Hiroşima ve Nagazaki’ye Atom Bombası Atılması: Neden, Nasıl?
6 ve 9 Ağustos 1945 günlerinde tüm dünya, savaş, diplomasi hatta insanlık tarihini muhtemelen sonsuza dek değiştirecek bir gelişmeye tanık oldu. ABD sırasıyla Hiroşima ve Nagazaki şehirlerine iki atom bombası atmış, on binlerce insan anında ölürken çok daha fazlası radyasyon zehirlenmesiyle kısa süre sonra ölmüş daha da fazlası ömür boyu izini taşıyacağı radyasyon yanıklarıyla geri kalan yaşamını sürdürmek zorunda kalmıştı. Amerikalılar başta olmak üzere pek çok insan nükleer silah kullanımının Japonları savaş çabalarını sürdürmekten caydırmak için yeterli olduğunu, savaşın uzaması durumunda daha fazla insan öleceği için doğru olanın yapıldığını düşünüyor. Gerçekten öyle mi?
Manhattan Projesi
1940’ta ABD hükümeti, ABD’nin II. Dünya Savaşı’na girmesinden sonra Bilimsel Araştırma ve Geliştirme Dairesi ve Savaş Bakanlığı’nın ortak sorumluluğunda olan kendi atom silahları geliştirme programını finanse etmeye başlamıştı. ABD Ordusu Mühendisler Birliği, Kod adı “The Manhattan Project” olan çok gizli program için gerekli olan geniş tesislerin inşasına öncülük etmekle görevlendirilmişti. Avrupa’daki faşist rejimlerden gelen mültecilerden oluşan bir grup Amerikalı bilim insanı bir kaç yıl boyunca uranyum-235 ve plütonyum (Pu-239) üretmek için çalışmış, J. Robert Oppenheimer liderliğindeki bir ekip, bu malzemeleri işlenebilir bir atom bombasına dönüştürmek için Los Alamos’a (New Mexico) gönderilmişti. Manhattan Projesi dahilinde 16 Temmuz 1945 sabahının erken saatlerinde, New Mexico Alamogordo’daki Trinity test sahasında bir plütonyum bombasının ilk başarılı testini gerçekleştirilmişti. Trinity testi sırasında, Müttefik güçler Avrupa’da Almanya’yı çoktan mağlup etmiş olup, bu sırada Nazi Almanyası’nın atom bombası yapmaktan çok uzakta olduğu da ortaya çıkmıştı.
Neden ve Nasıl Karar Verildi?
Temmuz 1945’te Almanya teslim olmuştu ve Avrupa’daki savaş sona ermişti. 26 Temmuz 1945’te Potsdam Ültimatomu Japonya’yı kayıtsız şartsız teslim olmaya çağırdı. 29 Temmuz’da Başbakan Suzuki, kabine basın toplantısında, teslimiyet ültimatomunu kabul etmeyi reddetmekle kalmayıp, Japon uçak üretiminin artan oranını vurgulayan bir açıklama yapmıştı. General Douglas MacArthur ve diğer üst düzey askeri komutanlar, Japonya’nın halihazırda yürürlükte olan konvansiyonel bombardımanına devam etmeyi ve kod adı “Düşüş Operasyonu” olan büyük bir istilayı takip etmeyi tercih ediyorlardı. O zamana dek yaklaşık 300 bin Japon sivil açlıktan ve bombardıman baskınlarından dolayı ölmüş olsa da militarist Japonya hükümetinin teslim olma niyeti olmadığı anlaşılmıştı. Amerikan istihbaratı Japonya’nın olası Amerikan işgalini karşılamak için Kyushu adasına 560.000’den fazla asker ve binlerce intihar uçağı ve botu konuşlandırdığını dahası Japonya’daki tüm Amerikan esirlerini infaz etmeyi planladığını ortaya çıkarmıştı. ABD kuvvetleri, Nisan-Haziran 1945 arasında Okinawa adası savaşlarında 120 bin kadar Japon askeri karşısında 50 bin kayıp vermişti ki böylece Amerikalı generaller Japon adalarının tümünün tamamının işgal edilmesi durumunda Amerikan kayıplarının sanılandan daha fazla olacağını anlamışlardı. Truman’a böyle bir işgalin ABD’nin 1 milyona kadar can kaybına yol açacağını söylenmişti. Japon stratejisi gelinen noktada artık Amerikan güçlerini yenmeyi değil düşmana büyük kayıplar verdirerek Amerikan kamuoyunu bezdirmeyi ve barışa ikna etmeyi umuyordu. Savaşı bir an önce bitirmek isteyen Amerikan Başkanı Harry S. Truman Japonya’nın savaşmaya devam etme taahhüdü hakkında aldığı istihbarat raporları ışığında dünyanın ilk atom bombası dahil emrindeki her silahı kullanmaya kararlıydı. 1945 baharında Amerikan hükümetinin emriyle toplanan bilim adamları ve subaylardan oluşan bir komite nükleer silahların ıssız bir bölgede kullanımının Japon liderleri teslim olmaya ikna etmeyeceği konusunda oybirliğiyle anlaşmıştı. Temmuz 1945’te ABD’nin elinde kullanılabilir durumda sadece 2 atom bombası bulunmasına rağmen siyasi ve tarihi önemleri nedeniyle Tokyo ve Kyoto’nun hariç tutulacağı Japonya’nın bomba atılabilir hedefleri listelenmişti bile. İlk bombanın hedeflenen hedefi yaklaşık 550.000 kişinin yaşadığı, Kyushu adasını savunan Japon ordusunun karargahını barındıran ve savaş endüstrisine de ev sahipliği yapan yelpaze şeklinde bir şehir olan Hiroşima idi.
Hiroşima ve Nagazaki’nin bombalanması
6 Ağustos 1945 Pazartesi günü saat 02: 45’te, 509. Kompozit Grubuna ait 3 Amerikan B-29 bombardıman uçağı, Japonya’nın 1500 mil güneyindeki Pasifik adası Tinian’daki bir havaalanından havalandı. Bunlardan Albay Paul Tibbets’in pilotluğunu yaptığı “Enola Gay” adlı öncü bombardıman uçağı “Küçük Çocuk” lakaplı bir nükleer bomba taşıyordu. Hiroşima saatiyle 9: 14’te Enola Gay şehrin üstüne gelmiş ve 1 dakika sonra yaklaşık 4.5 ton ağırlığındaki ‘Küçük Çocuk’u bırakmıştı. Bomba öylesine ağırdı ki Enola Gay, havalanmak için iki milden fazla pist kullanmış, bombayı bıraktığı anda ise yaklaşık 3 metre yukarı sıçramıştı. Bomba yaklaşık 600 metrede patlamadan önce 43 saniye boyunca neredeyse 6 mil aşağı düşmüştü. Küçük Çocuk içerisindeki uranyumunun yüzde ikisinden daha azı bölünmeyi başarmışsa da ortaya çıkan reaksiyon tüm şehrin kör edici bir ısı ve ışık parıltısıyla sarılmasına sebep olmuştu. Bombanın patladığı noktada oluşan 3871 °C sıcaklık yarım mil çapındaki tüm insanları anında buharlaştırmıştı. Bronz heykeller erimiş, çatılardaki kiremitler birbirine kaynaşmış hatta kilometrelerce uzaktaki insanların açıkta kalan derileri açığa çıkan yoğun kızılötesi enerjiden yanmıştı. Enola Gay’den Tibbets patlama noktasından çoktan uzaklaşmış olmasına rağmen ardına baktığında üç mil yükseğe ulaşan canlı bir şey gibi yukarı doğru kaynayan dev bir mor mantar görmüştü. Tibbets’e göre yerde durum daha da korkunçtu: “Bulutun dibinde, fokurdayan sıcak katran görünümüne sahip çalkantılı bir duman kütlesinin ortasında her yerde yangınlar fışkırıyordu… Birkaç dakika önce güneş ışığında o kadar net gördüğümüz şehir artık çirkin bir lekeydi. Bu korkunç duman ve ateş örtüsünün altında tamamen kaybolmuştu.” Truman bombanın başarılı şekilde patladığını öğrendiğinde Potsdam Konferansı’ndan dönüş yolunda Amerikan kruvazörü USS Augusta’daydı. Aldığı bilgiyi danışmanları ve gemi mürettebatı ile paylaştığında milyonlarca asker ve sivilin hayatına mal olan II. Dünya Savaşı‘nın sonu nihayet göründüğünü düşünüyordu.
Yıkım ve Teslimiyet
6 Ağustos’ta Başkan Truman, ABD’nin nükleer bir bombaya sahip olduğunu tüm dünyaya duyurduğu konuşmasında “Artık Japonların herhangi bir şehirde yerin üstünde sahip olduğu her üretken işletmeyi daha hızlı ve tamamen ortadan kaldırmaya hazırız. Limanlarını, fabrikalarını ve haberleşmelerini yok edeceğiz. Hata olmasın; Japonya’nın savaş yapma gücünü tamamen yok edeceğiz.” sözleriyle kayıtsız şartsız bir teslimiyet olmaması durumunda Japonya’da yerin üstündeki her şeyin küle döneceğini çok açık bir şekilde belirtti.[1] Açık ültimatoma rağmen Japonya hemen teslim olmadığında ikinci bomba üç gün sonra yola çıkacaktı. 9 Ağustos’ta Binbaşı Charles Sweeney, Tinian’dan başka bir B-29 bombardıman uçağı olan Bockscar uçurmuş, Kokura şehri üzerindeki yoğun bulutlar, Sweeney’i ikinci bir hedef olan Nagasaki’ye sürüklemiş ve burada plütonyum bombası “Şişman Adam” o sabah 11: 02’de bırakmıştı. Amerika Birleşik Devletleri askeri arşivlerinden alınan son belgeler ışığında teslim olmaması durumunda Japonya’ya üçüncü bir atom bombası atılacağını 19 Ağustos’ta Kokura’nın vurulacağını biliyoruz. Gerektiğinde Ekim ayı boyunca Japonya’da kullanılacak toplam on iki atom bombası için de planlar hazırdı: Listedeki diğer hedefler arasında Kyoto, Hiroşima, Yokohama, Niigata ve Tokyo şehirleri vardı. 15 Ağustos 1945 öğle saatlerinde İmparator Hirohito ülkesinin teslim olduğunu bir radyo yayınında duyurması daha fazla yıkımın yaşanmasını engelleyecekti. Resmi teslim anlaşması 2 Eylül’de Tokyo Körfezi’nde demirlemiş ABD savaş gemisi Missouri’de imzalanmıştı. Hiroşima ve Nagazaki’nin bombardımanında tam ölüm sayısı bilinmemekteyse de Hiroşima’da yaklaşık 70.000 ila 135.000 kişinin öldüğü ve Nagazaki’de hem patlamalara akut maruz kalma hem de radyasyonun uzun vadeli yan etkilerinden 60.000 ila 80.000 kişinin öldüğü tahmin edilmektedir.
Neden?
1945’ten bu yana her kesimden insan nükleer silah kullanma kararı konusunda ‘Gerekli miydi? Haklı mıydı? Hayat kurtardı mı?’ sorularını en az bir kez kendine sormuştur. Truman bu silahları kullanma konusunda tereddüt etmemişti ki böylesine bir yıkımın gelecekte de yaşanabileceği korkusu uzun bir Soğuk Savaş dönemine damgasını vurmuştu. Truman’ın dışişleri bakanı James Byrnes gibi Atom bombasının savunucuları, silahın yıkıcı gücünün yalnızca savaşı bitirmekle kalmayacağına, aynı zamanda silahın tek sahibi olduğu için ABD’yi savaş sonrası dünyanın gidişatını belirleme konusunda egemen bir konuma getireceğine inanıyorlardı. Geldiğimiz noktada ABD dışında, Rusya, İngiltere, Fransa, Çin, Hindistan, Pakistan, Kuzey Kore ve İsrail’in de bu korkunç silaha sahip olduğunu ileride başkalarının da sahip olabileceğini, nükleer silahların sadece siyasi hedeflere ulaşmak için bile gerektiğinde kullanılabileceğini hatta hiçbir kısıtlama olmadan yeniden kullanabileceği korkunç bir dünyada yaşadığımızı biliyoruz.
Notlar
[1] https://www.atomicheritage.org/key-documents/truman-statement-hiroshima