Gastronomi Mitoloji

Balın Tarihi

Bal, gün boyunca çiçekleri ziyaret edip, çiçeklerin tozlayıcıları çekmek için ürettiği şekerli sıvı olan nektarı toplayan bal arıları tarafından üretilmektedir. Nektarlar kovandaki mumlu peteklere taşınıp biriktirilirken, kovandaki arılar da toplanan nektarlardaki fazla suyu buharlaştırmak için kanatlarıyla sıvıyı havalandırmaktadır. Bu işlem sayesinde nektardaki şeker yoğunlaşmakta, taze nektarın kıt olabileceği ilerideki kıtlık dönemleri için depolanan bala dönüşmektedir.

Balarıları

Balarıları

Yeryüzünde 7 ana aile grubunda 16.000’den fazla arı türü bulunmaktadır. Arılar bitkileri tozlaştırarak evrimleşmelerine neden olmaktadır. Yakın zamana kadar araştırmacılar genellikle ilkel arıların çoğunun Colletidae ailesinden geldiğine inanıyorlardı ki bu durumda arıların Güney Amerika veya Avustralya’dan geldiğini işaret etmekteydi. Bununla birlikte, 2006 yılında Dr. B. Danforth’un Science dergisinde yayınladığı bir makale de, arıların evrim ağacının en eski dallarının Melittidae familyasından kaynaklandığı sonucuna varmıştır. Bu iddia doğruysa arıların Afrika kökenli olduğu anlamına gelmektedir. Ayrıca arıların varlığı neredeyse çiçekli bitkilerle aynı döneme tarihlendiğinden evrim sürecini açıklamak için kullanılmışlardır.

Tarih Öncesinde Bal

Arkeologlar antik mezarlara gömülü, derin deniz dalgıçları ise terk edilmiş gemi enkazlarının ambarlarında çeşitli tarihi yiyecek ve içeceği keşfettğinde çoğu kez bunlar arasında bal ve balmumunun varlığına da rastlanmıştır. Mısır Firavunu Tutankhamun’un mezarında bulunan 3350 yıllık bal keşfi, genellikle dünyanın bilinen en eski balı olarak kabul ediliyor. Bununla birlikte, 2003 yılında Gürcistan’da Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol boru hattının inşası sırasında, Tiflis’e yakınlarında soylu bir kadının mezarında, 5500 yıllık bal içeren seramik bir kavanoz koleksiyonu keşfedildi.

Bicorp’taki Cuevas de la Araha’da bal toplayan adam çizimi

Şimdiye kadar keşfedilen en eski arı, 100 milyon yıl öncesine ait Myanmar’ın kuzeyindeki bir madende kehribara gömülü halde bulunmuştur. Bununla birlikte yaklaşık 10.000 yıl önce insanlar, bal arılarının bir kovanın varlığını sürdürmek için gerekenden çok daha fazla bal ürettiğini ve balın arı kovanlarından güvenle hasat edilebileceğini keşfettiklerinde arıcılık mesleği ortaya çıkmıştır. İspanya’nın Valensiya yakınlarındaki Bicorp’taki Cuevas de la Araha’da bulunan ve MÖ 6000 yılına tarihlenen bir kaya resminde bir ip üzerinde sallanan ve bir uçurumun yüzeyinde vahşi bir arı kolonisini soyan bir çift bal arayıcısı tasvir edilmektedir. Tasvirdeki figürler, sepetler veya su kabakları taşırken ve kovana ulaşmak için bir ip veya ip merdiven kullanmaktaydı. Yabani arı kolonilerinden bal hasadı var olan en eski insan faaliyetlerinden birisi olup, günümüzde bile Afrika, Asya, Avustralya ve Güney Amerika’nın bazı bölgelerinde yerli topluluklar tarafından uygulanmaktadır.

Mitolojide Bal

Yunan mitolojisinde arıların tanrıların habercisi, balın ise bilgelik ve şiir kaynağı olduğuna inanılıyor hatta balın inanılmaz güçler sağladığı söyleniyordu. Homeros‘un İlyada ve Odysseia‘sında Olympus tanrılarının bal (nektar) ve bal şarabı (ambrosia) ile yaşadıklarından bahsedilir. Yunanca “nektar” kelimesi “ölüme karşı zafer” ambrosia ise “ölümsüzlük” anlamına gelmekteydi. Yunan güzellik tanrıçası Afrodit, güzellik maskeleri için bal ve balmumu kullanıyordu. Balarısı anlamındaki Melissa ise Yunan mitolojisinde balın kullanımını keşfedip, öğreten ve adını arıların kendisinden aldığına inanılan bir periydi.

Antik Dünyada Bal

Günümüzde market raflarında çikolata ve şekerleme bolluğu göz önüne alındığında antik dünyada balın kıymetini anlamak ve anlatmak kolay değildir. Günümüzde bal sadece yiyecek olarak tüketilmekteyse de bal geçmişte yaraları iyileştirmek amacıyla merhem hatta ödeme aracı olarak kullanılmıştır. Sümer ve Babil çivi yazılarında, Hitit kanunlarında, Hindistan’ın kutsal yazılarında, Vedalarda ve Mısır’ın eski yazılarında baldan söz edilir. Sümer, Asur ve Babil’de kapı eşiklerinin ve hatıra adaklarının bulunduğu taşların ve kutsal binalarda kullanılacak olan sürgülerin üzerine üzerine bal dökülmekteydi.

Din kitaplarında bal ile ilgili birçok referans bulunmakta olup, Eski Ahit’in ‘Çıkış’ kitabında Vaat Edilmiş Topraklar “süt ve bal akan topraklar” (33:3) olarak tanımlanmıştır. Bununla birlikte metinde geçen İbranice devaş kelimesinin aslında bal değil hurmanın suyundan üretilen tatlı şurubunu ifade ettiği iddiası da ileri sürülmüştür. Ayrıca Tanrı’nın Yakup’u kayadan bal ile beslediği ve Vaftizci Yahya çekirgeleri yabani bal ile yedi söylenmiştir. Hakimler Kitabında ise Samson bir aslanın leşinde bir arı ve bal sürüsü bulunmuştur (14:8). Matta incilinde 3:4’te, Vaftizci Yahya‘nın, çekirge ve yabani baldan oluşan bir diyetle vahşi doğada uzun bir süre yaşadığı söylenir. Roş Haşanah, Yahudiler tarafından kutlanan İbrani takviminin yeni yılı olup, iki gün süren bayram boyunca ailece yemek yenir ve özellikle elma dilimleri bala batırılırak tüketilmektedir.

Eski Mısır’da Bal

Mısırlı bal üreticileri mevsimlik çiçekli bitkilere yakın olmak için Nil Nehri boyunca arı kovanlarını sallar üzerinde taşımaktaydı. Mumya yapılırken lahitler kovanlardan toplanan balmumu ile mühürlenmekte, dolu bal küpleri tipik olarak ölümden sonraki yaşamda yiyecek olarak ölülere sunulmaktaydı. Hatta bazı mumyalar vücudun daha iyi korunması için bal içinde mumyalanmıştı. Mısırlılar vergi veya ödeme aracı olarak da kullanılan balı kendi yemeklerine tad vermesi için eklerken diğer yandan kutsal hayvanları da balla beslemiştir. Balın son derece yüksek şeker içeriğinin tıpkı tuz gibi davranarak bakterilerden su emerek mikropların ölmesine sebep olduğu bilinmektedir.  Londra’da bulunan British Museum’da sergilenen Tuz 825 papirüsünde Mısırlıların güneş tanrısı Ra‘nın dökülen gözyaşlarının yere aktığında arılara dönüştüğüne inandığı anlaşılmaktadır. Bal, Eski Mısır toplumunun ekonomisine ve refahına katkıda bulunmanın ötesinde kutsal olarak görülmekteydi. Mısır cenaze törenlerinde ölenlerin üzerine bal sürülerek ciltlerinin tanrıların altın rengi cildi gibi görünmesini sağlamaktaydı.

Eski Yunan’da Bal

Yaptığı reformlarla Atina demokrasisinin temelini attığı kabul edilen Solon kanunlarından birisinde arı kovanlarını kuran kişinin onları başkaları tarafından kurulmuş olanlardan 300 metre uzağa koyması gerektiğini yazmıştı. Büyük İskender‘in MÖ 323’te ölümünden sonra ardılları onu halka açık bir şekilde sergilemek istediği için bal dolu altın bir lahit içine daldırmakla kalmamış, Babil’den Makedonya’ya 1.800 milden fazla bir mesafe taşınırken cesedinin bu süreyi bozulmadan geçirebilmesi için bal içerisinde tutulmaya devam etmiştir. Doktorlar balı çeşitli hastalıklar ve rahatsızlıklar için bir tedavi yöntemi olarak kullanmışlardı. Xenophon’a göre MÖ 400’de Yunan askerleri Pers tahtını gasp etmeye çalıştığında, Persler yerel bal arılarının zehirli ormangülü çiçeklerinden yaptığı deli balları Yunan ordusunun yemesini sağlayarak düşmanlarını zehirlemişti. Yunanistan’ın bazı bölgelerinde, gelinin yeni evine girmeden önce parmaklarını bala batırıp haç işareti yapması geleneği vardı ki bu adet evlilik hayatında, özellikle kayınvalidesiyle olan ilişkisinin tatlılıkla sürmesini sağlamak içindi. Pisagor balı uzun ve sağlıklı bir yaşamı garanti etmek için bir çeşit iksir olarak görmekteydi.

Hindistan’da Bal

Hindistan’da bal sağlıklı bir gıda olarak övülürken terapötik kullanımı, hem Vedalarda hem de ayurvedik metinlerde kayıtlıdır. Hinduizm‘de Madhu adıyla bilinen bal, yaşamın beş iksirinden (Panchamrita) birisi olup, Hindu tapınaklarındaki tanrı heykellerinin üzerine Madhu abhisheka adı verilen bir törenle bal dökülmektedir.

Budizm‘de, Hindistan ve Bangladeş’teki Madhu Purnima festivalinde bal önemli bir rol oynamakta ve Buda’nın, bir maymunun yemesi için bal getirdiği vahşi doğaya geri çekilip, öğrencileri arasında barış yapması anılmaktadır. Bal dolunayı anlamına gelen Madhu Purnima festivali Bangla ayında (Ağustos/Eylül) dolunay gününde gerçekleşmekte olup, Budistler keşişlere bal verilmektedir. Ayrıca maymunun bal hediyesi Budist sanatında sıklıkla tasvir edilmektedir.

Orta Çağda Bal

14. yüzyıla kadar Avrupa’da çok az şeker bulunduğundan bal, şekerlemeciler tarafından meyveleri, kuruyemişleri, çeşitli ot ve baharatları karıştırmak için kullanılmaktaydı. Galya ve İngiltere’de, kalitesiz şarabın tadı, bal ve baharatların eklenmesiyle gizlenmekte ayrıca Alman birası da bal ile tatlandırılmaktaydı. Avrupa’da Orta Çağ boyunca bal, tatlandırıcı, ilaç, koruyucu ve bal likörünün temel bileşeni olarak kullanılmıştı. Bal likörü, balı süzmek için petekleri elle ezildikten ve ardından şarabı 1:4 oranında 3 gün boyunca suyla karıştırıldıktan sonra, kaynatılmakta ve keten bezlerden süzülerek elde edilmekteydi. Ayrıca likörün mayalanmasına yardımcı olmak için çeşitli baharatlar da eklenmekteydi.

İspanyollar, Meksika ve Orta Amerika yerlilerinin iğnesiz bir arı türü vasıtasıyla arıcılığı geliştirdiklerini keşfettiler. Bununla birlikte 17. Yüzyılda Avrupalı ​​yerleşimciler Avrupa bal arılarını ilk olarak 1638’de New England’a tanıttılar. Kuzey Amerika yerlileri bu bal arılarına ‘beyaz adamın sinekleri’ adını vermişlerdi.

İslam inancında Kuran’da balın faydalarından bahsedilmektedir. Nahl suresinde 68 ve 69. ayetlerde bal arılarından bahsedilmekte olup, Hadislere göre Muhammed (S.A.V) balı şifa için şiddetle tavsiye etmiştir (Sahih Buhari cilt 7, kitap 71, sayı 584, 585, 588 ve 603).

Osmanlı Devletin’de özellikle saray mutfağında bal bol miktarda kullanılmış olup, halk da şeker fiyatı yüksek olduğu dönemlerde helva ve diğer gıdaları tatlandırmak için bal kullanmıştır.

Günümüzde Arılar ve Bal

Günümüzde bal arıları, meyveler, sebzeler, yağlar, tohumlar ve kuruyemişler dahil olmak üzere tüketilen gıdaların yaklaşık üçte birinin tozlaşması için gereklidir. Bununla birlikte, küresel arı popülasyonu, böcek ilaçları, hava kirliliği ve su kirliliği gibi çeşitli nedenlerle, son on yılda ne yazık ki hızla azalmaktadır. Arıların tozlaşma yeteneğinin azalması ve toplu olarak arı ölümleri sadece balın geleceğini değil aynı zamanda gıda üretimini de küresel ölçekte tehdit etmektedir.