farklı dilller konuştuklarını, Yunan kültürüne adapte olmuş Gelonilerin ise Yunanca ile İskit dili karışımı bir dili konuştuklarını bildirmiştir[34]. Herodot’un Yunanlılar ve ötekiler tablosunda Geloniler dikkat çekici olup, göçebelerin Yunan kültürü ile ilişkisi sınırlı iken tarım ile uğraşan yerleşik yerlilerin Yunanlılar ile kısmen de olsa kaynaşmaya başladığı görülmektedir. Yine Herodot’tan öğrendiğimiz[35] kadarıyla annesi Histrialı bir Yunanlı olup, zamanının büyük bölümünü Olbia’da ki evinde geçiren, Yunan tanrılarına tapınıp bir Yunanlı gibi davranan bu yüzden de askerleri tarafından sevimsiz bulunup, Yunanlılardan birisi olduğu düşünülen İskit kralı Skyles’in, Trakya’ya kaçmasına karşın kardeşi tarafından öldürülmesi ilginç bir hikâye olmasının yanı sıra yerli – kolonist ilişkilerinin konu din ve kültür olduğunda ne derece hassas olduğuna dair ipuçları vermektedir. Helenlerin, “Barbar[36]” olarak nitelediği Karadeniz kıyılarında yaşayan pastoral göçebe toplumlarla karşılaşması ve kültürel alışveriş içine girilirken kimlik konusunda çizilen sınırlar, hem klasik dünyada hem de sömürgecilik çağı sonrasında, özellikle Avrupalı kimliğini Eski Yunan üzerine oturtmaya çalışan 19. Yüzyıl tarihçileri tarafından “ilk kolonyal deneyim” algısıyla sorgulanmıştır. Yunan kolonistler karşılaştıkları halkların kültürüne uyum sağlarken Yunanlı kimliklerini kaybetmemişler, yabancı bir coğrafya kültür ve sanatlarının yayılmasını sağlalarken, yerli halklar ise Yunan adetlerini benimseyerek çoğu yerde soy, dil, sanat hatta dini açıdan melez ve özgün kültürler geliştirmişlerdir.
Karadeniz’de kurulan ilk koloniler sözgelimi MÖ 6. yüzyılda Pantikapeum gibi 2-3 bin kişilik ve sadece 7,5 hektar alana sahip küçük kentlerken kısa sürede genişleyemeye başarmış, Tsetskhladze’ye göre MÖ 6. yüzyılın ikinci yarısında Olbia 16,5, Phanagoria ise 22,5 hektarlık alana yayılmıştır. MÖ 6. yüzyılın son çeyreğine dek hiçbir Yunan kolonisinde şehir meydanı ve tapınak izine rastlanmadığı halde Yunanlılar ana vatanlarına özgü yaşam tarzını sürdürmek için ellerinden geleni yapmışlardır. Miletliler, Didyma’da kehanet mabedi bulunan Apollon kültürünü “Apollon İetros”[37] adıyla tüm Pontus kolonilerine taşımıştır ki dinin Yunan kolonilerinde kimlik yaratma konusunda önemli bir faktör olduğu ve ana kent ile bağlantıyı korumaya yardımcı olduğu söylenebilir[38]. Apollon İetros dışında Apollon Delphinios, Apollon Prostates, Apollon Hegemon, Gylekhia, Zeus Soter, Athena, Dionysos kültlerini, Milet’in politik kurumlarını, takvimlerini, mimari üsluplarını yeni yerleşimlerine taşımışlar, en azından MÖ 4. yüzyıla dek tüm yazı ve grafitolarını tipik İon diyalektinde yazmışlardır.[39] Ayrıca İonlar, Thrak ve İskit kral ve seçkin mezarlarını, konutlarını inşa etmiş, yerel zevke uygun hayvan formunda mücehver ve takılar imal ederek bölgede seçkin kültür ve sanatının yaratımına aktif olarak katkıda bulunmuşlardır.[40]
Yunanlılar çeşitli geleneklerini özellikle ölü gömme törenlerini yerel iklim ve kültür koşullarına göre değiştirerek farklı bölgelerde Yunan kültürünün yeni varyasyonlarını yaratmışlar böylece yerel toplumların Helen kültürüne adaptasyonuna da yardımcı olmuşlardır. Kolhis bölgesinde mezarlar üzerinde yapılan çalışmalarda Apollon ve Demeter kültürlerinin yaşatıldığı görülürken[41] Yunan yerleşimlerinde ve nekropolislerinde de yerel halklara ait gömüler ve Yunanca olmadığı açıkça belli isimlere rastlanılması Yunan kentlerinde yerel etnik grupların barındığını düşündürmekteyse de ticaret ve yerel halklarla evlilik gibi faktörler de göz ardı edilmemelidir.
Taş savunma duvarları MÖ 575’de inşa edilen[42] Histria dışında Kuzey Karadeniz’deki Yunan kentlerinin hiçbirinde MÖ 6. yüzyıla ait savunma duvarının olmaması, MÖ 5. yüzyılda hepsinde aynı anda sur inşa edilmesi başlangıçta İskitlerle ilişkilerin olumlu olduğunu düşündürmektedir. Abhazya ve Kolhis’te bulunan Yunan kolonilerinde Yunan silahlarının ve miğferlerinin bulunması Akheiei, Zygi ve Heniokhilerle ilişkilerin dostça olmadığını göstermektedir. Doğu Karadeniz kolonileri hakkında yeterli arkeolojik veri olmadığı için yorum yapılamazken Megara kolonisi Herakleia Pontika’da Megaralılar’ın âdeti olduğu üzere yerli halkın toprağa bağımlı köleler haline getirildiği anlaşılmaktadır.
MÖ 2. Yüzyıldan itibaren Yunan kolonileri ile yerli halklar arasındaki ilişkiler bozulmaya başlamış, yerel krallar aldıkları haraçlarla yetinmeden yağmacılığa yönelmişler, korsanlık faaliyetleri yaygınlaşmış[43], kent çevresindeki tarım alanları (hora) küçülmeye başlamış, kamu binaları ve surlar maddi imkânsızlıklar ve saldırılar sonucu harap olmaya başlamıştır.
Kaynak: Özhan Öztürk. Pontus: Antik Çağ’dan Günümüze Karadeniz’in Etnik ve Siyasi Tarihi (Genişletilmiş 3. Baskı). Nika Yayınları. Ankara, 2016
Karadeniz’de Yunan Kolonileri Makale Serisi
1. Yunanlılar Antik Çağ’da Karadeniz’e yerleşmeye neden ve nasıl geldi?
2. Yunanlılar Antik Çağ’da Karadeniz’e nasıl yerleşti?
3. Karadeniz kentlerinin Egeli anası: Miletus veya Milet
4. Karadeniz’de Yunan kolonilerinde yeraltı evleri, tarım ve ticaret
Notlar
[1] Ksenophon, Anabasis VI.4.3-6
[2] Ksenophon, Anabasis VI.4.7-8
[3] Wilson 1997: 205-6
[4] Tsetskhladze, 1998: 36-37, 67.
[5] MÖ 6. yüzyılın başlarında Karadeniz’de ancak 6-7 kalıcı Yunan kolonisi vardır (Kacharava 2005, 11-16)
[6] Tsetkhladze, 2002: 83.
[7] Tolstikov, 1997
[8] Coja, 1986: 95-103
[9] Coja, 1990: 159-60; Vinogradov, 1989: 51
[10] Coja 1990: 159-60
[11] Akhaemenidler İran’a MÖ 550-331 tarihleri arasında hükmeden hanedan olup, Med İmparatorluğu’nun halefidirler.
[12] Sözgelimi, Herodot’a göre Mesambria, İon isyanı sırasında Byzantion ve Khalkedonlular tarafından kurulmuş, Pseudo-Skynmus’a göre ise aynı dönemde (MÖ 554) Heraklea, Megarya ve Boeotialılar tarafından kurulmuştur.
[13] Modern Dinyeper nehri
[14] “…Irmak en güzel ve bol otlaklar, kıyaslanmayacak miktarda en iyi cins balık, temiz ve parlak, en mükemmel içme suyu sağlar. Kıyılarında yetişen ürünlerden daha iyisi yoktur; tahıl ekilmeyen yerlerde de yeryüzünün en güzel otları yetişir” (Herodot, Historiae IV. 53)
[15] Yunanca Παντικάπαιον. Bugün yerinde Ukrayna’ya bağlı Kerç şehri bulunmaktadır.
[16] Strabon VII.4.6
[17] King, 2008: 51
[18] Herodot IV.150-158
[19] Graham 1958: 25-42 ve 1994, 4-5, Drews, 1976: 18-31, Ivantchik 2005: 135-161
[20] Højte, 2007
[21] Ksenophon, AnabasisVI.6.1-7
[22] İstanbul Boğazı’nın 90 km doğusunda yer alan bugünkü Kirpe civarı olmalıdır.
[23] Dio Chrysostom, Borysthenic Discourse 36. 4-24
[24] Pero Tafur, 1926: 132-137
[25] Tsetskhladze, 1994: 114-15; Graham, 1982: 129
[26] Strabon, Geographika 7. 4. 6
[27] Vakhtina, 1993:53-55; Onaiko, 1966: 56; Tsetskhladze, 2005: 10-11
[28] Herodot, Historiae VIII.144.2
[29] χωρα
[30] Bir Yunan adasının en önemli yerleşim birimi (köy, kasaba) anlamında da kullanılmıştır.
[31] Herodot, Historiae IV.60.1-2, 4.61.1-2, 4.64.1-4, 4.68.1-4, 4.69.1-4.73.2
[32] IV.23.2
[33] IV.106
[34] IV 4.108.2
[35] IV.78.1-80.5
[36] Yunanca barbaros (βάρβαρος) Antik Çağ’da “Yunanlı olmayan” ve “Yunanca konuşmayan” tüm halkları tanımlamak için kullanılmış, Roma imparatorluğu döneminde Latinceye barbarus forumunda “Romalı olmayan” halkları, Ortaçağ’dan itibaren ise İngilizce’ye ve diğer Avrupa dillerine “vahşi, ilkel” anlamında kabul edilmiştir. Yunanlılar, sadece ilkel kabileleri değil Mısırlıl, Pers, Kelt, Germen, Fenikeli, Etrüsk ve Kartacalılar gibi farklı kültürleri (Herodot I.58; Strabon XIV.2.28; Ksenophon, Anabasis V.5.1; Thucydides, Peloponnes Savaşı II.36) hatta Atinanlılar Efirliler ile Aeolik lehçesini konuşan -tabi ki kültürel farklılıklar da vurgulanarak-diğer Yunanlıları da çoğu kez barbar olarak tanımlamıştır. Yunancayı gramer hataları yaparak konuşmak anlamına gelen barbarizein (βαρβαρίζειν) kelimesinin varlığı da göz önüne alındığında Sanksrit “kekeme” veya “kıvırcık saçlı” anlamına gelen barbara kelimesiyle ilişkili olabileceği akla gelmektedir.
[37] Ehrhardt 1983: 145-7; Vinogradov Y. G. 1989: 30-1
[38] Greaves, 2007: 18-19
[39] Vinogradov, 1997: 74-79; Tsetskheladze, 2005: 97; Pichikyan, 1984: 151-186; Treister, 1999: 81-86
[40] Tsetskhladze, 2005: 64
[41] Tsetskhladze, 1994b
[42] Coja, 1990: 160-64
[43] Tsetskhladze ve Boer, 2002: 11-15