Karadeniz Tarihi

Suhte İsyanları

Makale: Özhan Öztürk

Suhte isyanları, 16. Yüzyıl Anadolu’sunda Tarsus’tan başlayarak, Toroslar’ı takiben, Sivas’tan ve Erzincan’dan Giresun’un doğusuna çekilen bir hattın batısında kalan alanlarda[1] süreklilik arz etmiş, ülkenin asayişsizliğinde önemli rol oynamış ve en önemlisi “Celali İsyanları” adıyla anılan iç savaşın hazırlayıcı etkenlerinden birisi olmuştur.

Suhte isyanları özellikle Kanuni Sultan Süleyman döneminde Anadolu’nun bütün medreselerine yayılmış olup, suhteler önceleri 20-30 hatta 150 kişilik gruplar halinde halktan cer, kurban, nezir adı ile salgın toplarken sonradan işi eşkiyalığa dökmüşlerdir. Suhte isyanları köy ahalisi Hristiyan olan bölgelerde sadece kent merkezlerinde etkili olurken Müslümanların yoğun yaşadığı bölgelerde taşraya yayılmıştır. 1559 yılında Anadolu ve Rumeli’nde suhteler guruplar halinde dolaşıyor, hükümet kuvvetlerine karşı birleşerek karşı koyuyor, Beyler’e ve adamlarına rüşvet vererek takipten kurtulabiliyorlardı. 1559’da Anadolu’da ve Rumeli’de Osmanlı Yevmli Ordusu’nun mühim bir kısmını oluşturan tımarlı sipahilerin çoğunun şehzade Beyazid’in etrafında toplanması sancakların bunlara emanet edilemeyeceğini gösterince isyancılara karşı Müslüman gençlerden oluşan “il erleri” adıyla milis kuvvetler oluşturulmuştur. İl erlerinin yanı sıra 26 kişilik bir sipahi grubu kurulmuş daha sonra 150 kişilik bir yardım kolu eklenmiş, hatta devlet iki suhtenin bile silahlı olarak yan yana gezmesini yasaklamışsa da ayaklanmaların önüne geçilememiştir.

Kastamonu yöresinde Suhte isyanları

Kastamonu yöresinin dağlık olması isyancıların izlenmesini güçleştirirken, kırsal alanda Türkmen yerleşimlerinin varlığı suhte ayaklanmalarının bölgenin merkezlerinden olmasına yol açmıştır. 1560 yılında Kastamonu sancak beyi Süleyman Bey Divan’a yolladığı bir mektupta zekat adı altında halktan zorla para ve yiyecek toplayan suhtelerin Boyabat ve Sinop kadılarına rüşvet vererek kurtulduklarını bildirmiştir. 1564’de Küre kadısının Divan’a yazdığı bir mektupta ise Samsun civarında suhte kıyamlarının arttığından bahsedilmektedir. 1565 yılında Kastamonu ve civarında suhteler asayiş memurlarının suhte teftişini kazanç vasıtası haline getirmiş olmalarından da cesaret alarak silahlı çeteler halinde köy köy dolaşarak çeteler halinde halkın can, mal ve ırzına kastetmeye başlamışlardır[2]. Aynı dönemde Samsun civarında suhte ve leventler Çingene ve göçerler ile birlikte dolaşıp, ellerindeki cariyeleri kullanarak genç erkekleri etraflarında topluyorlardı. II. Selim döneminde Kazan seferi sırasında Bolu ve Kastamonu civarında suhtelere karşı sancağı muhafaza edilebilmek için vezir Mustafa Paşa 200 sancak sipahisini seferden alıkoyarak geride bırakmak zorunda kalmıştır. 1568 yılında Kefe’den İstanbul’a yağ ve kürk getiren gemiler karaya vurunca halk tarafından yağmalanmış, yağmacılıktan tutuklananları ise şehir halkının da desteklediği suhteler kurtarması örneğinden de anlaşılacağı gibi bölgede devlet otoritesinin sürekliliği söz konusu değildir. İstanbul, Sancak Beyleri sefere çıktıklarında geriye fazla asker bırakamadıkları için aşayişin bozulduğunu öne sürerek kendini savununca, Saray Anadolu beylerbeyi’ne düzeni sağlama görevi vermiş olup, 1568-69’da tam anlamıyla çığrından çıkan olaylar Beylerbeyinin müdahalesi sonucunda 1571-72 yıllarında durulur gibi olmuştur.

1574 yılında donanmanın Tunus seferine çıkacağı haberi duyulduğu sırada Giresun, Samsun, Bafra, Merzifon, Tokat bölgelerinde suhteler harekete geçmiş, Menteşe gibi bölgelerde Türkmen aşiretleri Kıbrıs’a sürülmeleri ya da topluca katledilecekleri tehditine rağmen suhteleri desteklemişlerdir. II. Selim öldüğünde Anadolu Medreselerini içine alan genel bir ayaklanma manzarası ülkeyi sarınca, sancak beyleri ile halkın arası açılmış, suhteler bazı bölgelerde Beylerle birlikte halkı çoluk çocuk demeden katletmeye başlamıştır. 1576’da Ardıçoğlu adlı suhte elebaşı adamlarıyla bölgeye hakim olunca Kefe-Anadolu ticaret yolunda asayiş sorunu ortaya çıkmış, ancak Amasya ve Kastamonu sancakbeylerinin işbirliğiyle sorun çözülebilmiştir.

1581 yılında Bolu-Gerede bölgesinde ayaklanan Köroğlu Ruşen soygunculğa başlayınca bu yörenin zenginleri Kastamonu’ya göçmüş, 1587’de Kara Hacı adlı bir suhte Kastamonu’da 50 kişiyi işkence yaparak öldürtmüş, 1603’de Celali lideri Karayazıcının ölümünün ardından yerine geçen kardeşi Deli Hasan bölgeyi talan etmiş, adamlarından Yularkastı Kastamonu’yu yakmıştır. Acz içindeki devlet Yularkastı’yı Kastamonu sancak beyi olarak atamak suretiyle sorunu aşmaya çalışırken kentin ileri gelenleri başka yörelere göç etmek zorunda kalmıştır.

1584 yılında Kırım’da Saadet Giray’ın[3] Bahçesaray’ı yağmalaması üzerine Osmanlı Devleti, Sadrazam Özdemiroğlu Osman Paşa komutasında Kırım’a sefer düzenlemiş, 1 Kasım’da (27 Şevval) Üsküdar’dan hareket eden ordu (10.000 yeniçeri, altı bölük halkı[4] ve 1000 çavuş) Aralık ayında Bolu üzerinden Kastamonu’ya ulaşmış, Sinop üzerinden deniz yoluyla Kırım’a gönderilecek kuvvetler 3,5 ay (109 gün) süreyle Kastamonu’da konaklamıştır.[5] Serdar-ı Ekrem Osman Paşa’nın ferman yazdırmak için İstanbul’dan beş bin tuğralı ahkâm kâğıdını yanında sefere götürmesi, Divan-ı Hümayun’u burada toplayıp iktisadi, askeri ve askeri konularda alınan kararları ilgili makamlara buradan göndermesi Kastamonu’nun bu süreçte ikinci bir başkent konumu kazandığını göstermektedir.[6] Deniz ve karayolu kullanımının imkânsız olduğu kış ortasında çıkılan bu sefer Osmanlı askeri tarihinde ilk ve izahı zor bir girişim olup, büyük bir askeri gücü beslemek için yeterli altyapısı olmayan Kastamonu’nun seçilmesi muhtemel İran seferi veya Osman Paşa’nın hastalığı ile ilişkili olmalıdır[7]. Osman Paşa, Ferhat Paşa’yı Kırım’a göndermiş, isyan Osmanlı ordusunun Kırım’a gitmesine gitmeden bastırılınca Erzurum üzerinden organize edilecek olan İran seferinin hazırlıklarına başlanılmış, Serdar-ı Ekrem, 22 gün Amasya’da, 20 gün Tokat’ta konakladıktan sonra 2 Ağustos günü Erzurum’a ulaşmıştır. Başta Bolu olmak üzere Tokat, Ankara, Amasya’yı etkileyen Temmuz-Ağustos 1688 depremleri Kastamonu’da da çok sayıda ev ve can kaybına sebep olmuştur.

19. Yüzyıl başlarında Osmanlı Devleti’ne başkaldıran Mısır valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa Anadolu’yu karıştırmak suretiyle devleti zayıf düşürmek için yer yer küçük ayaklanmaları desteklemiştir. Bunlardan birisi hapisten yeni salıverilen eski tımarlı süvari onbaşısı Tahmiscioğlu ayaklanmasıdır. Tahmiscioğlu, 1833 yılında Mısır’dan gelen kardeşi Kör Ahmed’i ve çok sayıda yeniçeri kaçağını etrafına topladıktan sonra Kastamonu’da Asakir-i Mansure-i Muhammediye’ye bağlı bazı subayların ahlak dışı davranışlarını ve vergi yolsuzluklarını bahane ederek ayaklanıp, Kastamonu’yu ele geçirmiştir. Osmanlı devletinin isyanı bastırmak ile görevlendirdiği Ankaralı Mesud Ağa, Viranşehir Ayanı Hasan Çavuşoğlu’nun da yardımıyla isyanı bastırmışsa da Tahmiscioğlu ülke dışına kaçmayı başarmıştır.

Kaynak: Özhan Öztürk. Pontus: Antik Çağ’dan Günümüze Karadeniz’in Etnik ve Siyasi Tarihi (Genişletilmiş 3. Baskı). Nika Yayınları. Ankara, 2016

Notlar

[1] Akdağ, 1949: 361

[2] Akdağ, 1949: 366

[3] Kafkasya’da Osmanlı-İran mücadelesinde Osmanlı’ya gerekli desteği vermeyince azledilen Kırım hanı II. Mehmet Giray’ın oğludur.

[4] Yeniçeri süvarileri. Altı bölüm neferatı adıyla bilinmekte ve sipah, silahdar, ulufeciyan-ı yemin, ulufeciyan-ı yesar, gureba-yı yemin ile gureba-yı yesar bölüklerinden meydana gelirlerdi.

[5] Selânikî Mustafa Efendi, 1999: I, 148-149

[6] Selânikî Mustafa Efendi, 1999: I, 150

[7] Ertaş, 2005: 139-149

[8] Boré, 1840: 273; Ainsworth, 1842: 82; Texier, 1862: 617; Reclus, 1884: 565