Türkler
Etnik açıdan bakıldığında Türkler aynı dili konuşan kültürel bir grubun adıdır ama bahsi geçen grup içerisinde ırksal birliğin olduğunu söylemek mümkün değildir. Türklerin tarihsel ve kültürel olarak Çinlilerin Tu-Kiu adıyla tanımladığı göçebe halk ile ilişkili olduğu sanılmakta olup, muhtemelen MÖ 2000’lerde Çin kaynaklarında Hiungnu adıyla geçen halk Moğollar ve diğer göçebe halklar ile birlikte Türkleri de kapsamaktaydı.
Günümüz Türkiye’sinde nüfusun aşağı yukarı % 80’i etnik açıdan Türk olmakla birlikte İran, Azerbaycan, Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan, Afganistan, Altay Dağları gibi Rusya’nın bazı bölgeleri, Çin ve başta Almanya olmak bazı Avrupa ülkelerinde Türkçe konuşan insanlar yaşamaktadır. Doğu Sibirya ve Altaylarda yaşayan Yakutlar ile Moldova’da yaşayan Gagavuzlar dışında neredeyse tüm Türk toplulukları İslam inancına mensuptur.
Ayrıca Oku: Türklerde Tengri İnancı
Türkçe
Türkiye nüfusunun kabaca % 90’ından fazlasının anadili Türkçe olup, yakın zamana dek dilbilimciler Türkçe’yi Ural-Altay dil gurubu içerisinde değerlendirirken
günümüzde Doğu Türk dillerinden birisi olduğu kanısındadır. Türkçe sondan eklemeli bir dil olup, değişmeyen fiilin sonuna ekler getirilerek kelime oluşturulmaktadır. Türkçe’nin en önemli özelliği ise ünlü uyumuna sahip olmasıdır. Geri ünlüler a, i, o, u, ön ünlüler ise e, i, ö, ü sesleridir. Türkçe’nin varlığı Orhun anıtları (8. Yüzyıl), Kaşgarlı Mahmud’un Divanü Lugat’it-Türk’ü (11. Yüzyıl), Karamanoğlu’nun fermanı (1277), Aydınlı Visalî’in, Tatavlalı Mahremi’nin ve Edirneli Nazmi’nin Türkî-i Basit şiirlerinde (15-16. yüzyıl), Ali Şir Nevâî’nin Çağatay Türkçesi (Hakaniye) ile yazdığı Muhakemetü’l-Lugateyn adlı eserinde (15. Yüzyıl), Nâbî’nin şiirlerinde (17. Yüzyıl) yaşayan Türk dili Şemsettin Sami, Gaspıralı İsmail Bey, Ziya Gökalp, Ömer Seyfettin gibi idealistlerin fikirlerinde ve son olarak Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde gerçekleştirilen Türk Harf Devrimi ve Türk Dil Devrimiyle taçlandırılmıştır. Türkçe içerisinde çok sayıda Yunanca, Fransızca, Farsça ve Arapça kelime barınmakla birlikte bu dillerin tümüyle faklı köklere sahiptir. 1928 yılında Arap harfleriyle yazılan Osmanlı Türkçesi terk edilerek 29 harfli Latin alfabesi kullanılmaya başlanmıştır. 1923’de Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra Türkçe bir yandan yabancı kelimelerden arındırma çalışılmış diğer yandan Arapça, Farsça ve Fransızca kökenli kelimelerin yerine Türkçe köklerden türetilen yeni kelimeler yaratılarak dile kazandırılmaya çalışılmıştır. Bununla birlikte bu girişimin etkisi yabancı kelimelerin tamamının değil ancak bir kısmının terk edilmesine yol açtığından sınırlı kalmıştır.
Türk Tarihi
Türkler, Çin sınırlarından itibaren batıya doğru Avrasya bozkırları boyunca yayılmış göçebe bir halk olup, tarih sahnesinde ilk olarak bugün Dış Moğolistan’da
Baykal gölünün güneyi ve Gobi Çölünün kuzeyinde yer alan bölgede boy göstermişlerdir. Türkler bu dönemde Moğol, Mançu, Bulgar hatta Hunların da dâhil olduğu Altay halklarının parçasıydı. MS 1. Yüzyılda Romalı coğrafyacı Pomponius Mela Azak Denizi’nin kuzeyindeki ormanlık alanı ‘Turcae’, aynı dönemde Romalı yazar ve filozof Yaşlı Pliny bu bölgede yaşayan halkı Tyrcae adıyla anmıştır. Türk adıyla anılan ilk grup MS 6. Yüzyıla tarihlenmiş olup, Tu-Ki Moğolistan ve Çin’in kuzey sınırından Karadeniz’e uzanan bir imparatorluk kurmuştu. 7. Yüzyılda Arapların İran’ı istilası sırasında İslam dini Türk dünyasının dış sınırına ulaşmıştır. 1899′da Rus bilgini Yadrintsev, sonradan Kül Tigin ve Bilge Kağan âbideleri olduğu anlaşılan “Türük beyler türük atın ıttı. Tabgaç atın tutupan tabgaç kaganka körmiş” sözleriyle Türk kelimesinin, Türk ulusunun adı olarak geçtiği ilk Türkçe metin olup, 735 yılına tarihlenen Orhun Anıtlarını bulmuş, 1893’de Thomsen anıttaki kitabeyi çözmeyi başarmıştır.
9. Yüzyıl ve sonrasında Türkler Abbasi ordusunda köle asker olarak kullanılmış bu sırada İslam’a geçmeye başlamış, bazıları önemli rütbelere ulaşmıştır. Bununla birlikte Aral Denizi’nin doğusunda yaşayan topluluğun büyük kısmı 10. Yüzyıla dek İslam dinini kabul etmemiştir. İslam’a geçen Türk savaşçılar Bizans İmparatorluğu ile Araplar arasında süregelen savaşa gittikçe artan oranlarda katılmaya başlamıştır. Oğuz adıyla anılan bir Türk grubu Gazneliler’i mağlup ederek İran’a hâkim olmuş ve 1037’de Hindukuş Dağları’ndan Batı Anadolu’ya ve Orta Asya’dan Basra Körfezi’ne kadar uzanan coğrafyada Büyük Selçuklu İmparatorluğunu kurmuştur. Selçuklular, 1055’de Deylemlilerin kurduğu en güçlü hanedan olan Büveyhîler‘i yenerek Bağdat’a hâkim olurken, 1071’de Bizans ordusunu Malazgirt‘te mağlup ederek Türkmen kabilelerinin Anadolu’ya göç etmesini sağlamışlardır. Selçuklular kısa sürede Konstantinopolis’e 80 km mesafede bulunan Nicea’ya (İznik) yayılmayı başarmışlarsa da 1097’de Batı Anadolu’dan atılan Türkmenler Orta ve Doğu Anadolu’ya kesin olarak yerleşmişlerdir. 12. Yüzyıl başlarında Konya merkezli, kendilerini Rum olarak adlandıran bir Selçuklu Sultanlığı kurulmuş olup, burada Araplardan alınan Sünni İslam inancının yanı sıra İran’dan ödünçlenen Şii inançları ve Türkmenlerin İslam öncesi Şamanist inançları harmanlanarak Anadolu’ya özgü tasavvuf yönü ağır basan yeni bir İslam bir uygarlığın temelleri atılmıştır. Cengiz Han’ın ölümünden sonra oğlu Ögeday Han’a bağlı Moğollar 1230’da Anadolu’nun doğu sınırlarına dayanmış, 1256 yılından sonra İran ve batısındaki bölgelerde kurulan İlhanlı Devleti’ne bağlı Moğollar tüm Anadolu’ya hâkim olarak Selçuklu Devleti’nin yıkılmasına yol açmışlardır.
Selçuklu İmparatorluğu ve Moğollara rağmen varlığını sürdürebilen 10 Türkmen beyliğinden biri olan Osmanlı Beyliği 1290’larda Bizans sınırındaki Söğüt’te ortaya çıkmış ve kurucusu Osman’ın adıyla anılmıştır. Osman’ın torunu I. Murad Çanakkale Boğazı’nı geçerek Hıristiyan Balkanlarda ilk Osmanlı toprağını ele geçirmeyi başardıktan sonra fetihlerin devamı gelmiştir.
Osmanlı özünde bir İslam devleti olmakla birlikte fethedilen topraklarda yaşayan Hıristiyan tebaaya belli şartlar altında vatandaşlık ve devlet işlerinde çalışma hakkı verilerek çok etnisiteli ve çok dinli bir imparatorluğun temelleri atılmıştır. II. Mehmed’in 1453’de Konstantinopolis, 1461’e Trabzon’u ele geçirerek Anadolu’da son Bizans kentlerini ele geçirmesinin ardından Osmanlı yaklaşık 200 yıl boyunca tüm enerjisini Hıristiyan Avrupa yerleşimlerini fethetmek için harcamıştır. Bununla birlikte Yavuz lakabıyla anılan I. Selim (1512-1520) yüzünü doğuya dönmüş, devlet stratejisini Hıristiyanlara karşı mücadele eden gazi devletinden farklı etnisitelerden İslam toplumlarına da hükmeden ve halifeliği elinde tutan dev bir İslam İmparatorluğu’na dönüştürmüştür. Safevileri yenen Yavuz Sultan Selim, Kürt aşiretlerini Doğu Anadolu’ya yerleştirerek İran sınırını mühürlemiştir. Memlük devletini yıkan Osmanlı Suriye’den Mısır’a dek Arapların tebaası olmasını sağlamakla kalmamış zamanla sınırlarını Basra Körfezi’nde Cezayir’e dek genişletmiştir. Bununla birlikte Osmanlı imparatorluğu siyasi ve kültürel açından zirveye ‘Muhteşem’ lakabıyla anılan I. Süleyman döneminde (1520-1566) çıkmıştır. Osmanlı devleti diğer uygarlıklar gibi farklı kültürlerin de etkisinde kalmış olup, Osmanlı’nın ilk dönemlerinde Bizans etkisi her alanda kendini göstermekteyken, Selim ve Süleyman dönemlerinde doğu etkisi armış sözgelimi Tebriz’den getirilen sanatçılarla İstanbul güzelleştirilmek istenmiştir. Süleyman’ın ölümünden sonra imparatorluk her alanda çöküş sürecine girmiş özellikle 18-19. Yüzyıllarda Rus Çarlığı ile yapılan savaşlarda büyük ölçüde toprak kaybedilmiştir. Lale Devri olarak da anılan III. Selim döneminde (1703-1730) siyasi ve kültürel reformlar gerçekleştirilmişse de Karadeniz ve Balkan topraklarının kaybı durdurulamamıştır. Rusya’nın iştahı Britanya ve Fransa’nın çıkarlarına toslayınca en azından Kırım Savaşı (1854-1856) sırasında Osmanlı arkasında dönemin büyük güçlerini bulmuşsa da Bulgaristan, Romanya ve Sırbistan elden çıkmış, Balkan Savaşları’nda kaybedilen topraklar ve I. Dünya Savaşı hezimeti IV. Mehmet döneminde imparatorluğun çöküşü gerçekleşmiştir. Müttefik Güçler, Osmanlı topraklarını zafer mükâfatı olarak bölüşürken Anadolu Türkleri Mustafa Kemal liderliğinde kendi kurtuluş savaşlarını başlatmış, sonradan Atatürk soyadını alan lider saltanatı ve halifeliği kaldırmakla kalmamış, 29 Ekim 1923’te Türkiye bir cumhuriyet olmuştur. Laik devlet ve yeni anayasa ile yönetilen Türkiye’yi modernize etmek için birçok reform gerçekleştirilmiştir. Türkiye, İkinci Dünya Savaşı sırasında, Şubat 1945’te Müttefiklere katılıncaya kadar tarafsız kalmış, 1952’de Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) üyesi olmuştur. 1960, 1970 ve 1980’de gerçekleşen askeri rejimler ülkenin siyasi istikrarını bozmuştur.
Türkiye Tarihi Önemli Olaylar Kronolojisi |
1321 Anadolu’da Türkçe şiirin öncüsü olan tasavvuf ve halk şairi Yunus Emre’nin ölümü
1326 Osmanlıların Orhan Gazi liderliğinde Bursa’yı ele geçirmesi 1453 Osmanlıların Konstantinopolis‘i ele geçirmesiyle Bizans İmparatorluğu’nun çöküşü 1520-66 Osmanlı İmparatorluğu’nun Kanuni Sultan Süleyman döneminde Altın Çağ’ını yaşaması 1821-1831 Yunan isyanı ve Osmanlı’dan ayrılan Yunanistan’ın bağımsız bir devlet olması 1853–56 Kırım Savaşı’nda Britanya, Fransa ve Osmanlı’nın Rusya’ya karşı zaferi 1872 Namık Kemal’in ‘Vatan yahut Silistre’ oyunun sergilenmesi, halkın beğenisine karşın yazarın Osmanlı hükümeti tarafından 1873-76 yılları arasında hapsedilmesi 1909 Abdülhamid’in görevden alınması 1912–13 Balkan Savaşları sırasında Osmanlıların Balkan topraklarının büyük bölümünü kaybetmesi 1914–18 I. Dünya Savaşı sırasında Almanya tarafında yer alan Osmanlı İmparatorluğu’nun savaşı ve önemli miktarda toprak kaybetmesi 1919 Mustafa Kemal’in Milli Mücadeleyi başlatma amacıyla İstanbul’dan Samsun’a gitmesi. Yunan ordusunun İzmir’i işgali. Mustafa Kemal’in askerlikten istifa etmesi, Erzurum ve Sivas Kongrelerini düzenlemesi 1920 Savaş galibi Müttefik güçlerin İstanbul’u işgal etmesi. Son Osmanlı Mebusan Meclisi İstanbul’da toplanması ve Misak-ı Milli’yi kabul etmesi 1921 İstiklal Marşının Mecliste kabul edilmesi 1921–22 Bir dizi Türk-Yunan savaşının sonuncunda Yunan ordusunun Anadolu’dan kesin olarak atılması 1923 Lozan Barış Antlaşması imzalanması. Mustafa Kemal Atatürk liderliğinde Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması. Türk Ordusunun İstanbul’a girmesi. Ankara’nın başkent yapılması. 1924 Türk milliyetçiliğinin babası Ziya Gökalp‘ın ölümü 1927 Türk ve İslam Eserleri Müzesi’nin İstanbul’da kurulması 1934 Türkiye’nin Balkan Paktı’na katılması 1936 Nazım Hikmet’in Şeyh Bedreddin destanı ve Memleketimden insan manzaraları adlı şiirlerinin yayınlanması 1939–45 II. Dünya Savaşı sırasında Türkiye’nin tarafsız kalması 1946 Türkiye’nin Birleşmiş Milletler (BM) üyesi olması. Milli Kütüphane’nin kurulması 1950 Şair Orhan Veli Kanık’ın Yaprak dergisinin editörü olması 1952 Türkiye’nin Kuzey Atlantik Paktı Örgütü’ne (NATO) katılması. 1955 Yaşar Kemal’in İnce Memed romanının yayınlanması 1960 Askeri darbe ile Demokrat Parti hükümeti hükümetine son verilmesi, Başbakan Menderes’in idam edilmesi 1964 Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne (AB) başvurusu 1964–72 Besteci Adnan Saygun’un Ankara Devlet Konservatuarı’nda ders vermesi 1974 Türkiye’nin Kıbrıs’a asker çıkarması 1980 Devlet Güzel Sanatlar Müzesi’nin Ankara’da kurulması 1980-1983 Cumhuriyet döneminin ikinci askeri darbesi 1984 Türkiye’nin Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni tanıması 1993 Tansu Çiller’in Türkiye’nin ilk kadın başbakanı olması 2006 Orhan Pamuk’un Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanması 2015 Aziz Sancar’ın Nobel Kimya ödülünü kazanması |
Türkiye Coğrafyası, Nüfus ve Yerleşimler
Türkiye, Güneybatı Asya’da 36° 00′-42° 00′ kuzey enlem ve 26° 00′-45° 00′ güney boylamları arasında yer almakta olup, Batı’da Ege Denizi ve Yunanistan, kuzeyde Bulgaristan ve Karadeniz, kuzeydoğuda Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan, doğusunda İran, güneyde Irak, Suriye ve Akdeniz ile çevrilidir. 7,200 km sahil şeridine sahip olan Türkiye’nin kara komşularıyla 2,627 km sınırı (Ermenistan 268 km, Azerbaycan 9 km, Bulgaristan 240 km, Gürcistan 252 km, Gürcistan 206 km, İran 499 km, Irak 331 km, Suriye 822 km) vardır. Türkiye Cumhuriyeti toprakları toplam 783.562 km² alan kaplamakta olup, toprakların büyük kısmı Asya kıtasında Trakya adı verilen küçük bir kısmı ise Avrupa kıtasına yer almaktadır. Türkiye’de güney ve güneybatı kıyılarında Akdeniz, kuzeyde Karadeniz ve Anadolu’nun çoğu boyunca karasal (bozkır) olmak üzere üç ana iklime özelliği görülmektedir.
Türkiye’nin 2017 yılındaki nüfusu Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), nüfus verilerine göre 80 milyon 810 bin 525 kişi olup, nüfusun yarısından fazlası kentlerde (1990’da % 65) yaşamaktadır. 90’lı yılların sonlarına dek Türkiye dünyanın en yüksek doğum oranına sahip ülkelerinden birisiydi ki 1994 yılında 1000 kişide 5.8 ölüme karşı 25.98 yeni doğum gerçekleşmiştir. 1924-1994 arasında nüfus artış hızı % 5 civarında gerçekleşirken 2000’li yıllarda doğurganlık hızı azalarak nüfusun yenilenmesi için gereken doğum oranının altına düşmüştür. TUİK verilerine göre 2016 yılı verilerine göre 1 milyon 311 bin 895 olarak belirlenen canlı doğan bebek sayısı, 2017’de % 1,6 azalarak 1 milyon 291 bin 55 olmuştur. Şanlıurfa (% 4,29), Şırnak (% 3,72 ), Ağrı (% 3,6) ve Muş (% 3,39) gibi Doğu illerinde doğurganlık illeri ülkenin batısına göre (Edirne % 1, 46; Zonguldak %1, 48) oldukça yüksektir. 20. yüzyılın ortalarından itibaren taşrada tarım ve hayvancılık ile uğraşan nüfusun önemli bölümü büyük şehirlere kitlesel göç gerçekleştirmiştir. En kalabalık ili, 15 milyon 29 bin 231 kişilik nüfusuyla Türkiye’nin kültürel, ekonomik ve ticari merkezi olan İstanbul olup, Türkiye’nin başkenti Ankara’da 5 milyon 445 bin 26, diğer önemli şehirlerden İzmir’de 4 milyon 279 bin 677, Bursa’da 2 milyon 936 bin 803, Antalya’da ise 2 milyon 364 bin 396 kişi yaşamaktadır.
Türkiye nüfusunun % 45’i kırsal kesimde yaşamakta olup, ülke genelinde yaklaşık 36 bin köy bulunmaktadır. Geleneksel kırsal mimari bölgelere göre değişiklik göstermekte olup, yakın zamana dek Doğu Anadolu, Ege ve Toroslar civarında taş, Karadeniz bölgesinde ahşap, Güneydoğu ve Orta Anadolu düzlüklerinde ise kerpiç evlerde yaşanmaktaydı. Bu tip evler iki katlı düz damlı alt katı ahır ve ambar üst katı ise insanların yaşadığı mekânlardı.
Türkiye Ekonomisi
Türkiye’de modern endüstri Cumhuriyet döneminde başlamıştır demek yanlış olmayacaktır. Kemalist kadrolar 1923’den itibaren ülkenin kalkınması için devletin sanayileşmesine büyük önem vermiş olup, başlangıçta nerdeyse tümü devlet eliyle gerçekleştirilen endüstride zamanla kamu payı 90’larda % 47’e düşmüşse de 21. Yüzyılın ilk çeyreğinde bunların da büyük bölümü özelleştirilmiştir. İmalat, ülkenin gayri safi milli hasılasının yaklaşık % 20’sini oluşturmaktaysa da işgücünün ancak % 10’unu istihdam etmektedir. Türkiye’nin en önemli sanayi
ile kalemleri tekstil, gıda işleme, madencilik, çelik, inşaat, kereste ve kâğıt olup, ayrıca ihraç edilecek miktarda antimon, borat, bakır ve krom ihraç çıkarılmaktadır. Turizm endüstrisi önemli bir milli gelir kaynağı haline gelmiş olup, özellikle 1980’li yıllardan sonra önemli gelişme göstermiş dahası ülke ekonomisinin dövize ihtiyaç duyduğu dönemlerde döviz girdisi sağlayarak ihracat-ithalat açıklarının giderilmesinde, istihdam olanaklarının arttırılmasında çok etkili olmuştur. Turizm gelirlerinin Türkiye’nin gayrisafi yurt içi hasıla ve gayri safi milli hasıla içindeki payları sürekli artış göstermiş, Türkiye Otelciler Federasyonu raporlarına göre turizmde çalışanların Türkiye’de çalışanlara oranı 2000 yılında %3,60 iken bu sayı 2010 yılı verilerine göre toplam istihdam içinde % 5,2’ye ulaşmıştır. Türkiye, Batı Avrupa ile yakın ekonomik bağlara sahip olup, 1963 yılında Avrupa Ekonomik Topluğu ile ortaklık anlaşması imzalanmış, 1987 yılında ise tam üyelik başvurusunda bulunulmuşsa da AB Komisyonu birliğinden o dönem için yeni bir üyeyi kabul edilemeyeceği cevabı alınmış ve üyelik müzakerelerinin ileriki bir tarihte açılabilmesi için ilişkilerin geliştirilmesini tavsiye edilmiştir. 1996’da 3 yıllık müzakerelerin ardından Türkiye ile AB arasında Gümrük Birliği Anlaşması yürürlüğe girmiş, 1999’da Türkiye resmen aday statüsü kazanmış, 2001’de Türkiye’nin AB’ye katılım süreci için yol haritası sağlayan ‘AB – Türkiye Katılım Ortaklığı’ kabul edilmiş, 3 Ekim 2005’de tam üyelik müzakereleri resmen başlamışsa da 35 başlıktan oluşan müzakere fasılları henüz tamamlanmamıştır. Bütçe açığı, işsizlik oranı ve dış borç açısından AB ortalamasının altında olan Türkiye ile AB arasında süreci sırasında
AKP iktidarının ilk yıllarında önemli mesafe almışsa da özellikle 2013’de Gezi olayları sonrasında basın ve ifade özgürlüğü, hukukun üstünlüğü, güçler ayrılığı ve şeffaflık gibi konularda Avrupa değerlerinden uzaklaşılınca görüşmeler tıkanmıştır.
Türkiye artan enerji ihtiyacını karşılamak ve tarımsal alanların sulanmasını sağlamak için Fırat ve Dicle nehirleri üzerinde baraj inşa etmeye başlayınca Suriye ve Irak ile ihtilafa düşmüştür. 1989 yılında Master Planı hazırlanan, tarım, sanayi, ulaştırma, eğitim, sağlık, kırsal ve kentsel altyapı yatırımlarını da içine alan Cumhuriyet tarihinin en kapsamlı ve en maliyetli (2005 yılı verilerine göre 32 milyar dolar) bölgesel kalkınma projesi olan Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP) bu açıdan dikkat çekicidir. 25 büyük sulama projesini kapsayan ve 1,8 milyon hektar tarım alanının sulamasını hedefleyen GAP yüzünden Suriye ve Irak saniyede 500-600 m3 su almalarına rağmen Türkiye’nin Fırat ve Dicle üzerinde hakkı olmayan bir egemenlik kurduğunu, suyun âdilâne paylaşılması gerektiğini söyleyerek Türkiye’yi hem BM örgütüne, hem de Arap Birliği’ne şikâyet etmekle kalmamış, Türkiye’nin istikrarını bozmak amacıyla bölgesel ayrılıkçı terör örgütlerine de yardım sağlamışlardır.
Türkiye özellikle Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) iktidara geldiği 2002’den sonra Orta Doğu’da ticaret ortakları aramış, bir yandan Suudi Arabistan, Katar ve Kuveyt gibi körfez ülkelerinden Arap sermayesini Türkiye’ye çekmeye diğer yandan körfez ülkeleriyle işbirliğini inşaat sektörü gibi geçmişte de var olan alanlardan ziyade enerji, fon finansmanı ve askeri alanlarda işbirliğine kaydırmaya çalışmıştır. Türkiye Körfez ülkeleriyle ekonomik ilişkilerini geliştirmek ve Arap ve Körfez işadamlarına Türkiye’deki yatırım imkanlarını tanıtmak için 2006 – 2009 arasında 4 Türk-Arap ekonomik zirvesi düzenlemiştir.
Türk Dışişleri Bakanlığı’nın açıklamasına göre (2017) yurt dışında yaşayan 5 milyonu aşkın Türk vatandaşı olup, 4 milyonu Batı Avrupa ülkelerinde, 300 bini Kuzey Amerika’da, 200 bini Ortadoğu’da, 150 bini de Avustralya’da yaşamaktadır. Resmi olmayan bilgilere göre Almanya’da 731 bin 219‘u çalışan 2 milyon 53 bin 654, Fransa’da 76 bin 122’si çalışan 301 bin 209, Hollanda’da 51 bini çalışan 299 bin 909, ABD’de 250 bin, Yunanistan‘da 153 bin, Suudi Arabistan’da 140 bin,Avusturya’da 48 bin 57’si çalışan 134 bin 229, Belçika’da 25 bin 874’ü çalışan 130 bin 701, İsviçre’de 33 bin 558‘i çalışan 80 bin 114, İngiltere’de 40 bin 450‘si çalışan 72 bin 500, Rusya Federasyonu’nda 10 bin 514‘ü çalışan 60 bin, Avusturalya’da 9 bin 130‘u çalışan 50 bin 876, Kanada’da 41 bin, İsveç’te 3 bin 200’ü çalışan 38 bin 84, Danimarka’da 10 bin 739‘u çalışan 36 bin 569, İtalya‘da 16 bin 414, İsrail’de 14 bin, Libya’da 13 bin, Kazakistan’da 7 bin 500, Türkmenistan’da 6 bin, Özbekistan’da 4 bin 600, Kuveyt’te 3 bin 780, Kırgısiztan’da 2 bin 967, BAE’de 2 bin 650,Japonya’da 2 bin 300, Ukrayna 1.900,Gürcistan’da 1.700, Katar’da 1.500, İspanya’da 1.597,Ürdün’de 1.400, Meksika’da 1.200, İrlanda’da 800, Yeni Zelanda’da 590, Güney Kore’de 560, Fas’ta 587, Tacikistan’da 500, Lüksemburg’da 342, Moldova’da 300, Lübnan’da 188 Türk vatandaşı yaşamaktadır.
Türkiye’de Tarım ve Arazi Mülkiyeti
Türkiye’nin arazi alanının % 27.7’si ekilebilir olarak kabul edilmektedir ki Türkiye sahip olduğu 213 bin 188 kilometre tarımsal alanla dünyada 14. sırada, kişi başına
düşen tarım alanı oranı bakımından ise 3 dekar ile 40. sırada yer almaktadır. TUİK’e göre tarım arazisinin % 69,3’ü ekilen tahıl ve diğer bitkisel ürün, %9,7’si nadas, %11,9’u meyve ve diğer uzun ömürlü bitkiler ile içecek ve baharat bitkileri %2,2’si sebze ve çilek alanı ile çiçek bahçeleri, %2,4’ü daimi çayır, %1,3’ü otlak, %0,3’ü sadece hane halkının kendi tüketimi için kullanılan bahçelik alan, %2,9’u diğer amaçla kullanılmaktadır. Tarım arazilerinin ancak % 31,4’ü sulanmakta, tarım arazisinin %59,9’u kendi mülkünde çalışan kişilerin tasarrufunda bulunmakta, tarımsal gelir Türkiye gayri safi milli hasılanın yaklaşık dörtte birini oluştururken ülke nüfusunun ancak % 48’ini istihdam etmektedir. Bununla birlikte sadece 2006-2016 arasında 10 yılda toplam tarım alanının özellikle tahıl ekilen alanlar başta olmak üzere yüzde 5,22 (2 milyon 113 bin hektar) azaldığı tespit edilmiş, erozyon dışında hızlı nüfus artışı, kırsaldan kente göç, yerleşim içinden veya yakınından geçen karayolları, bu yollar çevresinde kurulan sanayi tesislerini, madencilik faaliyetleri, turizm ve kamu yatırımları Türkiye’de tarım topraklarını geriye dönüşü olmayacak şekilde gerilemesine yol açmaktadır. Türkiye’de buğday ve mısır gibi tahıllar dışında tütün, pamuk, zeytin, tiftik, yün, ipek, incir, üzüm, fındık, turunçgiller ve şeker pancarı tarımı yapılmaktadır. Karadeniz bölgesinde çay, fındık, mısır, tütün ,keten ve turunçgiller, Marmara bölgesinde ayçiçeği, zeytin, tütün, çeşitli sebzeler, tahıllar ve fındık, Akdeniz bölgesi ve Ege kıyılarında zeytin, incir, susam, pamuk, turunçgiller, muz, çekirdeksiz üzüm ve tütün, İç Anadolu bölgesinde buğday, arpa gibi tahıllar ile nohut ve fasulye gibi baklagiller, Doğu Anadolu’da buğday ve arpa gibi tahıllar ekilmektedir.
Türkiye, gıda üretiminde kendi kendine yetmekte ve fazlasını ihraç eden pozisyonda olup, Sözgelimi 2017 yılında, 215 ülkeye 14 milyar 935 milyon $ değerinde gıda ürünü (Irak 3 milyar 21 milyon $, Almanya 916 milyon $, Amerika Birleşik Devletleri 814 milyon $, Rusya 804 milyon $) ihraç edilmiştir. Bununla birlikte artan nüfusa paralel tarım ürünü artışı gerçekleşmediği dahası tarım alanları azalmaya devam ettiği için Türkiye’nin tarım potansiyelini verimli değerlendirdiğini söylemek zordur çünkü ihraç edilen gıda ürünün % 65’i değerinde gıda ithalatı yapılmakta dahası özellikle tahıl gibi hayati ürünlerde dışa bağımlılık artmaktadır. Sözgelimi 2003-2016 yıllarında 63 milyon ton tahıl (41 milyon ton buğday, 12 milyon ton mısır, 4,5 milyon ton pirinç) ithal edilmiş ve karşılığında 17,5 milyar $ ödenmiştir. Benzer şekilde 2002-2015 arasında pamuk ekim alanının 721 bin hektardan 434 bin hektara düştüğü yani % 40 oranında daraldığı üretimin de buna bağlı olarak % 25 oranında azaldığı anlaşılmaktadır ki öncesinde pamuk ihracatçısı olan Türkiye sadece 2003-2016 yılları arasında 10 milyon tonu aşkın lif pamuk ithal etmiş ve karşılığında 17 milyar $ ödemiştir.
Ormanlar 78 milyon hektarlık alanıyla Türkiye topraklarının yaklaşık %28,6’sın kaplamakta olup (2015) özel mülkiyete ait yaklaşık 18 bin hektar orman alanı (% 0.1) dışındakiler devlet tarafından korunmaktadır. Türkiye ormanlarının %50,1’i verimli, %49,9’u verimsiz ormanlar olarak sınıflandırılmış olup, ormanlardaki iğne yapraklı ve geniş yapraklı ağaçların birbirine oranı aşağı yukarı aynıdır. Karadeniz Bölgesi’nde alçak ve nemli yerlerde kayın, gürgen, kestane, ıhlamur gibi geniş yapraklı ormanlar, yüksek kesimlerde ladin, köknar ve karaçam ormanları bulunmakta, Akdeniz Bölgesi, Güney Marmara ve Ege bölgesinin kıyılarında Akdeniz iklimi etkisindeki yerlerde makiler ve kızılçam ormanları yüksek kesimlerde ise karaçam ormanları yaygın olarak bulunmaktadır. Bu ormanlardan hasat edilen odunların çoğu yakacak olarak kullanılmaktaysa da orman ürünleri ekonomik olarak da değerlendirilmektedir ki 2010 yılı orman ürünleri ihracatı 3,15 milyar $ olmasına ve bunun 14,9 milyon $’lık bölümü kereste olmasına karşın aynı yıl 132,3 milyon $’lık kereste ithalat edilmiştir. Türkiye’de İstanbul, Ankara, Bursa, Kayseri, İzmir ve Adana başta olmak üzere Bolu, Eskişehir, Sakarya, Zonguldak, Trabzon, Balıkesir, Antalya, Isparta ve Burdur mobilya üretilen başlıca illerdir.
Tarımın mekanizasyonu, traktör ve biçerdöver kullanımının yaygınlaşması kadınların iş yükünü hafifletmiş olup, 1969’da 95.709 olan traktör sayısı, 1981’de 431.548’e, 1998’de ise 875.000’e ulaşmıştır. Bununla birlikte saban ve el emeğine dayalı diğer tarım yöntemleri bazı yörelerde hala kullanılmaya devam etmekte ailenin tüm bireylerini gerek ekim gerekse bakım ve hasat dönemlerinde tarlaya bağlamaktadır.
Türkiye’de Akrabalık ve Evlilik
Büyük kentlerde seyrek olarak görülmekle birlikte evlilik öncesi veya evlilik düşünmeden birlikte yaşama söz konusu olmakla birlikte din faktörünün sosyal hayata hâkim olduğu Anadolu’da evlilik ve aile kavramları önemini korumaktadır. Kırsal bölgelerde kızların genç yaşta evlendirilmesi, başlık parası, beşik kertmesi ve akraba evliliği gibi adetler giderek azalmakla birlikte varlığını korumaktadır. Mal bölümünün önüne geçmek amacıyla da olsa kuzenlerle evlilik tıbbi sakıncaları devlet ve medya kanalıyla on yıllardır anlatılmakla birlikte henüz önlenebilmiş değildir. Kent merkezlerinde çekirdek aile formunda yaşama büyük ölçüde korunmakla birlikte kenar mahalleler ve taşrada anneanne ve dedenin de içinde bulunduğu büyük aileler halinde oturulmaktadır.
Türkiye’de Din
Diyanet’in rakamlarına göre Türkiye nüfusunun % 99,2’si İslam dinine mensup olup, % 0,4 İslam dışı din veya inançlara mensuptur. İslam dinine mensup olanların % 77,5’, Hanefi, % 11,1 Şafi, % 0,1’i Hanbeli, % 0,03’ü Maliki, % 1’i Caferi mezhebine mensuptur. Araştırmaya göre vakit namazlarını kılanların oranı % 42,5, hiçbir zaman namaz kılmayanları oranı ise % 16, 9’dur.Diyanetin aynı araştırmasında hiçbir mezhebe mensup olmadığını bildiren % 6,3 ile ameli mezhebini bilmeyen % 2,4 oranları resmen dikkate alınmayan Alevileri de kapsıyor olmalıdır. Alevi nüfusu üzerine resmi ve bilimsel bir çalışma yokluğundan ülke nüfusunun % 5’i ile % 30’u arasında olduklarına dair spekülatif iddialar ileri sürülmüştür. Doğu Anadolu’da Sivas, Erzincan, Tunceli, Tokat, Çorum, Kahramanmaraş, Malatya, Amasya, Erzurum, Yozgat, Bingöl, Adıyaman, Elazığ, Muş, Kars, Ardahan, Bayburt illerinde önemli miktarda Alevi yaşamakta olup ayrıca batıda Çepni (Balıkesir), Türkmen (Kars-Ardahan-Çanakkale), Aşiret (Sungurlu, Pazarcık), Tahtacı (Akdeniz ve Ege bölgeleri) ile 20. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren göç ile gidilen büyük şehirlerde aynı inanca mensup topluluklar bulunmaktadır. Anadolu Aleviliği dışında görülen Hatay, Mersin ve Adana illerinde Arapça konuşan Nusayriler de kimi yazarlarca Alevi nüfus içerisinde değerlendirilmektedir. Türkiye’de günümüzde çoğu Ermeni olmak üzere 60-70 bin kadar Hıristiyan ile 20 bin Yahudi yaşamaktadır.
Ramazan İslami takvimin dokuzuncu ayı olup, Türk halkının önemli bir kesimi Ramazan ayı boyunca 30 gün boyunca oruç tutmaktadır. Ramazan ayının bitimini
takiben Şeker Bayramı’nda eş, dost ve akraba ziyaret yapılmaktadır. Ramazan ayının 26. Gününden önceki gece Kadir Gecesi olarak adlandırılmakta ve o gece Muhammed’e peygamberliğin müjdelendiğine inanılmaktadır. Türkler, Kadir Gecesi camilerde namaz kılarak ve dua ederek geçirmektedir. Muharrem ayında ise Kurban Bayramı kutlanılmakta olup hac yapmak için Mekke’ye gitmek isteyenlerin Kurban Bayramından 10 gün önce Arabistan’a gitmeleri gerekmektedir. Kurban Bayramında koyun ve sığır gibi çift toynaklı hayvanlar kurban edilmekte ve etleri fakirlere dağıtılmaktadır. İslami takvim 12 aylık ay takvimi olup, güney yılından 10-12 gün daha kısadır bu yüzden her yıl dini bayramların tarihi değişmektedir. 13. Yüzyılın büyük tasavvuf alimi Mevlana Celaleddin-i Rûmî’nin yolunu takip eden dervişlere Mevlevi adı verilmekte olup, her yıl 17 Aralık günü Mevlevihanelerde Mevlana onuruna Şeb-i Arus töreni düzenlenmektedir.
Özellikle kırsal alanda ve büyük kentler civarında oluşan mahallelerde nazar, cin ve ifrit gibi batıl inançlar gücünü hissettirmekte doktor yerine hoca ve şifacılardan medet umulduğu görülmektedir.
Türk Sanatı
İstanbul ve Ankara’daki etnografik müzelerde Selçuklu ve Osmanlı Türklerinin kaligrafi, kilim dokumacılığı, seramik, metal işçiliği ve minyatür sanatına özgü sayısız
örneği incelemek mümkündür. Geleneksel Türk halıcılığı Selçuklu döneminden mirası olup, Türklerin Orta Asya’da göçebe köklerine dayanmakta ve halen sürdürülmektedir. Türk halı ve kilim tasarımında kullanılan sembollerin çoğu da İslam öncesi Orta Asya Türklerinin inanç ve mitolojisiyle ilişkilidir. Bilinen en eski Selçuklu halıları Alaeddin Camii’nde bulunup 13. yüzyıla tarihlenen halılar olup, 13. Yüzyılda Marco Polo Anadolu’da dünyanın en kaliteli halılarının dokunduğunu bildirirken, 14. Yüzyılda İbn-i Batuta Türk halılarının güzelliğini övmüş, ihraç edildiklerini bildirmiştir. Günümüzde İstanbul’da Kapalıçarşı, İzmir’de Efes, Kayseri’de Kapadokya bölgesi büyük halı atölyeleri ve mağazalarının bulunduğu önemli merkezler olup, özellikle Hereke ve Uşak halıları aranan örneklerdir. Türk kültürü Cumhuriyetin ilk yıllarında Kemalist Türk milliyetçiliğinin egemenliğinde kısmen Arap etkisinden sıyrılmışsa da 2000’lerde politik İslamcı partilerin uzun süreli hükümetler kurmasıyla rüzgâr tersine esmeye başlamıştır. 1971’de kurulan Kültür bakanlığı tiyatro, opera, bale, müzik ve güzel sanatları desteklemişse de iktidara gelen hükümetlerin siyasi çizgisi bakanlığın tavrında etkili olmuştur.