Makale: Özhan Öztürk
Bizans’ın Çin ve Hindistan ile ticaretini sağlayan İpek Yolu Sasani hâkimiyetindeki İran üzerinden Anadolu’ya girdiği için Bizans üzerinde ekonomik baskı oluşturunca imparator Justinianus, İpek Yolu’nu Kafkasya ile İran sınırındaki Lazika üzerinden geçirerek Sasanileri aradan çıkarmaya çalışmıştır. Sasanilerin İpek Yolu hâkimiyetlerine sekte vuracak bu girişimi engellemek istemesi üzerine de MS 541-562 yılları arasında Bizans ile İran arasında sınır bölgesinde yer alan Lazların tarihi yurdunun cephe olarak seçildiği bu yüzden tarihe “Lazika Savaşları” (Gürcüce Büyük Egrisi Savaşları veya ეგრისის დიდი ომი, Batı literatüründe Laz Savaşı ‘Lazic War’ veya Kolhis Savaşı ‘Colchidian War‘) adıyla geçen bir dizi savaş gerçekleşmiştir. Agathias Scholasticus ve Caesarealı Prokopius’u tüm detaylarıyla anlattığı bu savaşlar dizisi Bizans’ın göreceli üstünlüğüyle sona ermiştir. Prokopius’a göre iki ateş arasında kalan Lazlar ve Abasgların (Abhazlar) hiçbir menfaatleri olmayan bu savaşlara katılmalarının esas nedeni topraklarını Bizanslılardan korumak ve kurtarmaktır.[1]
İmparator Justinianus’un Lazika’ya gönderdiği memurlardan John Tzibus adlı geçmişi karanlık birisi imparatoru Petra kentini kurmaya ikna ettikten sonra gayrı kanuni yollardan para kazanmayı sevdiğinden burayı kale olarak kullanarak Lazi topraklarını yağmalamış, ele geçirdiklerini Kolhisliler’e satmıştır[2]. MS 532 tarihli Ebedi Barış Sözleşmesi’yle Bizans’ın Lazika üzerindeki egemenliğini tanıyan Sasani kralı I. Hüsrev, Laz kralı Gubaz’ın 541’de bir yerel isyanı bastırmak için kendilerinden yardım istemesi üzerine bölgeye girmiş, Bizans kalesi Petra’yı ele geçirerek ülkenin hamisi olmuştur. Bununla birlikte Pers ordusu gerek savaşlar gerekse neredeyse hiç yolu olmayan ve her yeri uçurumlarla kaplı olan Lazika arazisinin güçlüğü sebebiyle ağır kayıplar vermiş, yeterli yiyecek bulamaması ve salgın hastalıklar ordunun geri kalanını kırıp geçirmiştir[3]. Pers ilerleyişini öğrenen Bizans ordusu Lazilerin evlerini yakmış, surlarını yıktıktan sonra küçük teknelerle hemen karşı kıyıda bulunan Trapezus’a kaçmışlardır[4].
MS 543-46 yılları arasında Justinianus, Kolhis ve Abhazya’ya rahipler gönderip, kiliseler inşa ettirerek bölgeyi Hristiyanlaştırmaya çalışırken, bölgeye hâkim olmak isteyen Pers şahının Zerdüşt rahiplerini misyoner olarak göndermesi Lazlar arasında tepkiyle karşılanmış, kralları Gubaz liderliğinde 548 yılında Perslere karşı ayaklanmışlardır.
Agathias’ın yanı sıra çağdaşı Prokopius’un notları da Roma-Lazi ittifakına tanıklık etmektedir:
“Laziler ilk önce Romalılara bağlı kalarak Kolhis’e yerleşmişlerdi. Ama sadece onlar vergi ödeme ve Romalıların her dediğini yapmakla yükümlü değillerdir. Kralları öldüğü zaman, Roma imparatoru, tahta geçecek olana imparatorluğun simgelerini gönderecek ve onlarda Roma’nın sınırlarını koruyacaktı. Düşman Hunlar Kafkas dağlarını aşıp Lazika’yı geçip Romalılardan hiç para ve ordu yardımı almadan ama Pontos Euxenios’un etrafında yaşayan Roma halkıyla ticaret yapacaklardı. Kendilerinin tuzu, hububatı ve iyi bir şeyleri yoktu. Ama ihtiyaçlarını köle ve deri vererek karşılıyorlardı”[5]
Lazlar, Bizans’a altın, deri, kürk, köle ve bal temin ederken tuz, tahıl ve lüks ihtiyaç maddeleri ithal etmekte bu alışveriş Trabzon limanı aracılığıyla gerçekleştirilmekte olup buradan kalkan küçük tekneler Phasis’e dek ulaşmaktaydı. Pers kralı Hüsrev ordusuyla, İberya’yı aşıp Lazika’ya girmiş, ordusunun rahat ilerleyebilmesi için ağaçları kese kese ilerleyerek Kolhis’in merkezine ulaşıp, Daras şehrini kuşatınca Laz kralı Gubaz, Roma imparatorundan yardım istemiştir:
“Hüsrev’in amacı, ani bir saldırıyla Daras şehrini alarak, tüm Kollhislileri Lazika’dan çıkarıp yerlerine Persli halkı yerleştirmek olduğu için, amacında kendisine yardım için bu iki adamı seçti (Pharizos ve Isdigousnas). Kendisine göre şanslı bir saldırı ve Kolhis’in tamamını ele geçirmek için önemli bir gelişme olacaktı. Ona göre bu birçok yönüyle Pers ordusuna avantajlar kazandıracaktı”[6]Gerçekten de Hüsrev’in ordusu 3 kez Bizans topraklarına girmiş, saldırdıkları kentlerde yakaladıkları kadın ve erkeklerden bazılarını kesmiş bazılarını ise beraberlerinde götürerek pek çok bölgeyi insansız hale getirmiş, Kolhis’i işgal ettikleri andan itibaren Lazikalılar ve Bizanslıları katletmekten geri durmamışlardır[7].
Justinianus’tan yardım isteyen Gubaz’a imparator 7.000 Roma askeri ve 1.000 Tzani’yi[8] destek olarak göndermiştir:
“…Ve Gubazes, İmparator Justinianus’a içinde bulundukları durumu bildirdi ve Lazilerin geçmişte yaptıklarından dolayı özür diledi. Media boyunduruğundan dolayı kuvvetleriyle onlara yardım etmesini istedi. Kendi başlarına bırakılan Kolhisliler, Perslerin ellerinden kurtulamayacaklardı. İmparator Justinianus bunu duyunca, kabul etti ve Dagisthaeus liderliğinde yedi bin adamını ve bin Tzani’yi, Laziler’e yardıma gönderdi. Bu kuvvet Kolhis topraklarına ulaştığında, Laziler ve Gubazes ile birlikte Petra yakınlarında kamp kurdu ve burayı kuşatma altına aldı”[9]
Dagisthaeus komutasındaki Roma askerlerinin yardımıyla Gubaz Petra kalesini kuşattıysa da Mermeroes komutasındaki 3.000 kişilik Pers kuvvetleri kuşatmayı dağıtmıştır. Gözü pek savaşçılar olan Tzaniler kaçan Roma askerlerine katılmayıp, savaş meydanına geri dönerek Perslerin bir bölümünü öldürdükten sonra yürüyerek Trabzon-Giresun dağlarındaki ülkelerine geri dönmüşlerdir:
“Dagisthasios, ordusuna emir bile vermeden kuşatmayı bıraktı ve Phasis nehrine doğru ilerledi Tüm Romalılar da onu izledi. Onların her şeylerini kamplarda bıraktıklarını gören Persler kapıları açarak dışarı çıktılar ve kampı talan etmeye kalkıştılar. Ama Dagisthaios’u takip etmeyen Tzaniler derhal kampı savunmaya koştular ve birçok Persliyi öldürdüler. Persler kaçtılar. Roma kampını yağmalayan Tzaniler, Rhizaeum’a ilerlediler. Buradan Atina’ya gelerek Trapezuntion topraklarından eve döndüler”[10]
Bu olaydan sonra Laziler Phasis nehrinin sağ kıyısı boyunca kaleler inşa ederek sınır güvenliğini arttırma yoluna gitmişlerdir.
Ermenistan üzerinden gelen 5 bin kişilik Pers kuvvetleri Dagisthaeus’un kuvvetleri tarafından Phasis nehri civarında yok edilmiştir. Bir sonraki Bizans saldırısında Hippis[11] nehrinde öldürülen Khorianes’in yerini alan Bessas, Arkhaeopolis’de[12] savaştığı (MS 551) Sabiri Hunları tarafından desteklenen Pers ordusu komutanı Mermeroes’i öldürüp Petra’yı ele geçirmiştir. Ardından Kutaişi kentini ve ticaret yollarını denetleyen Uçimerion kalesini ele geçiren Bessas, Telephis’de büyük bir zafer kazandıktan sonra kuvvetlerini Nessos’a geri çekerek savunma pozisyonu almıştır. Mihroe’nin ölümünden sonra Pers kuvvetlerinin başına geçen (MS 555) Naçoragan, Bizans güçlerini Onoguris’da püskürtmüş dahası Arkhaeopolis’i ele geçirmeye muvaffak olmuştur. Lazlar ve Bizanslıların arasını açan bu olayın ardından Gubaz, Bessas, Martin ve Rusticus adlı Bizans subaylarını İmparator’a şikâyet etmiştir. Bessas, Konstantinopolis’e geri çağrılırken Rusticus ile kardeşi John, Gubaz’i öldürmüşlerdir.
Bizanslı yazar Agathias (MS 536-582) Lazika savaşları sırasında aldıkları yenilgiden dolayı Laz kralı Gubaz’ı sorumlu tutan askerlerin imparatoru Gubaz’ın ihaneti konusunda ikna edince yakalanıp Konstantinopolis’e getirilmesi emredildiğini ama bunun gerçekleştirilmeyip, Khobi nehri kıyısında krala tuzak kurularak öldürüldüğünü bildirmiştir:
“…Zavallı adam kendinden emin ve rahat bir şekilde, sadece birkaç silahsız adamı ile birlikte orada onlarla buluştu. Tabi ki, buluşacağı insanlar yabancı olsa başka şekilde davranırdı, ancak onun randevulaştığı insanlar, düşmanları değil, müttefik bildiği ve tanıdığı insanlardı. Onlar, onun ülkesini savunmak ve yabancı istilâcıları püskürtmek için gönderilmemişler miydi? (…) Bunlar konuşulduğu anda, iftiracılardan biri olan John, farklı bir görüşün ifade edilmesini, İran taraftarlığına ve bozgunculuğa dair yeterli kanıt olarak kabul etmiş ve hançerini sessizce çıkararak Gubaz’ın göğsüne saplamış. Ama onu bir vuruşta öldürememiş. Ayaklarını atının boynuna dolamış durumda olan Gubaz, dengesini kaybederek yere düşmüş ve umulmadık bir şekilde, hala yaşamaya devam ediyormuş. O yerde sürünüp, ayağa kalkmaya çalışırken, Rustikus’un adamlarından biri, başına bir vuruşta kılıcını indirip, yaşamına son vermiş. En sağlam ve en güvenilir kaynaklar, Gubaz’ın işte böyle bir planla ve bu şekilde öldürüldüğünü bildirmektedirler.”[13]
Lazların bu tür bir muameleyi hak etmediğini düşünen Agatha’sın notları Lazilerin bölgelerine hâkim, uygar ve kalabalık bir halk olduğunu düşündürmektedir:
“Lazlar büyük ve gururlu bir halktır ve onlar, oldukça önemli başka kavimlere hükmetmektedirler. Kolkhidalıların antik isimlerine bağlı olmaları ile abartılı bir şekilde gurur duyarlar ve muhtemelen kibirli yaklaşımları da bundan kaynaklanmaktadır. Eminim ki, bize bağlı kavimler arasında, böyle bol insan gücü kaynaklarına sahip olan, bu şekilde gereğinden fazla bir zenginlik ihsan edilmiş olan, bu kadar ideal bir coğrafi konuma sahip olan, böylesine bolluk içinde bir yaşam biçimleri olan ve böylesine yüksek bir medeniyete ve inceliğe sahip olan, bir başka kavim daha yoktur.”[14]
Senator Athanasius cinayeti soruştururken, krallarının öldürülmesinin ardından Laz ileri gelenleri toplantı yapıp, Bizans’a karşı nasıl bir tavır alınacağını tartışmış, Laz ileri gelenlerinden Phartaz, kendisine İran lehine muhalafet eden Aiet’e akılcı ve mantıklı düşünülmesi gerektiğini, suikastla imparatorun alakası olamayacağını, tekrar Perslerle ittifak kurmanın akılcı olmayacağını ileri sürmüştür. Sonuçta Lazlar, Gubaz ailesinin en küçüğü II. Tzathes’i kral olarak atamasını imparatordan rica etmiş, taç giydirilmek üzere Konstantinapol’e göndermişlerdir.
“Bu arada Tzathius, Bizanslı bir generalin eşliğinde, İstanbul’dan gelmişti. Mevcut usuller gereği, hanedan unvanını ve kraliyet armasını imparatorun elinden almıştı. Üzerinde kraliyet arması olan, değerli taşlarla kaplı altın bir taç, ayaklarına kadar uzanan altın sırmalı bir kaftan, kırmızı ayakkabıları ve başında da aynı şekilde kıymetli taşlarla ve altın nakışlarla bezenmiş bir başlık vardı. Bu kıyafet aslında geleneklere uygun değildi, zira her ne kadar, gerçekte Laz kralları erguvan renkli kaftanlar giyseler de, bu sefer bu renk beyaz olmuştu. Bununla birlikte, bütünüyle sıradan bir kıyafet de değildi; ortasında yer alan, boydan boya göz alıcı altın sırma işlemeleri ile oldukça seçkin bir görünüme sahipti. Kraliyet arması, ayrıca kemer tokasının üzerine de yerleştirilmişti. Kaftanının üzerine iliştirilen çeşitli mücevherlerle ve süslerle de göz kamaştırıcı bir görürüm kazanmıştı.”[15]
Katil kardeşler MS 556’da tutuklanıp idam edildikten[16] sonra, Arkhaeopolis tekrar ele geçirilmiş, bu sırada Naçoragan Phasis’e başarısız bir saldırı girişiminde bulunmuştur. Aynı yıl Misimya’da çıkan ayaklanmayı bastıran Bizans ordusu sonunda bölgeden Persleri çıkarmaya muvaffak olmuştur. 562’de iki ülke arasında imzalanan 50 yıllık barış antlaşmasına göre I. Hüsrev Lazika’nın Bizans’a bağlı bir devlet olduğunu yıllık vergi karşılığında kabul etmiştir.
Bizans imparatoru Herakleios 622’de düzenlediği seferde önce Kafkasya’da Divin kentine sonra güneye yönelerek büyük Zerdüşt tapınağını barındıran Samanilerin kutsal kenti Ganzak’a girmişse de burada kalmadan Aras vadisine geri dönmüştür. Bölgede Laz, Abhaz ve Gürcü yerli kabilelerden asker toplamışsa da 624’de ordusunun büyük bölümünü teşkil eden Lazlar, Abhazlar ve İberler kendisini terk etmişlerdir. Bizans ordusu 626 yılında imparatoru yalnız bırakan halkları cezalandırmak için Lazistan’a sefer düzenlemiş Phasis’e dek çıkarak sahil kısmının yanı sıra, Klarceti ve İspir’i de işgal ederek tüm kaleleri ele geçirmiştir. Heraklius 627’de Hazar Hanlığı’nın da yardımıyla Mezopotamya seferine çıkmış, Nineveh Savaşı’nda Rhahzadh komutasındaki Sasani kuvvetlerini bozguna uğratmış, sonunda Bağdat’a dek ilerleyerek Hüsrev’i yakalayıp, öldürtmüştür.
Sonuçta MS 6. yüzyılda kendi krallıklarını kuran Lazlar, Bizans’a deri ve esir sağlarken, tuz ve tahıl ithal etmekte[17] hem Persler hem de Bizanslılar tarafından güvenilmez müttefikler olarak algılanmalarına karşın, Lazika savaşlarından zaferle çıkan Bizans’a daha sıkı bağlandıkları hatta VI. Leo döneminden itibaren Bizans savunma sisteminin bir parçası olarak hizmet verdiklerini anlamaktayız. Bu dönemde Lazların ne oranda Bizans kültürüne asilime olduğunu ya da tersine yerleştikleri bölgelerin yerli halkıyla ne oranda karıştığı hakkında kesin bilgi sahibi değiliz. Sözgelimi Prokopius’un Bizans sınırında yaşadığını belirttiği “Pontikoi adlı Rumlar“[18] ifadesiyle Lazları mı kastetmektedir[19], eğer öyleyse bu insanlar “Rumca” mı konuşmaktadır, Bizans yaşam tarzına ne derece adapte olmuşlardır gibi, soruları cevaplamak açıkçası elde arkeolojik veriler olmadan cevaplamak zordur. Bununla birlikte Tao Gürcüleri veya İspir Ermenilerinden farklı olarak 7. yüzyıldan sonra Lazların yarı bağımsız derebeylikler kurduğuna dair tarihsel delillerin bulunmaması onların sadece askeri değil siyasi olarak da Bizans sistemi içerisinde yer aldığını düşündürmektedir.[20]
Kaynak: Özhan Öztürk. Pontus: Antik Çağ’dan Günümüze Karadeniz’in Etnik ve Siyasi Tarihi (Genişletilmiş 3. Baskı). Nika Yayınları. Ankara, 2016
Notlar
[1] Prokopius Bell. Pers. XV. 2. s. 215, 23
[2] Prokopius, Peri Ton Polemon, II, XV, 9-11
[3] Prokopius, 2001: 39-40
[4] Prokopius, Peri Ton Polemon, VIII, IV, I-33
[5] Procopius, Peri ton Polemon, II. XV. 1-6.
[6] Procopius Peri ton Polemon, II. XXVIII 17-18
[7] Prokopius, 2001: 115
[8] Çeşitli kaynaklarda Sanni, Tzani, Zani, Cani, Çani olarak bahsi geçen halk (ki bu yazım farklılıklarının sebebi Yunanca Çani telaffuzunun Yunanca Tzani olarak yazılmasıdır) Lazlar ile özdeş tutulduğu halde (Minorsky, 1936; Allen, 1932: 55-56; Allen, 1929: 135-36) metinde Zani ve Lazi haklarını ayrı ayrı ifade edilmesi daha önce açıkladığım sebeplerden dolayı yazar tarafından kasıtlı yapılmıştır.
[9] Prokopios, Peri ton Polemon, III. XXIX. 9-11 (Çev. Işık, 2000: 213)
[10] Prokopius, Peri ton Polemon, II. xxx. 11-14
[11] Bugünkü Tskhenistskali
[12] Bugünkü Nokalakevi
[13] Agathias III, 3, 9; III, 4, 5 (Çev. Zehiroğlu, 2000: 110)
[14] Agathias, III.5. 1 (Çev. Zehiroğlu, 2000: 111)
[15] Agathias, III. 15. 2 (Çev. Zehiroğlu, 2000: 112)
[16] Agathias, III. 15. 2
[17] Prokopius, Savaşlar, I. ii. 17-20; II. xv. 1-6, xxviii. 17-27
[18] Prokopius, Savaşlar, II. xvii, 1-2
[19] Minorsky, İslam Ansiklopedisi’ndeki Lazlar maddesinde Prokopius’un Pontikoi “Pontuslular denilen Rumlar” ifadesiyle henüz milli kimliklerini kaybetmemiş bulunan Lazlar’ı kastettiğini iddia etmektedir (Minorsky, 1936)
[20] Bryer, 1988: 178
Ayrıca Oku: Laz tarihi konulu makalelerim
Laziler, Çaniler, Tzaniler: Antik Çağ’da Lazlar
Lazika Krallığı
Lazika Krallığının Başkenti: Archaeopolis, Tsikhegoji, Ciha Goci, Nokalakevi
Lazika Savaşları: Bizans ve Sasaniler arasında Lazların var olma mücadelesi
Osmanlı döneminde Lazlar ve Lazistan sancağı
Tuzcuoğlu İsyanları
Megreller ve Megrelya
Abhaz Efsanelerinde Atsan Duvarı ve Ğumik halkı Laz mirası olabilir mi?