Cengiz Han ve Moğol İmparatorluğu
Cengiz han adıyla tanınan Temuçin ( veya Timuçin 1162/67-1227), bir zamanlar dünyanın beşte birini kontrol eden Moğol İmparatorluğu’nun (1206-1368) efsanevi kurucusu ve lideriydi. Cengiz Han önderliğindeki Moğollar 25 yıllık bir süre Büyük İskender’in ulaştığı sınırların dört, Roma İmparatorluğunun ise iki katına denk gelen bir alanı ele geçirmeyi ve dünyanın en büyük kara imparatorluğunu yönetmeyi başarmıştı. Moğol platosunun göçebe kabilelerini birleştirdikten sonra, Orta Asya ve Çin’in diğer parçalarını fethetmiş, soyundan gelenler imparatorluğu daha da genişleterek Polonya, Vietnam, Suriye ve Kore gibi uzak yerlere doğru ilerlemişlerdi.
Ortaçağ Avrupası yazarlarının tahayyülünde[1] dünya hâkimiyeti için milyonlarca insanı öldüren, medeniyetleri ayrım gözetmeden yerle bir eden Moğol ordularının başındaki eli kanlı kâfir olsa da onun dünya tarihi ve uygarlığa katkıları görmezden gelinecek gibi değildir. Orta çağın en büyük askeri ve politik stratejisti olması muhtemel Cengiz Han, düşmanlarına karşı son derece acımasız olsa da Moğolları yazıyla tanıştıran, bölgede ilk hukuk kurallarını oluşturan, işkenceyi kaldıran, ticareti teşvik eden, ilk uluslararası posta sistemini kuran ve tüm dinlerin Moğol dünyasının herhangi bir yerinde özgürce uygulanmasına izin vererek o güne dek görülmemiş bir uygulamayı hayata geçiren olağanüstü bir liderdi. 1227’de Çin’in Xi Xia krallığına karşı askeri bir sefer sırasında ölen imparatorun son istirahat yeri bilinmemektedir. Cengiz Han, hiç kimsenin resmini veya heykelini yapmasına veya bir madeni paraya portresini kazımasına izin vermedi. İlk resimleri de ancak ölümünden sonra ortaya çıktı.
Cengiz Han’ın Hayatı
Cengiz Han’ın hayatı hakkında bildiğimiz pek çok bilgiyi geleneksel Moğolca dilinde yazılmış olup, Moğol tarihi ve dili hakkında bilinen en eski eser olarak kabul edilen yarı-mitolojik Moğolların Gizli Tarihi’nden edinmekteyiz. Bu eser Temuçin’in çocukluğundan itibaren yaşamı, annesi Höelin (Hoelun), babası Yesügey (Yesukhei) ve oğlu Ögeday hakkında bilgiler vermekteyse de eserin asıl konusu Moğol İmparatorluğu’nun nasıl kurulduğu olup, bazı bölümleri muhtemelen 13. yüzyılın ilk yarısı ve daha sonraki Çin ve Arap kaynaklarına dayanmaktadır.
Çocukluğu
Cengiz Han’ın doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Çobanlık veya çiftçilikten ziyade avlanarak geçinen Borijin (Börçigin) adlı küçük bir Moğol kabilesinin reisi olan Yesügey ile eşi Yesügey’ın oğlu olarak bugünkü Moğolistan ve Sibirya arasındaki sınır bölgesinde 1155, 1162 veya 1167’de dünyaya gelmiştir. Yesügey, Temuçin’in genç annesi Höelin’u düğünden eve dönerken ilk kocasıyla birlikte kaçırmış ve zorla evlenmişti. O dönemde Orta Asya bozkırındaki düzinelerce göçebe kabile, kan davalarının körüklediği sürekli bir adam kaçırma ve baskın döngüsü içerisinde sürekli olarak birbiriyle savaşıyordu. Temuçin’in dedesi Kabul Han, savaşan kabileleri birleştirmeyi başarmışsa da bu durum kısa sürmüş, iç savaş ve kargaşa yeniden bozkır coğrafyasına hâkim olmuştu. Yesügey’in ikinci oğlu olarak dünyaya gelen Temuçin, Moğol efsanelerine göre sağ avuç içinde bir kan pıhtısı ile doğmuştu ki bu onun büyük bir savaşçı olacağının bir işaretiydi. Borijinlerin düşmanı olan Tatar kabile reisi Timuçin-uge esir edildiğinden bu başarının şerefine yeni doğan çocuğa adamın adı verilmişti. Temuçin daha 9 yaşındayken karısının kabilesi olan Unggiradlar’dan bir kızla nişanlanmış, nişandan sonra kızın ailesiyle birlikte yaşaması bırakıldıktan sonra babası Yesügey dönüş yolculuğunda eski düşmanlarını tanıyan bir grup Tatar tarafından kandırılarak zehirli su ikram edilerek öldürülmüştü. Temuçin, babasının ölüm haberini aldığında kabilesinin liderliğini üstlenmek ve ailesini korumak için geri döndüyse de kabile büyüklerince henüz çocuk olduğu için kabul görmediği gibi, atları ve sürülerine de el konularak annesi ve kardeşleriyle birlikte terk edildi.
Kabilesinden Kovulması
Dışlanan aile Haldun Dağının eteklerindeki ormanlık yamaçlara yerleşmişse de sürü sahibi olamadıkları için avlanmadıkları zaman et yiyemeden, süt içemeden sadece nehirde balıkçılık yaparak, ormanda yabani meyveler ve kökler toplayarak yaşam mücadelesi vermek zorunda kalmışlardı. Bu dönemde Temuçin Cacırat boyundan Camuka adlı kendi yaşıtı bir çocukla iyi arkadaş olmuş, dostluklarını anda yani kan kardeşi olarak perçinlemişlerdi. Temuçin, Yesügey’in ilk eşinden doğan üvey kardeşi Bekter’i bir av meselesi sonucu çıkan kavgadan sonra öldürdüğünde ailenin reisi olduysa da annesi aileyi zayıflattığı için çocuğu azarlamıştı. Gerçekten de bir süre sonra Yesügey’in adamlarını Temuçin’in ailesine karşı kışkırtan düşmanları Tayiçut (Tayciut) kabilesinin lideri tarafından tutsak edilen Temuçin, işlediği cinayet yüzünden bir köpek gibi boynuna bir tahtadan yapılmış tasma takarak kabilelere teşhir edilmişti. Temuçin’in öldürdüğü üvey kardeşiyle bu kabile arasında bulunan bağdan dolayı, intikam almak için kaçırıldığını ileri sürülse de gerçek neden ailesinin çektiği sıkıntıların daha sonra intikamını almasından korktukları için Timuçin’i uygun bir zamanda öldürmek kastıyla tutsak ettikleri yönündedir. Bir gün yerel bayram sırasında zayıf bir adama teslim edilmesinden faydalanarak bekçisini öldürerek Sohan Şira adlı adam ile oğulları Çila’un ve Çimbay‘ın işbirliği sayesinde yardımıyla kaçmayı başaran Temuçin, Cengiz Han olduktan sonra bu yardımı unutmamış adamın çocuklarından birisine ordusunda komutanlık rütbesi vermiştir. 16 yaşındayken 9 yaşındayken nişanlandığı Börte ile babasının ölmeden önce kararlaştırdığı gibi düğünü yapmak için kayınpederini ziyaret etmeye ve evlilik anlaşmasına hâlâ razı olup olmadığını sormak için üvey kardeşi Belgütay ile birlikte Kongirat ülkesine doğru yola çıkmıştır.
Evliliği
Tarihçilere göre 1178, 1180 ve 1181’de gerçekleşen bu düğünden kısa bir süre sonra, kız annesinin kampına saldıran Merkitlerce kaçırılmışsa Temuçin, yiğitçe mücadelesine karşın karısını kaçırılanların elinden almayı başaramamıştır. O yaşta gücün sayıca önemini kavrayan Temuçin’in vaktiyle babası tarafından yardım gören Nasturi Hristiyanlığı benimseyen Keraitlerin lideri Tuğrul’un yanı sıra kan kardeşi olan Camuka’nın da katılımıyla, dostlarına çeşitli sözler vererek sadakatlerini kazanarak 500 atlıdan oluşan küçük bir orduyla Börte’yi kurtarmakla kalmamış, Merkitleri de tamamen yok etmiştir. Merkitler elindeki esaretten kurtulan Temuçin’in karısı Börte doğum yaptığında, beklenmeyen ve babasının tam olarak kim olduğu bilinmeyen bu çocuğa misafir anlamında ‘Cuci‘ adı verilmiştir. İleride Temuçin’in başka kadınlardan da çocukları olmuşsa da ilk karısı ve imparatoriçesi Börte’nin doğurdukları Cuci, Çağatay, Ögeday ve Tuluy Han’ın gerçek mirasçıları olmuştur. Merkitler’e yapılan savaştan sonra Timuçin ve adamları on sekiz ay Camuka’yla ve onun kabilesi ile birlikte yaşamışlarsa da bir süre sonra son derece hırslı iki genç arasında rekabet başlamış, bir akşamüstü artık aynı görüşleri paylaşmadıklarına karar veren Timuçin, adamlarıyla birlikte Camuka’nın kampından ayrılmıştır. Sabah olunca başka bir grubun, iki arkadaş arasında seçim yapıp kendilerine daha fazla güven ve sadakat duygusu veren Temuçin’i izlediği anlaşılmıştır.
Kağan Olması
Temuçin gençliği süresince akıllıca ittifaklarla gücünü arttırarak 1189’da toplanan bir kurultayda Kağan unvanı almışsa da Moğol halkının yalnızca küçük bir bölümünü yönetiyordu. Bu dönemde Temuçin’in tüm bozkırı yönetmek için göklerden emir aldığını anlatan Şamanlar aracılığıyla öyküleri geniş topluluklara yayılmaya başlamıştı. “Tengri benim gücüme güç kattı ve bana dünyanın idaresini verdi” dediği iddia edilmekteydi. Kısa süre sonra Moğol kabileleri Cengiz’in liderliği altında toplanmak için yarışmaya başlamıştı.1198 yılında Kuzey Çin’deki Kin Hanedanının ülkelerini yağmalayan Tatarlara karşı yardım çağrısına Kerayitlerin lideri Tuğrul ile birlikte gitmekle kalmamış, babasının katili olan Tatar kabilesinin boyu 1 metreyi geçen tüm erkeklerini öldürmüştür. Yenilen düşmanların kafataslarından piramitler inşa edip, düşman kabile liderlerini canlı canlı kaynatırken, yendiği kabilelerin en iyi atlılarını ve silah yapımcılarının canlarını bağışlayarak onları büyüyen ordusuna kattı.
Camuka ile Savaşı
Temuçin’in gücü artınca Tatarlar, Merkitler, Naymanlar, Oyradlar ve Taycutlar 1201 yılında Gur Han unvanını verdikleri Camuka’yı da alarak karşı bir birlik oluşturmuş Temuçin’in annesinin kabilesi olan Unggiradlar bile bu birliğie katılmıştır. Eski arkadaşının şöhretinin artmasından rahatsız olan Camuka’nın kardeşi Taiçar’ın, Temuçin’in oğlu Cuci’nin sürüsünü çaldığında savaş kaçınılmaz olmuş, eşit güçteki ordular arasında gerçekleşen kıran kırana savaşta Temuçin boynuna isabet eden bir okla yaralanırken, kardeşi Haçiun ile yetmiş kadar adamı da Camuka’nın eline esir düşmüştür. Camuka bu yetmiş adamı kaynayan kazanların içine attırarak feci şekilde öldürtürken, Haçiun’un ise başını kılıcı ile kesip, kellesini atının kuyruğuna bağlamıştır. Temuçin eski sağlığına tekrar kavuştuğunda vurulduğu halde ölmemesi, onun askerleri arasında itibarını daha da arttırmış ve bundan manevi bir güç kazanarak Camuka’ya yeniden saldırmışlardır. Camuka’nın ordusunu dağılmış ardından 1202 yılında Tatarlara, 1203 yılında Naymanlara karşı sefere çıkarak düşmanlarını bozguna uğratmıştır. Tatar ordusunun neredeyse tümü Hinggan Dağları’nın eteklerinde Timuçin’in babasının intikamını almak için katledilmiştir. Tatarlar’ın yenilgiye uğratılması, bozkırdaki güç dengesini önemli ölçüde değiştirmiştir. Pekin, Tuğrul’a Çin ünvanı olan Wang’ı (‘kral’ anlamında Moğolca karşılığı ‘Ong’) vererek onu mükâfatlandırırken Temuçin’e aynı onur verilmemiştir.
Tuğrul Han ile Mücadelesi
Ong Han’ın (Tuğrul) Kerayit konfederasyonu bu sırada bozkırın doğusunu ele geçimişse de savaşlar sürüp giderken, Ong Han ile Timuçin arasındaki güven duygusu zayıflamaya başlamıştır. Temuçin, Büyük oğlu Cuci’ye Ong Han’ın kızını istemişse de vasalı olarak gördüğü Temuçin’in tavrını küstahlık olarak gören teklifi kabul etmediği gibi, bazı kabileler Temuçin’in Tuğrul Han’ın gözünden düştüğünü hissedip onu terk etmeye başlamıştır. Bir süre sonra Tuğrul ile Temuçin arasında kaçınılmaz olan çarpışma gerçekleşip, üstün olan Kerayit güçlerine 4600 askeriyle karşı geldiğinde Balciyuna Gölü kıyısına geri çekilmek zorunda kalmış bu sırada ikinci oğlu Ögedey ağır yaralanmıştı. Temuçin, barış istemişse de isteği reddedilmiş ancak kısa bir süre sonra talih taraf değiştirmiştir. Yaşlanan Tuğrul’un oğlu aynı yönetim becerisini gösteremediğinden Kerayit konfederasyonu bölünme alâmetleri göstermeye başlamış, bazı kabileler Temuçin’in tarafına geçmiştir. Güçlenen Temuçin, bu sefer hazırlıksız yakaladığı kalabalık Kerayit ordusunu 3 gün süren bir savaşın ardından mağlup etmeyi başarmıştır. Ong Han savaş meydanından kaçarken yakalanıp öldürülmüştür. Kerayit birliklerini kendi ordusuna katmayı düşünen Temuçin, bu ordunun komutanlarının sadakatini kazanmak için, onların cezalandırılmamalarını emretmiş, onların kahramanlıklarını övmüş dahası Kerayitler’i Moğol ulusu içinde eritmek istediğinden oğullarını bu kabilenin prensesleriyle evlendirmiştir.
Uygur Alfabesinin Kabulü
Nayman ve Merkitlerin de mağlup olmasından sonra Camuka desteğini kaybedip sadece beş yakın arkadaşı ile birlikte kaldığında arkadaşları onu yemek yerken onu yakalayıp Temuçin’e teslim etmişlerdir. Temuçin bütün ihanet edenlere acımadığı gibi hanlarını satan adamları infaz ettirirken, eski kan kardeşi Camuka’nın hayatını bağışlamış ama adam soylu bir Moğol’a yakışır şekilde kanının dökülmeden öldürülmesini talep etmiş, bu yüzden kemikleri kırılarak öldürülmüştür. Artık Temuçin, Mogolistan’daki tüm kavimlerin mutlak hakimiydi. Bu arada Temuçin, Naymanlar itaat altına alınmasından sonra Moğolların hayatına yazıyı sokmuş, geleneksel Moğol kanunlarının yazıya geçirilmiştir. Nayman Han’ın mühürdarı Tayang, saray kâtibi olup, Uygur Taşatun, Cengiz Han için de aynı görevi yapmaya başlamış hatta Cengiz Han’ın oğullarına Uygur yazısıyla okuma yazma öğretmeye memur edilmiştir.
Temuçin, Cengiz Han oluyor
Temuçin 40 ya da 44 yaşına geldiğinde karizması ve hukuk ve organizasyon alanındaki yenilikleri sayesinde o zamana dek başarılamayan bir düşü gerçekleştirmişti: Tüm Moğol kabilelerini birleştirmiş, imparatorluğunu katlanarak büyütmüş, 1206 yılında toplanan kurultayda hepsinin hakanı ve 100 bin atlı savaşçının komutanı olarak ‘kağan’ unvanına ek olarak ‘Cengiz’[2] yani evrenin hükümranı unvanını da almıştır. ‘Han’ kelimesi ise Altay dillerinin tümünde ‘hükümdar’ anlamına gelen bir kelimedir.
Moğol Savaş Makinesi
Batı kaynaklarında ‘Şeytanın atlıları’ gibi isimlerle anılan Moğol atlılarını sıradan barbar akıncılar olarak düşünmek de büyük hatadır. Tıknaz ama çevik dahası sert
iklim ve çöl sıcaklığına dayanıklı Moğol atlarının sırtında at sürerken 320 metreye zırh delici okları maharetle fırlatabilen bu savaşçılar iyi eğitimli gerçek bir savaş makinesi olmakla kalmayıp o dönemde yeryüzünde karşılarına çıkabilecek kudrette ikinci bir ordu da yoktu. Hem hafif hem de ağır süvarileri barındıran Moğol ordusu, düşman taktiklerini ve teknolojisini gerektiğinde kendileri de kullanma fırsatını asla geri çevirmediler. Moğollar, Kuzey Çin’e yaptıkları akınlar sırasında surlarla çevrili şehirleri kuşatma tekniklerini öğrenmişlerdi ayrıca barut füzeleri ve mancınık kullanımı gibi diğer savaş türlerinde de hızlı bir şekilde ustalaştılar.
Casuslar ve tüccarlardan elde edilen askeri istihbaratın hızlı bir şekilde aktarılması için atlı kuryelerin uzun mesafeler boyunca süratle mesaj taşıyabilmesine imkân sağlayan kuryelerin yiyecek temin edip, at değişikliği yapabileceği düzenli istasyonların kurulmuştu. Böylece Pekin’deki imparatorun gönderdiği ve üzerinde paizası (geçiş belgesi) olan bir elçinin taşıdığı bir mektup, yaklaşık 5000 mil uzaklıktaki İlhanlı başkenti Tebriz’e bir ay içinde ulaşabiliyordu. Cengiz Han ayrıca kabilelere dayalı bölükler oluşturma geleneğinden kaçınarak ordusunu daha güvenli hale getirirken kişisel güvenliği için de elit korumasını 800’den 10.000 kişiye çıkarmıştı. Keşik adlı bir askeri sistem oluşturan Cengiz Han, geçmişte güvenilmez olduklarına inandığı bir kabilenin tüm askerlerini birbirinden ayırıp farklı bölüklere dağıtmaktaydı.
1209’da Uygurlar’ın Karahitaylar’la olan ilişkilerine son verip, Cengiz Han’ın emrine geçmek istediğinde Uygur ülkesi, özerk bir şekilde devlete bağlanmış ve “beşinci oğul” olarak kabul edilmiştir. 1209’da ilk kez Tangut başkenti kuşatıldığında Moğol ordusunun henüz istihkâmların ardından savaşanlara karşı geliştirebildikleri etkili bir stratejileri yoktu. Bununla birlikte Moğollar istediklerini aldılar: Tangutlar, gerekli olduğu zaman Moğollara yardımcı birlikler gönderme sözü vermekle kalmamış, Tangut kralının kızı ile Cengiz Han evlendirilerek aralarındaki ilişki güçlendirilmişti.
Moğol İmparatorluğu’nun Kurulması
Kazakistan ve Kırgızistan gibi uzaktaki kabileler, Büyük Han’ın ününü duyduğunda Cengiz’in imparatorluğuna katılmak için Budist hükümdarlarını devirdi. 1219’da Cengiz Han kuzey Çin’den Afgan sınırına ve Sibirya’dan Tibet sınırına kadar hüküm sürüyordu. Cengiz elde ettiği güce rağmen köklerinden asla uzaklaşmadı, atalarının inançlarına sadık kaldı ve yurt adıyla bilinen büyük bir taşınabilir yün keçe çadırında yaşamaya devam etti. Moğol dilini Uygur Türklerinin alfabesini kullanarak yazılı hale getirmesi yasa ve emirlerinin okunabilir olmasını, ticari ve diplomatik ilişkilerin sürdürülür olmasını sağladı. Moğol toplumu eşitlikçi bir toplumdu herhangi birisi yetenek ya da cesaret gösterirse ordu komutanı bile olabilirdi. Savaş ganimeti, sosyal statüden bağımsız olarak tüm savaşçılar arasında eşit olarak paylaştırılıyordu. Cengiz gerek kendi karısının yaşadığı deneyimlerden dolayı gerekse Moğol kabileleri arasında savaşa yol açtığı için kadınların kaçırılmasını kesin olarak yasakladı. Aynı sebepten dolayı sürülerden hayvan çalınmasını da yasaklarken av hayvanlarının sayısını korumak için sadece kışa özel bir av sezona izin vermiştir. Avrupa’da Hristiyan olmayanlar, İslam ülkelerinde putperestler dışlanırken Cengiz Han ülkesinde Budistlerin, Müslümanların, Hıristiyanların ve Hinduların haklarını koruyarak din özgürlüğünü garanti etti: Rahiplerin, keşişlerin, rahibelerin, mollaların ve diğer kutsal kişilerin öldürülmesini yasakladı. Bununla birlikte Cengiz Han atalarının dini olan gök tanrıya (Kök möngke Tengri ‘ebedi mavi Tanrı’) tapınıyordu. Çeşitli dinler Avrasya göçebelerinin inanç alanını dört bir yandan kuşatmışken, kimilerince Pax Mongolica olarak da anılan onun yönetiminde Tengricilik doğduğu coğrafyada altın çağını yaşıyordu. Onun inancında gökyüzünde tek bir güneş, yeryüzünde ise tek bir Han olabilirdi ki o da kendisiydi.
Çin ile Savaşlar
Moğollar asırlar boyunca aralarında çatışırken İpek yolunda seyahat etmek ve ticaret edebilmek için Çinlilere yüksek vergiler ödemişse de artık bu dönemin sonu geliyordu. Moğol nüfusu arttıkça yiyecek ve kaynaklar kıtlaşmıştı. Kudretli Moğol ordusu için artık Kuzey Çin’deki Pirinç tarlalarını yağmalamak ve Jin Hanedanlığı’nı vurmak ticaret yapmaktan daha kolaydı. Beş yıl içinde Moğollar, Sibirya’nın çoğunu ve bugün modern Çin Sincan eyaleti olan bölgeyi ilhak etti. Kuzey Çin’i Zhongdu’dan (Pekin) yöneten Jurched Hanedanı, güçlenen Moğol Hanını fark etti ve Altın Han’a boyun eğmesini istedi. Cevap olarak, Cengiz Han yere tükürmekle kalmadı Çinlilerin haraç verdiği Tangut’u yendi ve 1214’te 50 milyon kişinin yaşadığı 300.000 piyade ve 150.000 süvariden oluşan ordusunu sahaya süren Jurchen’i sadece 100 bin kişilik ordusuyla fethetti. Moğol stratejisi basitti: Bir şehir ele geçiriliyor, yakılıp yıkılıyor ve içindeki herkes öldürüldükten sonra komşu şehirler, hemen teslim olmazlarsa, aynı kaderi kendileri de yaşayacağı konusunda uyarılıyordu. Gerçekten de direnmeden kapılarını açan şehirler kurtulurken, teslim olmayı reddeden şehirlerin sakinlerinin çoğu öldürülmüştü. Cengiz Han, 1215’de yine Kuzey Çin’de yer alan Xi Xia’nın Tangut eyaletine (Hsi-Hsia) saldırmakla kalmadı aynı yıl Pekin ele geçirildi ve şehir bir ay boyunca yakıldı. Hârizmşah’ın elçisi, yangın ve kıyımdan sonra bölgeyi dolaşınca sokakların insanların cesetleriyle dolu olduğunu rapor etmişti.
Hârizmşah ile Savaş
Bununla birlikte 1218 yılına kadar dünyayı fethetme niyeti yoktu. Cengiz Han, Orta Asya’yı Afganistan’dan Karadeniz‘e kadar kontrol eden bugünkü İran, Türkmenistan ve Özbekistan’a hâkim olan Harezm Şahı Sultan II. Muhammed Hârizmşah ile bir ticaret antlaşması yapmışsa da Sultan 450 tüccardan oluşan ilk Moğol ticaret konvoyunun mallarını çalarak adamlarını öldürdüğünde gözünü öfkeyle batı sınırına çevirmişti. Hârizmşah daha 1210’da Maveraünnehir yöresinin fethini tamamlamış olup, kendisini “Allah’ın seçtiği bir hükümdar” olarak tanımlamaktaydı. Yaklaşık 500.000 nüfusu ile Hârizmşah Devleti’nin başkenti Semerkant, Asya’nın en görkemli kentlerinden birisiydi. 1216’da Cengiz Han, altın, yeşim taşı, fildişi ve beyaz deve tüyünden dokunmuş pelerinler gibi armağanlar taşıtan üç kuryeyi şu mektup eşliğinde Semerkant’a gönderdiğinde daha güçlü olan şah için oğlum kelimesini kullanarak sözde samimi davranmış ancak gerçekte hasmına hakaret ederek tartmak istemişti:
“Sana bu armağanları gönderiyorum. Senin gücünü ve imparatorluğunun büyüklüğünü biliyorum ve seni en sevgili oğlum olarak görüyorum. Sen de benim Çin’i ve kuzeyindeki tüm Türk uluslarını ele geçirdiğimi biliyor olmalısın. Benim ülkemde askerler karınca kadar çoktur, gümüş madenlerim vardır ve başka topraklara gereksinimim yoktur. Bu nedenle halklarımız arasında ticareti geliştirmenin ikimizin de çıkarına uygun olacağını düşünüyorum.”[3]
1218 yılında bir ticaret anlaşması yürürlüğe girmişse de Moğol ülkesinden gelen 450 Müslüman tüccar, sınır kenti Otrar’da durdurulmuş, Hârizmşah valisi İnalçuk Hayır Han, tüccarların casus olduğundan kuşkulanarak -ki muhtemelen haklıydı- tümünü kılıçtan geçirterek, mallarına el koymuştur. Cengiz Han’ın, tazminat istemek amacıyla Hârizmşah’ın sarayına gönderdiği üç elçiden biri öldürüldü ve diğer ikisinin sakalları yakılıp gönderildiğinde, Mâverâünnehir bölgesinde 400.000 kişilik bir orduya sahip bulunan Hârizmşah, güçlü ordusuyla kafir atlıları kolayca yeneceğini umuyordu. 150.000- 200.000 arasındaki ordusunu dörde bölen Cengiz, ilk bölüğün komutasını Sübedey ile kendisi, ikincisini Öğedey ile Çağatay, üçüncüsünü Cebe, sonuncusu ise Cuci’nin kumandasına vermişti. Hızla batıya ilerleyen Moğol ordusu bir kez seferber olduktan sonra artık durdurmak mümkün değildi. 3 yıllık bir yıkım ve ölüm kampanyasında Buhara ve Semerkand ele geçirildi, Herat gibi sayısız şehir yok edildi, masum insanlar öldürdü ve bölgenin mükemmel sulama sistemi harap edildi.
Moğollar, kazançlarını sürekli kılmak ve fethedilen bölgelerin düzenli olarak kullanabileceği zenginlikler üretmeye devam etmelerini sağlamak için, istikrarlı bir hükümet sistemine sahip olması gerektiğini biliyordu. Bu yüzden yerel yöneticilerin iktidarı elinde tutmalarına sık sık izin verildi, imparatorluk içindeki tüm farklı dinlere müsamaha gösterildi, uluslararası ticaret teşvik edildi ve seyahat eden tüccarlara koruma sağlandı. Sonrasında Sübedey, Azerbaycan ve Gürcistan’daki Hıristiyan krallığına saldırdıktan sonra Rusya’ya girdi önce Alanlar, Çerkesler, Kıpçaklar’ı ardından 1223’te karşısına çıkan ortak Rus kuvvetlerini mağlup etti.
Ölümü ve Mirası
Cengiz Han, 1222’de 61 yaşındayken miras meselesini görüşmek üzere oğullarıyla toplandı. Dört oğlu, hangisinin Büyük Han olması gerektiği konusunda hemfikir değildi. Büyük oğlu Cuci (Jochi), Börte’nin (Borje) kaçırılmasından kısa bir süre sonra doğduğundan ikinci oğlu Çağatay kan bağından şüphe ettiği ağabeyinin Büyük Han olmasını kabul etmiyordu. Taraflar arasında üçüncü oğul Ögeday’ın (Ogodei) halef seçildiyse de Cuci Han, babasından altı ay önce Şubat 1227’de öldü.
Cengiz Han 18 Ağustos 1227’de, belki birkaç ay önce Çin ayaklanmasına karşı savaşta atından düşmesi sebebiyle belki de bilinmeyen bir hastalıktan yüzünden ölmüştür. Cengiz Han’ın anısını onurlandırmak veya lekelemek için onun ölümü hakkında ölümünden çok sonra icat edilen bir dizi efsane yaratılmıştır. Bunlardan bir tanesinde Çin’in kuzeybatısındaki bir Tibeto-Burman kabilesi olan Tangut halkının bir prensesi tarafından bıçaklandıktan veya hadım edildikten sonra kan kaybına yenik düştüğünü bile iddia edilmiştir. Cengiz Han öldüğünde, hâlâ gücünün zirvesindeydi, astları tarafından saygı görüyordu ve hizmetçileri tarafından iyi bakılıyordu. Bu, onun siyasi suikast veya zehirlenme yoluyla ölme olasılığını büyük oranda ortadan kaldırmaktadır. Çin’in Ming hanedanlığı dönemine ait tarihi bir metinde 18 Ağustos – 25 Ağustos 1227 tarihleri arasında, Cengiz Han’ın Batı Xia’ya karşı yürüttüğü son sefer sırasında, hastalığın başlamasından sonraki sekiz gün içinde nihayetinde onu öldüren ateş nedeniyle kendini iyi hissetmediği bildirilmiştir. Adelaide Üniversitesi’nde arkeolog ve paleopatolog olan yazar Maciej Henneberg, semptomlarının o dönemde yaygın olan hıyarcıklı veba (Kara Ölüm) ile eşleştiğini iddia etmiştir.
Cengiz Han’ın mezarı nerede?
O sırada Moğol ordusu Xia eyaletinin başkenti Zhongxing’i kuşatıyordu ki şehir teslim oluncaya ve sakinleri katledilene kadar ölüm haberi askerlerden saklandı. Han’ın cenazesi Moğolistan’a taşındı ve muhtemelen kutsal dağ Burkan Kuldun (Khentii Dağları) civarında defnedildi ki askerleri mezarın bulunmasını engellemek için kalan izleri yok etmek amacıyla mezarının üzerinden 1000 at sürdü. Ögeday Han, bir sonraki hayata geçerken babasına eşlik etmeleri için 40 köle kızı ve 40 atı feda etmişti. Cengiz Han’ın ölümünden bu yana geçen 800 yıl içinde kimse mezarını bulamadı. Orta Asya’da Cengiz Han’ın mezarı keşfedilirse dünyanın sonunun geleceği inancı yaygındır. 1941’de Sovyet arkeologları tarafından 14. yüzyıl Türk-Moğol kralı Timurlenk’in mezarının açılmasından sonra 2. Dünya Savaşı sırasında Sovyet halkları için kabusa dönüşen Alman işgali (Bkz. Barbarossa Harekâtı) gerçekleştiği için açıkçası bu batıl inanç hala kabul görmektedir. Cengiz Han, Moğolistan’da hala büyük bir savaşçı ve güçlü bir simge olmaya devam etmektedir ki birçok aile, Büyük Han’ın duvar halılarını veya portreleriyle duvarlarını süslemektedir.
Sonrası
Cengiz Han ise 18 Ağustos 1227’de, belki Cengiz’in ölümünden sonra Karakurum‘da yeni bir başkent kuran Ögeday, Çin Jin Hanedanlığı ile Doğu Asya’yı, Çağatay, Çağatay Hanlığı (yaklaşık 1227–1363) ile Orta Asya’yı, en küçük kardeş Tuluy Büyük Han Hanlığı ile Moğolistan’ı, Cuci’nin oğulları ise Altın Orda Hanlığı (yaklaşık 1227–1502) ile Rusya ve Doğu Avrupa’yı kontrol etmekteydi. Cengiz Han’ın Moğolistan bozkırlarına gizlice gömülmesinden sonra oğulları ve torunları Moğol İmparatorluğu’nu genişletmeye devam etti. Cengiz Han’ın torunu Hülegü (1265’de öldü) 1256’da İran’ı ve 1258’de Abbasi halifeliğinin başkenti Bağdat’ı fethetti ve İlhanlı hanedanını (1256–1353)kurarken, Ögeday’ın oğlu Kubilay Han, 1279’da Çin’in Song hükümdarlarını yenmekle kalmamış, kurduğu Moğol Yuan Hanedanı 1368’e kadar tüm Çin’i yönetmiştir.
American Journal of Human Genetics’te 2003 yılında yayınlanan bir araştırma, dünya çapında 200 erkekten 1’inin Cengiz Han’ın doğrudan torunu olabileceğini öne sürmesi bilim dünyasında büyük yankı uyandırmıştır. Cengiz Han, lider ve stratejist ve asker olarak acımasız mirası yüzünden eleştirilse de Doğu ile Batı arasındaki ilk büyük ticaret ve kültürel alışverişi sağlayan, İpek Yolu’nun gelişmesine izin veren kişi olmasıyla da tarihin unutulmaz kişileri arasında yerini almıştır. Paradoks gibi görülse de Cengiz Han sadece dünyayı fethetmekle kalmamış aynı zamanda uygarlaşmasına da katkıda bulunmuştur.
Kaynakça
Buell, Paul D., Francesca Fiaschetti. Historical Dictionary of the Mongol World Empire. Rowman & Littlefield Publishers, 2018.
Carboni, Stefano, Qamar Adamjee. “The Legacy of Genghis Khan.” İçinde: Heilbrunn Timeline of Art History. New York: The Metropolitan Museum of Art, 2000
Craughwell, Thomas. “The Rise and Fall of the Second Largest Empire in History: How Genghis Khan’s Mongols Almost Conquered the World.” Fair Winds Press, 2010.
Djang, Sam. “Genghis Khan: World Conqueror, 2 Cilt. New Horizon Books, 2011.
Grousset, Rene. Bozkır İmparatorluğu. Ötüken Neşriyat. İstanbul, 1993
Kırlı, Engin. Cengiz Han’ın Hayatı ve Askeri Seferleri. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tarih Bölümü. Cilt: 2, S: 1, Mayıs 2019
Köprülü, M. Fuad, “Cengiz Han”, İ. A. Eskişehir, 1997.
Marc, Pierre-Stano Dusık. Olağanüstü Gezileriyle Marco Polo. (Çev: Gülderen Pamir), İstanbul 1995
Marshall, Robert. Doğudan Yükselen Güç Moğollar. (Çev: F. Doruker). İstanbul, 1996.
May, Timothy. The Mongol Empire. Edinburgh University Press, 2018.
Moğolların Gizli Tarihi. Çev. Ahmet Temir. Türk Tarih Kurumu. Ankara, 1995
Morgan, David. The Mongols. Wiley-Blackwell, 2019.
Rossabi, Morris “Genghis Khan.” In The Encyclopedia of Asian History, vol. 1, pp. 496–98. New York: Scribner, 1988
Roux, Jean- Paul. Türklerin ve Moğolların Eski Dini. İstanbul, 1994.
Turan, Osman. “Çingiz Adı Hakkında”, Belleten, C. V/19, s. 267-275
Vladimirstov, B. Y. Moğolların İçtimai Teşkilatı. (Çev: A. İnan). Ankara, 1987
You, W., Galassi, F. M., Varotto, E., & Henneberg, M. ‘Genghis Khan’s death (AD 1227): An unsolvable riddle or simply a pandemic disease?’. International Journal of Infectious Diseases 104 (2021) 347-348
Weatherford, Jack. “Genghis Khan and the Making of the Modern World.” Three Rivers Press, 2004.
Notlar
[1] 1241’de Krakow şehrini yakıp, Töton, Templier ve Hospitaller şövalyeleri ile yerel paralı askerlerden oluşan birleşik Avrupa ordusunu perişan eden Moğol ordusu batıya doğru ilerlemeye devam ederken Avrupa’da haklarında korkunç söylenceler yayılmaya başladı: at-başlı yaratıklar olarak tanımlanan Moğollar kurbanlarını yiyorlardı, olağanüstü güçlere sahiptiler ve Tanrı’nın lanetlediği dünyayı cezalandırmak için ortaya çıkmışlardı. Dominiken tarikatına mensup Monte Croce’li keşiş Ricoldo, Moğol isminin efsanelerdeki Magog’un oğulları olan Mogogoli’den türemiş olduğunu açıkladı. Efsaneye göre antik zamanlarda Gog ve Magog (Ye’cûc ile Me’cûc) isimli iki yağmacı dev, Avrupa’yı dehşete düşürmüştü. Büyük İskender bu devleri yenilgiye uğratıp Kafkas dağlarının açılması imkânsız kapılarının ardına kilitlemişti. Şimdi, bunların soyundan gelenler özgür kalmış ve yeryüzündeki uygarlıkları yok etmek için saldırıyorlardı.
[2] Cengiz kelimesinin etimolojisi çeşitli yazarlarca tartışılmış olup, ilkel halkların yaratılış mitolojisinde yeryüzü oluşmadan önce var olduğuna inanılan başlangıç okyanusu aşağı yukarı evren anlamında kullanılmaktaydı. Buradan hareketle büyük hükümdara Moğolca bu anlamdaki ‘tingiz’ (deniz) kelimesi yakıştırılmıştı.
[3] Marshall, 1996: 26