Makale: Özhan Öztürk
Haldiya[1] I. Justinian (527-565) döneminde imparatorun Tzanlar’a karşı düzenlediği seferden sonra tümüyle Bizans topraklarına katılmış olup bu dönemde Tzanika (Canca) veya Mezohaldiya adıyla bilinmekteyken, MS 800 tarihinde Armeniakon themasına bağlı bir turma[2], MS 824’de ayrı bir dükalık (ducatus) olmuş, 842’de bir strategos tarafından yönetilmiş aynı yüzyılın son çeyreğinde ise thema olmuştur.[3] Konstantinos Porphyrogennetos’un “De thematibus” adlı eserinde Anadolu’daki 8. thema olarak geçmekte[4] ve başkentinin Trabzon olduğu anlaşılmaktadır. Porphyrogennetos’un “De administrando imperii” adlı çalışmasında ise bölgedeki memurların faaliyetlerinden bahsedilmekte[5], yerel üretim dışında transit ticaretten de gelir elde edildiği anlaşılmaktadır. 8-9. yüzyıllarda Arap akınları döneminde Arap coğrafyacıları Haldiya’nın askeri özellikleri üzerinde durmuş olup, 10 bin kişilik ordusu ve 6 kalesi bulunduğunu bildirmişlerdir[6].
İmparatoluğun doğu sınırındaki Haldiya, yönetime karşı pek çok isyanın doğduğu
veya destek bulduğu bölge olup, V. Leo (813–820) ve sonrasında II. Michael’e (820-829) karşı ayaklanan asi general Slav Thomas (760?-823) Anadolu Slavlarının yanı sıra Persler, Gürcüler, Abhazlar, Getler, Ermeniler, Alanlar ile 2 önemli mezhepten (Pavlusçular ve Frigyalı Athinganiler) destek almış, Ermeniler ve Pavlusçuların yaşam alanı olan Haldiya’da doğal olarak isyanın en önemli üslerinden birisi olmuştur. Ayrıca 867-868’de Haldiyalı John, imparator I. Basil’e karşı[7], Bardas Boilas Romanos Lekapenos’a karşı[8], 1091-1095’de Theodore Gabras, 1103 ve1106’de Gregory Gabras I. Aleksios Komnenos’a karşı[9], Gregory’nin oğlu Konstantine Gabras 1123’de II. John Komnenos’a karşı burada
ayaklanmıştır.
1071 Malazgirt Savaşı’nın ardından Anadolu Türkmenler’e açılmışsa da Haldiya’nın Atra köyünden soylu bir aile olan Gabraslar (Kavrazlar)[10] 1075-1140 arasında Haldiya ve Trabzon‘u yönetmişlerdir. 1204 sonrasında Haldiya’nın merkezi Trabzon İmparatorluğu’nun egemenliğine girmesine karşın bir süre sonra kırsal alanlarda Türkmen yerleşimi dolayısıyla ardı kesilmeyen savaşlar zinciri başlamışsa da bölgenin tamamı
Trabzon’un fethinden ancak 18 yıl sonra 1479’da Osmanlı egemenliğine girmiştir. Bizans ve Trabzon dönemlerinde sahil bölgesi ve ticaret yollarının güvenliğini sağlamak için Haldiya’da çok sayıda kale inşa edilmiş olup, bunların bazıları Kavazitai ve Tzanichitai gibi ailelerin kontrolünde olmuştur. II. Manuel döneminde bölgede tekrar Bizans egemenliği tesis edilmiş ve 1165-70 tarihleri arasında
Nikephoros Palaiologos son Haldiya dükü olarak görev yapmışsa da 1204’de David ve Aleksios Komnenos kardeşlerin kurduğu devlet Haldiya’yı tümüyle ele geçirmiştir.
Eski Gümüşhane veya Argyropolis, Harşit nehrine dökülen Musalla deresinin yamaçlarında modern Gümüşhane’den 4 km kadar mesafede 1400-150 m yükseklikte eğimli bir arazide
kurulmuş olup, adından da anlaşılacağı gibi kuruluş nedeni Antik Çağ’dan itibaren işletildiği anlaşılan çevresindeki simli kurşun madenleridir[11]. 1486 tarihli Mufassal Timar Defterinde “Palu Canca[12]” adıyla geçen köy 1515-83 arasında “Eski Canca” adıyla kayıtlı olup, Osmanlı Tahrir Defterlerinde Canca kalesi ve civarındaki yerleşim “karye-i eski Canca”nın yanısıra “karye-i nefs-i Canca-i Maden” adlarıyla anılan ikinci bir köyün varlığı söz konusudur.[13] Canca Maden köyünde
1554’de 113 hâne Hristiyan (Rum), 31 hâne, 13 mücerred İslam, 1583’de 478 hâne Hristiyan (Rum), 116 hâne Hristiyan (Ermeni), 16 mücerred, 50 bennak hâne İslam’ın yaşadığı görülmektedir. Canca köylerine Ermenilerin yerleşmesi ve Rum sayısında kısa sürede görülen artış normal olmayıp, kentin büyüme sürecine Hristiyan unsurlarla birlikte girdiğini göstermektedir. Daha II. Mehmet döneminde madenlerle uğraşan kişilerin vergiden muaf tutulması ve
çocuklarının yeniçeri yapılmaması gibi imtiyazları Anadolu’nun diğer bölgelerinden farklı olarak Gümüşhane civarında Rum nüfusun demografik ağırlığını sürdürmesini sağlayan önemli bir etken olmuştur. 16. yüzyılda bölgede gümüş madenlerinin işletilmeye başlanması Haldiya’nın Hristiyan madencilerle dolup taşmasını sağlarken madenlerin verimliliğini kaybettiği 19. yüzyıla dek bölgede topluca yaşamayı başarabilmeleri ihtida akımlarından pek az etkilenmelerini sağlamıştır.[14]
1647’de Gümüşhane’ye gelen Evliya Çelebi, gümüş madeninin çokluğundan, yedisinden kurşunsuz gümüş çıkarılabilen çalışır veya boşaltılmış durumda 70 kadar ocak bulunduğundan bahsetmiş ve Emin mahallesindeki darphanede
basılan sikkelerden birinin üzerinde “Canca’da basılmıştır” yazılı bir kaç akçeye sahip olduğunu bildirmiştir. Osmanlı döneminde Gümüşhane madenleri Tophane’de dökülecek toplar için bakır madeninin temin edildiği Doğu Anadolu ve Doğu Karadeniz’de madenlerinin en önemlilerinden birisi olup bakır yükü Trabzon limanı üzerinden başkente taşınmaktaydı[15]. 19. yüzyıl boyunca Osmanlı-Rus savaşları[16] veya verimsizlik
yüzünden kapanan birkaç kez kapanan ocakların işletmesi son olarak 1883’de “Daniel Papa et Co.” Adlı yabancı şirkete verilmişse de işletme masrafını çıkaramayan şirket 5 yıl sonra 1888’de bölgeden çekilmiş böylece Gümüşhane’de madencilik faaliyetleri tamamen durmuştur. Madenciliğin tükenmesiyle yerleşim öncesinde yazlık konaklama için bağlık evlerin bulunduğu Harşit vadisine doğru kaymış ve I. Dünya Savaşı sonrasına dek eski kent
büyük ölçüde terk edilerek[17] modern Gümüşhane kenti bölgenin ticari ve idari merkezi olmuştur.
Şakir Şevket, Gümüşhanelilerin Trabzon ve Rusya taraflarında taşçılık ve rençberlik, Dersaadet’de kazgancılık ve yorgancılık ile uğraştığını, Maçkalılar gibi halkının bir kısmının Hristiyan olduğu ama İslam görüntüsü içerisinde yaşadığını belirtmiştir.[18] Economides’e göre mübadele öncesinde kent merkezinde yaşayan 6 bin kişiden 2.500’ü Rum, 1.000’i Ermeni olup, kasabada 5 cami, 5 5um ve 1 Ermeni kilisesi, hükümet konağı, kışla, 2 cephanelik, Rum öğrenciler için 1 lise ve birer kız ve erkek okulu bulunmaktaydı[19].
1869 Trabzon Vilayet Salnamesi’ne göre Gümüşhane, Yağmurdere, Kelkit, Şiran,
Torul ve Kürtün kazalarından oluşan, 330 köy ve 15.338 hanenin bulunduğu Gümüşhane sancağının erkek nüfusu 24.328’i İslam, 11.542’si Rum ve 718’i Ermeni olmak üzere toplam 33.588 olup aynı salnameye göre 31 köy ve 2.042 hanenin bulunduğu Gümüşhane kazasında 3.240’ı İslam, 820’si Rum, 567’si Ermeni olmak üzere toplam 4.267 erkek yaşamaktaydı. S. Shaw ise Gümüşhane kazasının nüfusunu 1885’de 28.597 (21.986 İslam, 5.459 Rum, 1.152 Ermeni) 1914’e ise 40.635 (26.639 İslam, 9.179 Rum, 1.817 Ermeni) olarak vermiştir[20].
1. Dünya Savaşı sırasında Rus ordusu 16 Temmuz 1916’da Bayburt, 19-20 Temmuz’da Gümüşhane ve Torul’u işgal etmişse de 1917 devriminden sonra Rus ordusu bölgeyi boşaltınca 14 Şubat 1918’de Torul, 15 Şubat’ta Gümüşhane, 17 Şubat Kelkit Rus işgalinden kurtarılmıştır. Milli Mücadele sürecinde Trabzon Muhafaza-i Hukuk-u Milliye Cemiyeti’nin faaliyet gösterdiği bölgeyi Erzurum Kongresi’nde bu derneğe üye Kadirbeyzade Zeki Bey Gümüşhane ve Torul Müftü Osman Nuri Efendi Kelkit, Müftü Hasan Fahri (Polat) ise Şiran’ı temsil etmiştir.
Gümüşhane sancağı 20 Nisan 1924 ve 491 sayılı kanunun 89. maddesine göre “vilayet” haline getirilerek 1925 yılında teşkilatlandırılmış, 1989 yılında Bayburt ayrılarak il olmuştur. Günümüzde 5 ilçe (Kelkit, Köse, Kürtün, Şiran, Torul), 18 belediye ve 322 köyün bağlı olduğu Gümüşhane ilinin nüfusu 1927’de 121.797 (12.864 kent, 108.933 köyler) iken, 1950’de 203.994, 1960’da 243.115, 1970’de 282.238, 1980’de 275.191, 1990’da 169.375, 2000’de 186.953, 2009’da 130.976 (58.535 kent, 72.441 köyler) olmuştur.
Antik Argyropolis’in yeniden keşfi
Gümüşhane 19. yüzyıldan itibaren Rumlar tarafından Türkçe adının Yunanca çevirisi olan Argyropolis[21] olarak adlandırılmaya başlanmış olup, söylenceye göre ilk olarak Trabzon’daki Rum okulu Frontisterion’un müdürü tarafından kullanılmıştır ki[22] Vital Cuinet 1892’de kentin her iki adını da anmıştır.[23] Gümüşhane madenlerinin kapanması üzerine bölgeyi terk eden Rumların önemli bir kısmı Trabzon’a yerleşirken 1865 yılında “Argyropolisliler Topluluğu” adlı bir dernek kurarak geride bıraktıkları Gümüşhane’de kalan hemşerilerinin eğitim ve ekonomik sorunlarının çözümü için çalışmışlardır. Altın ve gümüşten yapılan dini eşyaların yanı sıra arazi yatırımları ve üyelerinden para toplayarak gelir elde eden dernek 1871’de 5 öğretmenin işe alınmasını, 1873’de bir kız okulunun inşasını, 1876’de yoksul öğrencilere kitap sağlanması, kütüphane oluşturulması, Atina’ya öğrenci gönderilmesi gibi faaliyetlerde bulunmuş olup, 1905 yılından sonra varlığını sürdürdüğüne dair bir kayda rastlanmamıştır.[24]
Madencilerin Göçü
Mülki amirleri[25] padişahlar tarafından atanan Gümüşhane madenleri IV. Murad zamanında (1623-1640) en canlı dönemini yaşamışsa da verimlilik[26] ve diğer etkenler[27] yüzünden 19. yüzyılda yavaş yavaş kapanmaya başlamıştır[28]. Buna Haldiya’nın 1829 ve 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşlarından etkilenmesi gibi sebepler de eklenince madenciler aileleriyle birlikte başka maden ocaklarının bulunduğu yerlere veya başka işler arayabilecekleri büyük kentlere doğru kitleler halinde göç etmiştir. Çoğu Rum olan madenciler başta Trabzon, Samsun, Giresun, Ordu, Tirebolu olmak üzere Şebinkarahisar, Erzurum, Bayburt, Harput ve Diyarbakır’a dek yayılan Rumlar Keban, Ergana, Espiye, Akdağ maden, Gümüş maden (Gümüşhacıköy), Keskin (Denek), Buğamaden, Bereketli maden, Bilecik ve Balya (Balıkesir) madenlerine çalışmak için gitmiştir[29].
İşsiz kalan madenciler yeni maden filizleri de arayarak[30] işlerinin devamlılığını sağlamaya çalışmışlardır ki söylenceye göre Buğa madenleri Chatzi Lefteris Apostologlou liderliğindeki bir grup tarafından keşfedilmiştir. İmeralılar, Erzurum, Erzincan, Ergana ve Malatya’da maden ocakları yakınlarına yerleşerek madenciliğin yanı sıra, ziraat ve inşaat işlerinde çalışmış 1878 sonrasında ise önemli ölçüde Rusya’ya gitmişlerdir[31]. Göçlerin özellikle Rusya’ya gidenler için bir kısmı kalıcı olurken, bir kısmı yaz sezonunu Gümüşhane’de geçirmek için geri dönmüş, bir süre sonra kapanacak Akdağ maden[32]‘e gidenler gibi daha talihsiz olanlar ise Ankara, İstanbul, Konya, Adana, Sivas ve İzmir gibi büyük kentlerde farklı iş kollarında şanslarını denemek için yeniden yollara düşmüştür.[33]
Kaynak: Özhan Öztürk. Pontus: Antik Çağ’dan Günümüze Karadeniz’in Etnik ve Siyasi Tarihi (Genişletilmiş 3. Baskı). Nika Yayınları. Ankara, 2016
Notlar
[1] Yunanca Χαλδία. Haldiya kelimesi büyük ihtimalle Urartu Güneş Tanrısı Haldi ile ilişkili olmalıdır. Halt kelimesi Trabzon’da “Dağların diğer tarafındaki insanlar” anlamında eski Haldiya teması içerisinde yeralan Bayburt, Gümüşhane, Erzurum ve diğer komşu illerin halklarını nitelemek amaçlı kullanılmaktadır. Halt ‘etnik’ anlamda öteki anlamında üstelik küçümseyici bir ifade olmakla birlikte Of son dokuz Hıristiyan köylerinden de birisinin adıydı. Detaylı bilgi için Bkz. Khalibler
[2] Latince turma “süvari bölüğü”anlamına gelen terim zamanla Bizans themalarını oluşturan askeri yönetim birimlerinin adı olmuştur.
[3] Oikonomides, 1972: 49
[4] Pertusi, 1952: 73
[5] Konstantinos Porphyrogennetos, 1967: 190, 206, 218.
[6] Brooks, 1901: 67-77; Pertusi, 1952: 138
[7] Vlysidou, 1991: 35-36.
[8] Runciman, 1963: 70-71
[9] Cheynet, 1990: 92-93, 404-405
[10] Bkz. Gabras (Kavraz) dönemi (Trabzon)
[11] Kovenko, 1941: 283-300
[12] Yunanca παλιός “eski” ve Tzanika’nın bozuk formu Canca kelimelerinin birleşiminden oluşmuş olup, geçmişte Tzan halkının yaşadığı yer anlamına gelmektedir.
[13] Başbakanlık Arşivi, Tahrir Defterleri no: 52 s. 774, no: 288 s. 522
[14] Bkz. Gizli Hristiyanlık
[15] Belli – Kayaoğlu, 2002: 26-33
[16] Sözgelimi 1828 Osmanlı-Rus Savaşı döneminde kapanan ocaklar 1839 tarihli bir Hatt-ı hümayunla tekrar işletmeye açılmıştır.
[17] Eski Gümüşhane bugün Kanuni döneminde inşa edilen camiye atfen “Süleymaniye” adıyla modern kentin mahallelerinden birisi yapılmıştır.
[18] Şakir Şevket, 2001: 105
[19] Economides, 1920: 28
[20] Yurt Ansiklopedisi, 1982: 5, 3220
[21] Yunanca Αργυρούπολις “Gümüş şehir”. Mübadele ile Yunanistan’a göçen Rumlar Atina’nın güneyinde kurdukları bir mahalleye de aynı adı vermişlerdir.
[22] Bryer, 1991: 328
[23] Cuinet, 1892: 127
[24] Mamoni, 1986: 155-225
[25] “Matah Efendi” veya “Maden Emiri” adıyla anılırlardı
[26] 1850 yazında Trabzon-Erzurum yolunun inşâsını başlatmak üzere Trabzon’a gelen Ticaret Nâzın İsmail Paşa hazırladığı raporda Trabzon vilâyetindeki maden ocaklarının durumu hakkında ayrıntılı bilgiler vermiş, zamanında verimli şekilde işletilen altın, bakır, gümüş, kurşun, krom madenlerinin bir kısmının su basması, zehirli gaz ve mağara çöküğü sebebiyle kapatıldığını bir kısmında ise cevherin eritilme ve tasfiyesinde teknolojik yeniliklere uyulmadığından kayıp oranın fazla olduğundan yakınmıştır (BA, Irade-Dahiliye, No: 14318, lef-1.; Saydam, 1991: 261)
[27] Maden yataklarının tükenmeye başlamasının yanı sıra madencilik faaliyetleri yüzünden bölgedeki ormanlar da yok olma noktasına gelip yakıt sıkıntısı çekilmeye başlanınca bazı işletmeler durdurulmuştur (De Planhol, 1982: 1-18)
[28] 1850 yılına gelindiğinde Trabzon yöresinde Gümüşhane Hazine Madeni (Simli Kurşun), Abdal Dağı (Gümüş) madeni, Taşlık-Kürtün, Derbanduz-Maçka (Bakır), Kân-Tirebolu (Gümüş), Gümüş Dağı ve Gâvur Dağı madenleri ile Zigana madeni mağaralarını su bastığından, Hulva (bakır) madeni mağarası çöktüğünden, Torul (Krom) madeni zehirli gaz, Tenbade (Gümüş) ise diğer sebeplerle metruk durumdaydı. Zankar-Gümüşhane (Gümüş), Kemit-Şarkı Karahisar (Gümüş), İseli-Tirebolu (Bakır), Mahakı-Sürmene (Bakır), Ağalık-Tirebolu, Lazası-Tirebolu (Bakır), Kızılkaya-Tirebolu (Demir-Balkır), Hış ve Üçköprü madenleri ise maktuan işletilmekteydi (Başbakanlık Arşivi, İrade-Dahiliye, No: 14318, lef-1.)
[29] 1880-81’de madencilikle uğraşan Hacı Teodoros ailesinin Sivas ve Yozgat üzerinden Gümüşhane’den Akdağmaden’e göçünü anlatan sözlü tarih öyküsü Rum madencilerin yaşadıkları hakkında detaylı bilgi vermektedir (Petronotis, 2004)
[30] Osmanlı Devleti’nde bu döneme dek bulunan madenler madeni bulan şahıslara ait olup, maden sahibi çıkardığının beşte birini hazineye vermeye mecburdu. Maden sahibi olabilmek için Osmanlı tebasından olması şarttı Yabancıların maden işletme hakkı yoktu. 1869 yılında 1810 tarihli «Fransız Maden Kanunu» esas alınarak yeni bir maden kanunu hazırlanarak yabancıların Osmanlı Devleti’nde maden işletmelerinin kârlı hale getirilmesi sağlanmıştır.
[31] Fostiropoulou, 1941: 146-158
[32] Akdağ maden Karadeniz Bölgesi’nde değil İç Anadolu’da Yozgat ilinin doğusunda Sivas sınırında yer alan bir kasaba olmasına karşın halkının büyük bölümü Gümüşhaneli Rumlardan oluştuğu için Mübadeleye dek (1832’de 1200 Rum, 200 Türk, 80 Ermeni) etnik açıdan bir Karadeniz yerleşimi olarak sayılmalıdır. 1815 civarında Akdağ eteklerinde Çinko-Kurşun madeni bulununca başta Gümüşhane olmak üzere Trabzon, Arapgir ve Ahıska’dan göç alan yerleşim 1871’de 1.250 hanelik nüfusa ulaştıysa da madenlerin verimliliğini kaybetmesi ve mübadele yüzünden nüfusunun büyük bölümünü kaybetmiştir. Gerek Rumların yerine Selanik’ten getirilen 266 mübadil gerekse 1935’de Yugoslavya ve 1951’de Bulgaristan ve Romanya’dan gelip kasabaya yerleştirilen göçmenlerin çoğu da zamanla yerleşimi terk etmiştir.
[33] Fotiadis, 1983:199-202