İstanbul camileri Osmanlı yapıları

Süleymaniye Cami ve Külliyesi

Süleymaniye Cami ve Külliyesi, İstanbul’da tarihi yarımadanın kalbinde, İstanbul’un tarihi 7 tepesinden üçüncüsü olduğu iddia edilen Haliç’e hâkim tepelerden birinde yaklaşık altmış dönümlük arazi içinde, Kanuni Sultan Süleyman’ın gücü ve Mimar Sinan’ın dehasının vücut bulduğu, Osmanlı Klasik mimarisinin yükseliş devrini tüm özellikleriyle dile getiren dini açıdan büyük önem taşıyan bir yapı kompleksidir. Osmanlı döneminde muhtemelen Bizans döneminde Saint Apostoli Kilisesi’nin bulunduğu yerde inşa edilen yapı camii, medreseler, kütüphane, hastane, sıbyan mektebi, hamam, imaret, hazire ile dükkânlardan oluşmakta olup, 13 Haziran 1550- 15 Ekim 1557 tarihleri arasında inşa edilmiştir. Hem dini hem de kültürel ihtiyaçlara hizmet etmek için inşa edilen Süleymaniye Külliyesi, Fatih Külliyesi’nden sonra İstanbul’un en büyük ikinci külliyesidir. Mısır Çarşısı‘na ve Kapalı Çarşı‘ya yakın mesafede yer alan yapı Kanûnî Sultan Süleyman’ın isteğiyle ve onun adına inşa edilmiş olup, halk arasında ”sonsuza kadar yıkılmayacak cami” olarak bilinmekteydi. Bir devrin güç simgesi olan Süleymaniye Camii, Yahya Kemal’in “En güzel mabedi olsun diye en son dinin/Budur öz şekli hayal ettiği mimarinin” sözlerine ilham kaynağı olmuştur.

Beyazıt Yangın Kulesi‘nden Süleymaniye ve Haliç’e bakış (1910’lu yıllar)

İnşası

İstanbul siluetinin belki de en güzel parçasını oluşturan Süleymaniye Külliyesi’nin yapımına 1551 yılında başlanmış, imparatorluk topraklarının çeşitli

1936 yılında Süleymaniye’de yapılan kanalizasyon kazısında Bizans dönemine ait bir yapı bulunur ve üzeri kapatılır.

yerlerinden getirilen malzemelerle 7 yılda tamamlanabilmiştir. Osmanlı tarihçisi Peçevî İbrahim Efendi’ye[1] (1574-1650) göre Hassa Mimarlar Ocağı ve Kapıkulu ocakları mensupları, imparatorluğun dört bir yanından getirilen ücretli ustalar, işçiler, acemi oğlanlar ve forsalar 1.713’ü Müslüman, toplam 3 bin 523 işçi çalıştığı külliyenin inşasına 896 bin 360 altın para ve 82 bin 900 akçe harcanmıştır. Toprak 15 kadar kazıldıktan sonra demir kazıklar saplanmış, binanın gerekli sağlamlığı için ayaklar üzerine kemerler ve bir sarnıç inşa edilmiştir. Bina nazırı Mehmet Paşa, bina emini Sinan Bey, Kâtibi Halil ve Mimarı da ser mimaran-ı dergâh-ı âli Büyük Mimar Sinan olup, Mimar Sinan ile bina emini Sinan ayrı kişilerdir. Mimar Sinan, inşaat süresince kullandığı yumurta sayısı dâhil olmak üzere işçilerin hangi milletlerden, dinlerden olduklarını ve aldıkları ücretleri hakkında ilgili detaylı bilgileri 164 cilt halinde kaydetmişse de Süleymaniye inşaatının teknik detayları hakkında hiçbir belge bulunamamıştır. Mimar Sinan zekâsı ve mimarlığının en güzel örneklerinden biri olmasına karşın ‘ustalık’ değil ‘kalfalık’ devri eseri olarak nitelendirilen külliyeyi devletin ileri gelenlerinin bulunduğu bir törende dualar eşliğinde “Ya Fettah” sözleriyle 15 Ekim 1557’de hizmete açmıştır. Caminin cuma gününe rastlayan açılışını Sinan şöyle anlatmıştır:

“Anahtarını padişahın dest-i mübâreklerine verdim ve dua eyleyip el kavuşturup durdum. Padişah da odabaşına teveccüh ederek, ‘Cami açmaya kim elyaktır?’ dediklerinde o da ‘Padişahım, ağa bendeniz bir pîr-i azîzdir, bu babda elyak ol emektar kulunuzdur’ deyince padişah, ‘Bu bina eylediğin beytullahı yine sen açmak evlâdır’ deyü dua ve senâ edip miftahı cânü dilden verince ‘yâ fettâh’ deyip açtım.”

Tıpkı Ayasofya’yı inşa ettiren Justinian’ın Kudüsteki Süleyman Mabedi’ne atfen ‘Süleyman şeni aştım’ diye bağırdığına dair söylencede olduğu gibi Kanuni’nin Ayasofya ile benzer bir rekabet içerisinde olduğu iddia edilmiştir. İnşa edildiği zaman, Süleymaniye’nin kubbesi, deniz seviyesinden ölçüldüğü zaman tepe üzerine kondurulmasının avantajıyla Osmanlı İmparatorluğu’ndaki en yüksek kubbeli yapısıydı. Bununla birlikte taban mesafesinden kubbe yüksekliği ve çapı Ayasofya’dan küçüktür. Süleymaniye, 1660’daki büyük yangında hasar görmüş ve Sultan IV. Mehmed tarafından restore edilmiştir. Kubbenin bir kısmı 1766 depreminde çökmüş olup, yapılan onarımlar Sinan’ın orijinal dekorasyonundan geriye kalanlara zarar vermiştir. Son araştırmalar Sinan’ın kubbenin baskın rengini kırmızı yapmadan önce ilk olarak mavi ile deney yaptığını göstermiştir. I. Dünya Savaşı sırasında cami avlusu silah deposu olarak kullanılmış, cephanelerin bir kısmı ateşlendiğinde cami başka bir yangına maruz kalmıştır. 1956 yılında cami tekrardan tam olarak restore edildi. 2013 yılında Haliç Metro Köprüsü’nün inşası caminin kuzeyden görüşünü düzeltmez bir biçimde değiştirmiştir.

Zeplinden çekilen bir fotoğrafta Beyazıt ve Süleymaniye (1918)

Mimari

Evliya Çelebi bütün yapılarla birlikte bu külliyenin “bin kubbe” ile örtülü olduğunu, 3000 kişinin burada hizmet verdiğini kaydetmiştir. Kimi yazarların iddiasına göre Süleymaniye Camii’nin eni ve yükseklik değerleri altın oran[2] ilkeleri gözetilerek inşa edilmiştir. Ünlü Alman mimar Bruno Taut[3] ‘Sinan, bu eserinde konstrüksiyon donukluğunu gidermiş, kubbeyi içeriden ve dışarıdan sanatkârca bir ekil unsuru yapmıştır. Bütün bina ve konstrüktif kısımlar orantılı olarak bağlanmıştır. Buna baktıkça Roma ve İstanbul Bizans kubbe mimarlarının sadece bir mühendis oldukları görülür’ sözleriyle büyük ustayı överken ‘Süleymaniye’de Gotik ve hatta Rönesans gibi iddialı ve fazla süsler yoktur. Buna karşılık bir “Kemale eriş” olgunluk ve sadelik hüküm sürmektedir’ diye devam ederek yapının sadelikten taviz vermeden ama sadeliği ihtişama dönüştürebilen özelliği vurgulamıştır. Sanat tarihçisi Selçuk Mülayim’e[4] göre Süleymaniye’yi Bizans yapıları kadar Osmanlı yapılarının da üstünde tutan özellik, ölçüleri çok büyük tutulmadığı halde ana kubbe ve yarım kubbelerin içten ve dıştan bütüne hâkim bulunması, mimarideki alt-üst bağlantılarını en doğru oranlarla sunabilmiş olmasından kaynaklanmaktadır.

İstanbul’daki diğer imparatorluk camilerinde olduğu gibi, camiye çeşmeli ve mermer, granit ve porfir sütunları dizili bir ön avludan geçtikten sonra girilmektedir. Caminin içi neredeyse 59 metre uzunluğunda ve 58 metre genişliğinde olup neredeyse bir kare formunda geniş bir alan oluşturmaktadır. Camii içerisinde dört farklı sütun iddiaya göre Vefa semti, Topkapı Sarayı, Baalbek Tapınağı, İskenderiye Şehri gibi farklı coğrafyalardan getirilmiştir.

Türbeler

28 revakın çevrelediği cami avlusunun ortasında dikdörtgen şeklinde bir şadırvan[5], kıble tarafında ise içinde Kanuni Sultan Süleyman ve eşi Hürrem Sultan’ın bulunduğu bir hazire[6] mevcuttur. Hürrem Sultan’ın 1558 tarihli sekizgen türbesinin içi İznik çinileri ile dekore edilmiş olup, 7 dikdörtgen penceresi arasında sekiz mihrap benzeri kapüşonlu niş bulunmaktadır. Şimdi beyaz olan tavanının bir zamanlar parlak renklerle boyandığı sanılmaktadır. Kanuni Sultan Süleyman Türbesi’nin 24 sütunla desteklenmiş daha büyük sekizgen türbesi, ölüm yılı olan 1566 tarihini taşımaktaysa da muhtemelen bir yıl sonra tamamlanabilmiştir. Girişin her iki tarafındaki revakların altında parlak zümrüt yeşili İznik çinileri bulunmakta olup, Zemin seviyesinde 14 pencere ve kemerlerin altında vitraylı 24 pencere daha bulunmaktadır. Türbede ayrıca Kanuni’nin kızı Mihrimah Sultan’ın da mezarı yer almaktadır. Ayrıca Asiye ve Rabia Sultan, II. Süleyman, II. Ahmet’ ait türbeler yer almaktadır. Kanuni Sultan Süleyman’ın türbesinin kubbesi yıldızlarla dolu bir gökyüzü imajını vermesi için, içeriden, metalik plakalar arasına yerleştirilmiş pırlantalarla süslenmiştir. İslam dininde kutsal sayılan, cennetten geldiğine inanılan ve ana parçası Kâbe’de yer alan ”Hacer-ül Esved” taşının Türkiye’de bulunan 6 parçasından 4’ü İstanbul’daki Sokullu Mehmet Paşa Camisi’nde, bir parçası Edirne Eski Cami’de ama en büyük parçası Süleymaniye Külliyesi içindeki Kanuni Sultan Süleyman Türbesi’nin giriş kapısının üzerindeki saçağın altında bulunmaktadır. Cami duvarlarının hemen dışında kuzeyde ise 1922’de baştan başa restore edilen Mimar Sinan’ın türbesi bulunmaktadır.

Kubbe

Dört fil ayağı üzerine oturan caminin kubbesi 53 m yüksekliğinde ve 27,5 m çapında olup, ana kubbe, Ayasofya‘da da olduğu gibi iki yarım kubbe ile desteklenmektedir. Kubbe kasnağında 32 pencere bulunmaktadır. Caminin ana kubbesinin ortasında Nur Suresi yazılmıştır. Olağanüstü bir akustiğe sahip olan kubbe sayesinde cami içerisindeki her köşeden rahatça duyulabilmekte olup, bunun sebebinin kubbelerin altında bulunan boş küpler olduğu sanılmaktadır. Hatta bir söylenceye göre inşaatın bitmesine az süre kala Mimar Sinan’ı kıskanan bazı kişiler Sultan’a şikâyet etmiş, Kanuni camiye gidip Sinan’ı bir köşede nargile içer vaziyette görünce bir an için iddiaların doğru olduğunu düşünmüştür. Bununla birlikte Kanuni büyük üstadın yanında gittiğinde nargilede tütün olmadığını ve Sinan’ın fokurdama sesiyle cami akustiğini test ettiğini görmüştür.

Kapılar

Süleymaniye Camiinin hafif kotlu avlusuna açılan İmaret Kapısı mimari tasarımı, dekoratif unsurları ve yazıtları nedeniyle büyük öneme sahiptir. Avlu giriş kapısının ve ön giriş kapısının alt yüzeyindeki mermer laleler hala durmaktadır. İç avlunun zemini mermer kaplı olup, üç kapılıdır: ana giriş kapısı veya kuzey-batı kapısı ile kuzey-doğu ve güney-batı kapılar olarak adlandırılan diğer iki yan kapı.

Pencereler

Caminin kuzeybatı cephesi, dikdörtgen İznik çini pencere camları ile dekore edilmiş olup, Süleymaniye İznik çinilerinin sır altındaki parlak renkli domates kırmızısı kil içerdiği ilk binadır. 138 pencereden ışık alan caminin mihrap duvarında 5 set pencere, her iki yan duvarda 2 pencere seti ve kıble duvarında farklı büyüklüklerde 9 süs penceresi olduğu kayıtlıdır. Mihrap duvarındaki vitray pencereler dönemin ünü ustalarından İbrahim’in eserleridir. Mihrabın iki tarafındaki pencereler üzerinde yer alan çini madalyonlarda Fetih Suresi yazılı olup, camideki yazılar meşhur hattat Ahmed Karahisari Şemseddin Efendi ve talebesi Hasan Çelebi tarafından yazılmış sonradan Kazasker Mustafa Efendi de bazı ilaveler yapmıştır.

Mihrap ve Minber

Çini süslemeleri arasında yükselen mihrap, sade bir yapıya sahip olup, iki sütuna sahip tek bir parça olarak yapılmıştır. Sade tasarımlı minber beyaz mermerden yapılmış olup, minber hilalinin altın sikkeler ile yaldızlandığı ve minber köşkünün altın yapraklarla kaplı bir asma top olduğu kaydedilmiştir.

Minareler

Osmanlı geleneğinde sadece padişahlar en fazla 4 minareli cami sultanın şehzadeleri ve kızları en fazla iki minareli diğerleri ise tek minareli cami inşa edebilmekteydi[7]. Caminin, yapının muhteşemliğine gölge düşürmeyecek şekilde tasarlanmış dört minaresi Cami avlusunun dört köşesinde yer almaktadır. Bunlar “Cami Minareleri” ve “Harem Minareleri” olarak iki gruba ayrılmakta ayrıca her biri sol ve sağ minareler olarak tanımlanmaktadır. Üçer şerefeli 76.46 m yüksekliğe sahip Cami minarelerinin taşınması için tasarlanan dikdörtgen prizma şekline sahip yapı ana binanın payandası olarak kullanılmaktadır. Avlunun batı kısmındaki minareler, iki balkonlu düz bir yapıya sahiptir ve alçak avlu duvarlarına yakın olacak şekilde oldukça alçaltılmış ve çokgen temellidirler. İkişer şerefeli Harem minarelerinin her birinin yüksekliği ise 55.42 m’dir. Bir iddiaya göre Süleymaniye caminin 4 minaresi Kanuni’nin İstanbul’un fethinden sonraki dördüncü, minarelerdeki on şerefe de Osmanlı hanedanının onuncu padişahı olmasını simgelemektedir.

Süleymaniye Medresesi

Süleymaniye Medresesi ya da Süleymaniye Medreseleri, 1551-1557 arasında inşa edilen Süleymaniye Külliyesi içerisinde bulunan medreselerin adı olup, medrese-i evvel (ilk), sani (ikinci), salis (üçüncü) ve ra bi’ (dördüncü) isimleriyle bilinen dört medrese dışında darüşşifa ile darül- hadisten adlı medreseleri de kapsamaktaydı. 16. yüzyıla kadar medreseler arasında en yüksek konum Ayasofya Medresesi’nde olmakla birlikte Süleymaniye’nin inşasından sonra hiyerarşi şu şekilde değişmiştir: Dar’ulhadis-i Süleymaniye, Hamis-i Süleymaniye, Musile-i Süleymaniye, Hareket-i Altmıslı, İbtida-i Altmışlı, Sahn-ı Seman, Musile-i Sahn, Hareket-i Dahil, Ibtida-i Dahil, Hareket-i Haric, Ibtida-i Haric.

Kütüphane

Süleymaniye Camii medreselerinde bulunan Süleymaniye Yazma Eser Kütüphanesi 1927 yılında kurulmuş olsa da nüvesini Kanuni Sultan Süleyman’ın kurduğu kütüphane oluşturmaktaydı. Cumhuriyet döneminde çıkarılan “Tevhid-i Tedrisat Kanunu” ve “Tekke ve Zaviyelerin Kapatılmasına Dair Kanun” ile İstanbul’daki Yazma Eser Kütüphaneleri Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesinde toplanmıştır. Kütüphanedeki 106 koleksiyonda toplam 70.000 cilt kadar yazma ve 120.000 basma eser bulunmakta olup, bunların 12.000 cilt kitap Türkçe; 50.000 cilt Arapça; 3.680 cilt ise Farsçadır. UNESCO ‘Dünya Belleği’ne Türkiye’den kabul edilen 3 eserden birisi olan İbn-i Sina’nın elyazmaları bu kütüphanede korunmaktadır.

Sıbyan Mektebi, Külliyenin güneybatısında köşede yer alan iki bölümlü, öndeki yapı kare planlı kesme taş yapı iken diğer yapı, dikdörtgen planlıdır. Eski imaret şimdilerde Darüzziyafe adlı Türk yemekleri sunan bir lokanta olarak kullanılmaktadır.

Tarihi Fotoğraflar Galerisi

Kaynakça

Arcan Akın, (1965) “Mimar Sinan, Ayasofya ve Süleymaniye”, Arkitekt, s. 320, İstanbul, s. 134

Arseven, Celal Esat (1954), “Süleymaniye ile Ayasofya Arasında Bir Mukayese”, Yeni İstanbul, İstanbul 12 Ekim 1954, s. 6

Barkan, Ömer Lûtfi (1972–1979). Süleymaniye Cami ve İmareti İnşaatı (1550-1557) 2 Cilt. Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi.

Çetintaş, Sedat (1947). “Süleymaniye Ayasofya’nın Taklidi Değildir”, Mimarlık, IV/1-2, Ankara 7, s. 14, 39

Eser Tutel, “Mimar Sinan’ın Ölümsüz Eseri Süleymaniye”, Hayat Tarih Mecmuası, sy. 15, İstanbul 1966, s. 44-48

Faroqhi, Suraiyah (2005). Subjects of the Sultan: Culture and Daily Life in the Ottoman Empire. London: I.B. Tauris

Goodwin, Godfrey (2003) [1971]. A History of Ottoman Architecture. London: Thames & Hudson. s. 215–239

İhsanoğlu, Ekmeleddin (2002). Osmanlı Eğitim ve Bilim Müesseseleri. II. İstanbul: IRCICA. ss. 357-515.

İnalcık, Halil (1997). The Ottoman Empire: The Classical Age, 1300-1600

Mülayim, Selçuk, (2010). “Süleymaniye Camii ve Külliyesi”, DİA, XXXVIII, İstanbul

Necipoğlu, Gülru (2005). The Age of Sinan: Architectural Culture in the Ottoman Empire. London: Reaktion Books. Süleymaniye Vakfiyesi (haz. Kemâl Edib Kürkçüoğlu), Ankara, 1962

Uzunçarşılı, İsmail Hakkı (1954). Osmanlı Tarihi. Ankara: Türk Tarih Kurumu yayını.

Notlar

[1] İbrahim Peçevî veya Peçuylu İbrahim Efendi, Macaristan doğumlu Osmanlı tarihçisidir.

[2] Altın oran, matematik ve sanatta, bir bütünün parçaları arasında gözlemlenen, uyum açısından en yetkin boyutları verdiği sanılan geometrik ve sayısal bir oran bağıntısıdır. Eski Mısırlılar ve Yunanlar tarafından keşfedilmiş, mimaride ve sanatta kullanılmıştır. Bir doğru parçasının (AC) Altın Oran’a uygun biçimde iki parçaya bölünmesi gerektiğinde, bu doğru öyle bir noktadan (B) bölünmelidir ki küçük parçanın (AB) büyük parçaya (BC) oranı, büyük parçanın (BC) bütün doğruya (AC) oranına eşit olsun. Altın Oran’dır. A / B = 1.6180339 = Altın Oran C / A = 1.6180339 değerine sahiptir.

[3] Bruno Julius Florian Taut (1880-1938), Yahudi asıllı Alman mimar ve şehir plancısı. Türkiye’de Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nin, Ankara Atatürk Lisesi’nin, Atatürk’ün katafalkının, Trabzon Fen Lisesi ve Cebeci Ortaokulu’nun planlarını çizen mimardır.

[4] Selçuk Mülayim (1946,-) Türk sanat tarihçisi, akademisyen ve yazar. Marmara Üniversitesi Sanat Tarihi bölüm başkanlığı görevinden 2015 yılında ayrılmıştır. Mimar Sinan üzerine yaptığı araştırmalarla, yazdığı makale ve kitaplarıyla tanınır. Kimileri tarafından Mimar Sinan uzmanı olarak nitelendirilir (Wikipedia)

[5] Genellikle cami avlularında ortada bulunan, çevresindeki musluklardan ve ortasındaki fıskiyeden su akan üzeri kubbeli abdest yeri. Ama bazen tek sıra halinde de olabilir. Genel olarak her camide bulunur. Şadırvanın ortasındaki havuzu, estetik bir kubbe örtüsü kaplar ve sütunlarla çevrilidir.

[6] Hazîre, külliye, cami, mescit, tekke gibi dini yapıların avlularında yer alan etrafı duvar veya parmaklıkla çevrili mezarlıklara verilen isim. Hazîreler birkaç mezardan oluşabildiği gibi birkaç yüz mezarı barındıranları da vardır.

[7] Mekke’deki Kâbe’de de 6 minare bulunduğundan en güçlü döneminde bile Osmanlı sultanları bu rakamı aşmamaya özen göstermilerdir. Buna karşın 1609-1617 yılları arasında Osmanlı Padişahı I. Ahmed tarafından 6 minareli inşa ettirilen Sultanahmet camii yüzünden Osmanlı padişahının tavrı yadırganmıştır. Bunun üzerine I. Ahmed Mekke’deki Mescidi Haram’a 7. bir minare inşa ettirerek sorunu çözmüştür. Bununla birlikte Cumhuriyet döneminde 1986’da Bayrampaşa’da Yeşil Cami, 1998 yılında Adana’nın Reşatbey semtinde Türkiye Diyanet Vakfı ve Sabancı Vakfı’nın ortaklaşa yaptırdığı Sabancı Merkez Camii, yine 1998’de açılan Mersin Muğdat Camii ve 2013-2019 arasında Üsküdar’da Büyük Çamlıca Camii altı minareli olarak inşa edilmiştir.