Site icon Özhan Öztürk Makaleleri

Antik Yunanistan Hakkında Özet Bilgi

Antik Yunanistan Hakkında özet bilgi

Batı medeniyetinin beşiği

Eski Yunanistan veya Antik Yunanistan[1] dediğimizde MÖ 12-9. Yüzyıllardaki Yunan Karanlık Çağından Antik çağın sonuna kadar Yunan tarihi dönemine ait medeniyeti kastediyoruz. Demokrasi, felsefe edebiyat, matematik, tarih, drama, heykel ve diğer sanatlar ile Olimpiyat oyunları gibi daha nicesiyle Batı kültürünün temel unsurlarının çoğu ilk olarak 2000 yıl önce antik Yunanistan’da ortaya çıkmış veya antik dünyanın daha eski ve köklü kültürlerinin bulunduğu Yakındoğu uygarlıklarından ödünledikten sonra kendi kültürleriyle sentezleyerek geliştirilmişti. Bu yüzden Antik Yunanistan Batı medeniyetinin beşiği olarak kabul edilmektedir.

Bugünün bilimsel yöntem süreci aşamaları ilk olarak Miletli Thales ve onu takip edenlerin çalışmasıyla tanıtılırken, fizik ve mühendislik çalışmalarına Siraküzalı Archimedes öncülük etmiş, atomik bir evren kavramı bile ilk olarak Yunanistan’da Demokritos ve Leucippus’un çalışmasıyla ortaya atılmıştır. Yunanistan’ı fetheden Romalılar Yunan fikirlerini imparatorlukları boyunca Avrupa’nın büyük bir kısmına yaymışlardı. Roma İmparatorluğu’nun yıkılmasından sonra, Yunan düşüncesi Orta Çağ boyunca Avrupa toplumunda önemini kaybetmişse de Rönesans döneminde pek çok kurum ve uygulamanın antik Yunan ve Roma kökenleri yeniden keşfedilmiştir. Yunan düşüncesinin öne çıkan unsuru, insanların her şeyin ölçüsü olduğu kavramı olup bu yüzden evrenin nasıl çalıştığını anlamak için felsefe, matematik ve bilime yönelmişlerdir. Günümüzde dünyada en yaygın kullanılan alfabe olan Latin alfabesi Fenike alfabesinden türetilen Yunan alfabesinin Etrüsklerce kullanılan Cumae versiyonunun Romalılarca benimsenmesiyle oluşturulmuştu.

İnsan formunun ve insan başarısının yüceltilmesi, antik Yunan sanatını, felsefesini, edebiyatını ve dininin özelliklerini belirlemiştir. Yunanlıların tanrıları bile hem görünüm hem de tavırlarıyla insanlara benziyordu, kusursuz değillerdi; insanlar gibi duyguları olan, insanlar gibi bencilce davranan, öfkelenen, âşık olan, kıskanan, nefret eden insan duygularına sahip varlıklar olarak tasvir edilmişlerdi. Yunanlıların bireye yaptığı vurgu da Batı Uygarlığında önemli bir köşe taşı olmuş, herkesi kapsamasa da demokratik hükümet kavramını deneyen ilk toplum da onlar olmuştur.

Knossos Sarayı, Girit

Minos ve Miken Uygarlıkları

Yunanistan’ın tarih öncesi, Paleolitik Dönem’e kadar gitmekte olup, MÖ 40.000’lerde özellikle Yunanistan’ın doğu kıyılarında insan yerleşim izlerine rastlanmıştır. Neolitik çağ insanlarının Yunanistan’a ve Kyklad Adaları’na Anadolu’dan geldiği sanılmakta olup, Kyklad Adaları’ndaki[2] en eski yerleşim MÖ 6-5. binyıla tarihlenmektedir.

Minos Uygarlığı

MÖ 3000’de başlayan Bronz Çağı Girit’te ‘Minos’, adalarda ‘Kyklad’, Yunanistan’da “Hellas” olarak adlandırılmaktadır. Yunanistan’da bu dönem yaşadığı bilinen Minos ve Miken (Akha) uygarlıkları olup bunlar hakkında günümüze ulaşabilen yazılı ve arkeolojik kanıtların miktarı pek azdır. MÖ 2100’lerde Minosların Yunan anakarasının güneyinde yer alan Girit adasını işgal ettiği bilinmekte adanın kuzey kıyısındaki Knossos[3] olmak üzere Zakro, Mallia ve Phaistos şehirlerinde büyük saraylar kurmuşlardır. Girit’in efsanevi hükümdarı Kral Minos’un[4] liderlik ettiği Minosların zengin ve sofistike bir kültür geliştiren deniz tüccarları olduğu düşünülmektedir. MÖ 1900’den itibaren piktografik yazı ve iki yüzyıl sonra geliştirilen, hecesel Linear-A yazısı örneklerine Girit saraylarında rastlananmış olup bunlar muhtemelen Mısır’daki hiyeroglif yazıdan esinlenerek oluşturulmuştur. Girit’e M.Ö. 1370’lerde egemen olan Mikenler Linear-A’dan[5] esinlenerek, Linear-B[6] denilen ilk Yunanca yazıyı ortaya çıkarmışlardır.

Miken Uygarlığı

Mikenler ise Ortadoğu üzerinden Yunanistan’a göç eden Hint-Avrupalı bir halk olup o dönem Yunanistan’da yaşayan Karlar, Lelegler, Pelasglar gibi yerli halklar ile karışmışlardır. Minos ve Mikenler, birbirleriyle karşılaşana dek uygarlıklarını geliştirmişse de gizemli bir şekilde kaybolan Minos uygarlığı muhtemelen Mikenlerce yok edilmiştir. Homeros’un İlyada ve Odysseia destanlarında bahsi geçen Akhalarla özdeşleştirilen Mikenler döneminde Yunanistan’da, ilk sütunlu galerilere sahip megaron denen yapılar ortaya çıkmıştır. Atina’nın 90 km güneybatısında, kuzeybatı Mora’da bulunan Miken şehrinin yanı sıra, yakınlarındaki Tirins, Argos, Peloponnes’in güneybatısında Pylos, kuzeydeki Boiotia’da Orchomenos ve Tebes kentlerini kurmuşlardır. Yunanistan’ın dağlık yapısından dolayı siyaseten parçalı bir yönetime sahip olan Mikenler’de etrafı kykladik denilen surlarla çevrili her şehir bir tepe üstüne kurulan akropolisteki saraylarında yaşayan vanaks ya da vasileus denen bir kral ile ona bağlı elit bir bürokrasi sınıfı tarafından yönetilmekteydi.

Mikenler MÖ. 1500’den sonra tholos adıyla bilinen taşların birbirine sıkıca kenetlendiği arı kovanına benzeyen ve çatısı kubbe formunda mezarlar yapmışlardır. Mikenler, Hitit Devleti’nin de Asur ve Kaşkalarla yaptığı savaşlarda zayıf düşünce ticaret yollarının güvenliğini sağlayamayınca Karadeniz’e açılan boğazlara hâkim bir konumda bulunan Troya şehrini ele geçirerek Karadeniz ticaret yollarını doğrudan kontrol etmek istemişlerdir ki İlyada Destanı bu savaşı konu almaktadır. Bununla birlikte Önasya’da Deniz Kavimleri Göçü siyasi yapıyı bozarken MÖ 1200 yılına gelindiğinde ise bu sefer Miken uygarlığı yine Hint–Avrupa kökenli olan Yunanistan’ın kuzeyindeki Epir Bölgesi’nden gelen Dorlar tarafından yok edilmiştir. Hakkında pek bir şey bilinmediğinden Yunan tarihinde Karanlık Çağ olarak dönem adlandırılan MÖ 1150’den 800 arasında ekonomik faaliyetler dururken, edebi kültür de ortadan kaybolmuştur. Bununla birlikte sonrasında Ege Havzasına yerleşen İyon, Aiol ve Dor kavimleri zamanla kaynaşarak siyaset ve felsefeden sanat, tıp ve bilime kadar sonraki 2,500 yıl boyunca insanlık tarihini şekillendiren düşünceler üretecek çok gelişmiş bir medeniyet olan antik Yunanlılar (Hellen) ortaya çıkmıştır.

Koloniler

Arkaik Dönemde (MÖ 8. Yüzyıl-MÖ 499) polis denen şehir devletleri gelişimini tamamlamıştır. Karanlık Dönem’in sonlarına doğru Yunanistan’da nüfus artarak, topraklar insanlara yetmemeye başlayınca Yunanlılar MÖ 750’lerden itibaren, Akdeniz çevresinde bulunan verimli topraklarda koloniler kurmaya başlamışlardır. Korint, Megara, Phokis, Khalkis ve Kyklad adalarından Marmara, Trakya, İtalya, Sicilya, Kuzey Afrika, İspanya ve Karadeniz kıyılarında çok sayıda koloni kurmuşlardır. Batı Anadolu yer alan Miletos ve Foça şehirleri ise MÖ 7. yüzyılda bölgeye egemen olan Lidya Devleti’nin ekonomik faaliyetlerini engellemesi yüzünden Karadeniz’in güney kıyılarında, en önemlileri Sinope (Sinop), Kerasus (Giresun), Trapezus (Trabzon), Kotyora (Ordu) gibi koloniler kurmuştur.  Kolonizasyon Dönemi (MÖ 750-550) sırasında Yunanlar pek çok kavimle siyasi, kültürel ve ekonomik olarak ilişkiye girmiş, siyasi, sosyal ve kültürel yapılarını inceleyip, yazıya dökmüşlerdir.

Ayrıca Oku

Magna Grecia, Magna Graecia : İtalya’da Yunan kolonileri

Karadeniz’de Yunan kolonilerinde yeraltı evleri, tarım ve ticaret

Yunanlılar Antik Çağ’da Karadeniz’e nasıl yerleşti?

Yunanlılar Antik Çağ’da Karadeniz’e yerleşmeye neden ve nasıl geldi?

Karadeniz kentlerinin Egeli anası: Miletus veya Milet

Askeri gelişmeler

Bu dönemde Yunan orta sınıfı zırh ve silah alacak maddi düzeye ulaştığından dory denen uzun mızraklarla ve xiphos denen iki tarafı keskin düz demir kılıçlarla silahlanan, kalın deri üzerine tunç plakalarla desteklenen zırhlar, metal dizlikler, sorguçlu metal miğferler ve 15 kilo ağırlığa kadar ulaşan hoplon adlı kalkanları taşıyan hoplites adlı bir askeri sınıf ortaya çıkmıştır. MÖ 650’de evrimini tamamlayan hoplitlerden oluşan birliklerde falanks olarak adlandırılmıştır. Arkaik Dönem’de gelişen orta sınıfın aristokrasinin gücünü yenmesini ve yönetime katılmasını sağlayan hoplitler karaya egemen olurken Yunanlılar denizlere trireme adı verilen kürekli yelkenliler ile egemen olmuşlardır.

Yunanistan’da arkaik dönem (MÖ 750 – MÖ 480)” haritası

Atina ve Sparta Şehir Devletleri

Sayısız dağınık ada, derin liman ve küçük nehirlerden oluşan Yunanistan coğrafyası Yunan toplumunun gelişimi ve Yunan medeniyetlerin şekillenmesinde kritik bir rol oynamıştır. Suya kolay erişilebilen dağlık arazi MÖ 750 civarında birbirinden bağımsız polis[7] adı verilen şehir devletlerinin gelişmesine yol açmıştır. Polis kelimesi bir yandan başka devletlerle ilişkileri olan egemen bir devleti ve mekânsal olarak idari ve dini şehir merkezini diğer yandan sosyal anlamda belli hakları olan vatandaşlardan oluşan topluluğu da ifade etmekteydi. Bir akropolis veya liman üzerine inşa edilen polis, tahkim edilmiş bir şehir merkezi asti[8] ile onu çevreleyen araziden (khôra[9]) oluşmaktaydı. Atina (MÖ 1796-86), Sparta (900’ler- MÖ 146), Korint (MÖ 700- MÖ 146), Thebes (? – MÖ 146), Eretria (? – MÖ 146), Chalcis (? – MÖ 146), Syracuse (MÖ 734-212), Massalia (MÖ 600-49) gibi pek çok şehir devleti arasında birbirleriyle büyük ölçüde tezat oluşturan iki şehir devleti Atina ve Sparta özellikle öne çıkmıştır.

Atina

Atinalılar, bilim, felsefe ve tarih gibi konuların sistematik olarak incelenmesini seven sanata, mimariye ve edebiyata büyük önem veren iktidarın paylaşıldığı demokratik bir hükümet biçimini destekleyen entelektüel insanlardı. Atinalıların estetik anlayışlarını somutlaştırdıkları binlerce heykel ve tapınak bugün “klasik” olarak adlandırılarak, onların öncü olduğu kalıcı sanat ve mimarlık tarzlarını tanımlamak için kullanılmaktadır.

Sparta

MÖ 10. yüzyılda Dorlar tarafından Peloponnisos’un[10] güneydoğusundaki verimli Parnonas Dağı eteklerindeki Sparta şehri, yarı tanrı Herakles’in soyundan

Peloponez Savaşı (MÖ 431-404. Turuncu: Atina İmparatorluğu ve Müttefikler; Yeşil: Spartan Konfederasyonu

geldiklerine inanılan iki kral ve Eferos adı verilen 5 kişilik yaşlılar meclisi dışında Gerusia ve Apella meclislerine üye gönderen küçük bir oligarşi grubu tarafından yönetilen militarist bir toplum modeli geliştirdiğinden yaşam tarzı kuzeydeki Atina’dakinden çok farklıydı. MÖ 8. yüzyılın sonlarında Peloponnes’in ortasında bulunan Taygetos Dağlarının eteklerindeki Messenia’yı fethetmiş ve halkını köleleştirmişlerdir. Bu yüzden Sparta toplumu vatandaşlık haklarına sahip Spartalıların dışında bunlara direnmeyip egemenliklerini kabul eden kısmen özgür perioklar ve zorla köleleştirilen helotlardan oluşmaktaydı. Şiddetli ve kanlı bir köle isyanı Sparta’nın efsanevî kanun koyucusu Lycurgus’un, şehrin vatandaşlarını potansiyel düşmanlar ve isyankâr kölelerle savaşmaları için asker olarak eğitime zorlayan Likurgos Yasaları adıyla bilinen sert yasalar hazırlamasına sebep olmuştu. Yunanistan’daki tüm şehir devletlerinden daha katı bir yaşam tarzı süren bu yönetim tarzında vatandaşların önceliği askeri bir devlet geliştirmek olduğundan sanat ya da edebiyat için çok az zamanları olmuştur. Spartalılar yeni doğan bebeklerini yaşam gücünü test etmek bir gece boyunca dağda bırakmakta, 7 yaşına gelen çocuklar ailelerinden alınarak askeri eğitim verilmekte, syssition adıyla sürekli üniforma giyen erkekler evlendikten sonra bile 30 yaşına kadar kışlada yaşamakta ve 60 yaşına kadar orduda hizmet etmeye hazır olmaları beklenmekteydi.

Savaş

Atina ve Sparta arasındaki farklar sonunda iki şehir devleti arasında savaşa yol açmış, MÖ 431’de Sparta ordusu Attika’ya yürümüştür. Mora Yarımadası ve Makedonya’daki devletler Sparta’yı, Tesalya ve tüm Batı Anadolu’daki devletler de Atinayı desteklemiştir. Persler de Sparta’ya donanması için parasal destek vermiş, karşılığında Ionia üzerinde hak iddia etmişlerdir. Peloponnisos Savaşı (MÖ 431-404) adı verilen savaşta Sparta ve Atina, müttefikleriyle birlikte onlarca yıl boyunca savaştılarsa da hiçbir şehir devleti diğerlerini ele geçirecek kadar güçlü olmadığından yarımadaya kıtlık, veba, ölüm ve talihsizlik getirmiştir. MÖ 430 yılındaki veba salgını, surların arkasına çekilmiş olan Atina nüfusunun dörtte birini yok etmiş, MÖ 405 Aegospotami Savaşı’nın kaybedilmesi ile yiyecek ikmali duran Atina açlıkla yüz yüze gelince MÖ 404’de teslim olmak zorunda kalmıştır. Antik Yunanistan’ın altın çağının da sonu olan Atina’nın teslimiyetine rağmen, Atina’nın savunduğu değerler bölgeye yayılmış, bu iktidar mücadelesi Pers İmparatorluğu’na yaramıştır.

Atina Demokrasisi

Atina demokrasisi veya Klasik demokrasi, diğer Antik Yunan şehir devletlerinde uygulanmış olan demokrasi çeşidi olup, Atina yönetimi, antik çağın bilinen ilk ve en önemli demokrasisiydi. Atina’da yaşayan herkes vatandaş olmayıp, sadece özgür ve yetişkin erkekler vatandaşlık haklarından ve sorumluluklarından yararlanıyorlardı ki bu da şehir nüfusunun yaklaşık %20’sine denk gelmekteydi. Kadınlar, köleler ve yabancılar vatandaş olmadıkları için seçme ve seçilme hakkında sahip değildi. Sözün özü doğrudan demokrasi herkesin devlet yönetimine katılma hakkı olduğu anlamına gelmemekteydi sadece Atina’lı özgür erkekler için vardı. Buna rağmen demokratik hükümet fikri eski Yunanlıların uygarlığa en önemli katkılarından birisi kabul edilmektedir.

Solon Anyasası

MÖ 7. yüzyılın sonlarına doğru Atina kökenleri krallık düzenine dayanan ve aristokratlardan seçilen 9 arhon tarafından üyeleri aristokratlardan oluşan Aeropag Meclisi ve yurttaşların katıldığı Eklesia Meclisi’nin de yardımıyla yönetilmekteydi. Halkın aristokrat sınıfa karşı tepkisi baş edilemeyecek düzeye gelindiğinde MÖ 622-621’de arhon Dracon, halkın muhalefetini şiddetle ezmeye yönelik Dracon Kanunları adıyla bilinen sert yasaları çıkarmıştır. Bir sebze çalanın bile öldürüldüğü yeni yasalar aristokratların haklarını koruyucu hükümleri yüzünden toplumsal düzeni sağlamak yerine iyice bozunca MÖ 594 yılında tam tersini yapması için bir başka arhon olan Solon’un kapısı çalınmıştır. MÖ 640-560’ta yaşadığı tahmin edilen Atinalı devlet adamı ve şair Solon Antik Yunan Uygarlığı’nın Yedi Bilgesinden[11] biri kabul edilmekte olup, yaptığı reformlarla Atina demokrasisinin temelini attığı kabul edilmektedir. MÖ 612’de Attika’ya yerleşen Solon, kentte büyük karışıklıklara yol açan tarım krizi sebebiyle yönetimde görev aldığında kendi adıyla anılan ve Antik Yunan döneminin en eski anayasası olan Solon Anayasası’nı hazırlamıştır. Solon bu yasalarla borçlunun, borçlu olduğu kişiye ödeme yapmadığı zaman onun kölesi olmasını öngören yasayı kaldırmış, ağırlık ve diğer ölçüleri standart hale getirtmiş, asillerin yönetimdeki etkisini azaltmak için vatandaşlığı maddi varlığa bağlı dört sınıf olarak belirlemiş, ölülerin arkasından her yerde, dirilerin hakkında ise tapınak, mahkeme, agora ve şenliklerde kötü konuşulmasını yasaklamış, yaptığı diğer reformlarla ticaret ve sanayinin gelişmesini kolaylaştırmıştır. Var olan iki meclisten ayrı olarak Dörtyüzler Meclisi’ni kurmuş böylece yoksul vatandaşlar da mecliste oturma ve oy kullanma hakkını elde etmişlerdir. Bununla birlikte zenginlikten ve soyluluktan doğan sınıf farkını kaldıran MÖ 501’de Atinalı soylu Cleisthenes olmuş, üyeleri genel vatandaş nüfusundan rastgele seçilen bir yasama organı oluşturmuştur.

Atina vatandaşları bir toplantı yapılırken şehir devletinin ortasında, hükümet binalarının yanı sıra bir pazar yerini de içeren geniş ve açık bir alan olan agorada toplanırdı. Vatandaşlar agorada meclis toplantısından buluşur ve gündemdeki meseleleri tartışır, ardından toplantı sırasında görüşlerini özgürce ifade edip, oy kullanırdı. Meclis toplantılarına her vatandaş katılmak zorunda olup aksi halde para cezası ödemek zorunda kalabilir ve üzerleri kırmızı boya ile işaretlenerek topluma teşhir edilebilirlerdi. Mahkemeler de genellikle agorada yapılmakta olup, Atinalılar jürilerinin genel nüfusu yansıtmasını istediğinden davaya katılan jüriler oldukça kalabalıktı. Her vatandaşın kendi savunmasını yapması beklendiğinden avukat yoktu. Atina gibi küçük bir şehir devletinde saf bir demokrasi mümkün olmakla birlikte zamanla devletler büyüdükçe, halkın karar vermesi için temsilcilerin seçilmesi fikri daha pratik hale gelecektir.

Yunan Mitolojisi: Tanrılar ve tanrıçalar

Yunan Dini ve Mitolojisi

Klasik Çağ’da Miken, Dor ve doğu kökenli söylence, mit ve dinsel anlatıları birleştiren gezgin ozanlar şehir şehir dolaşarak manzum üslupta sözlü olarak insanlara aktarmışlardır. Böylece babaerkil nitelikte Yunan Panteonu ve dini oluşmaya başlamıştır. Yunanlıların çok tanrılı dinlerine göre Yunan tanrı ve tanrıçaları, Yunanistan’ın en yüksek dağı olan Olympus Dağı’nın tepesinde yaşıyordu. Yunan efsanelerinde bu tanrıların hayatlarını ve eylemlerini anlatılmaktaysa da özellikle mitler bilinmeyeni açıklamak ve çoğunlukla ders vermek için kullanılmıştı. (Yunan Mitolojisi ile Yunan tanrı, tanrıça ve diğer ölümsüz varlıkları hakkında bilgi için tıklayın!). Homeros’un eserlerinde Yunan tanrılarının insanlara karşı nasıl davrandığı ve onlarla nasıl etkileşime girdiğiyle ilgili birçok hikâye bulunmaktadır. Homeros, Truva Savaşı‘nın konu alan İlyada ve Odysseus adlı kahramanının Odysseus’un Truva Savaşı’ndan sonraki 20 yıllık yolculuğunun anlatıldığı Odysseia adlı iki destansı şiir yaratmıştır. Yunanlılar, tanrılarını insanların görümünde yaratmışlardı yani Yunan tanrıları, tanrı olmalarına rağmen birçok insan niteliğine sahipti: kendi aralarında savaşıyor, mantıksız ve haksız davranıyor ve genellikle birbirlerini kıskanıyorlardı. Yunan mitolojisindeki tanrılar, kahramanlar ve insanlar kusurluydu.

Yunan Tanrıları ve Özellikleri

Zeus Tanrıların Kralı olup babası Chronos’u öldürdü. Aynı zamanda gök gürültüsü tanrısıdır.

Hera Zeus’un karısı olup, bereket tanrıçasıdır.

Poseidon Deniz tanrısı.

Hades Yeraltı tanrısı.

Hestia Az bilinen bir tanrıça, Zeus’un kız kardeşi ve ocağın tanrıçasıdır.

Chronos Titanların lideri ve Olimpos tanrılarının babası Chronos, kendisini öldüren Zeus hariç tüm çocuklarını yemişti.

Demeter Hasat tanrıçası ve Persephone’un annesi.

Apollo Güneş, müzik ve sanat tanrısı

Artemis Av tanrıçası, Ay ve doğum. Apollo’nun kız kardeşi.

Afrodit Romalılar tarafından Cupid olarak bilinen aşk tanrıçası ve Eros’un annesi.

Ares Savaş tanrısı

Athena Zeus’un kafasından çıkan bilgelik tanrıçasıdır. Atina şehri onun adını almıştır.

Haephestos Demircilik tanrısı. Zeus tarafından Olympus Dağı’nın tepesinden atıldığı için topaldır. Afrodit’in kocası.

Hermes Haberci tanrı olup, kanatlı miğfer ve kanatlı sandalet giyiyor.

Persephone Demeter’in kızı Persephone, Hades tarafından gelini olması için kaçırıldı. Üç nar çekirdeği yediğinden, yılın üç ayını Hades’te geçirmek zorunda kalır. Bu zaman dilimi kış olarak bilinir.

Dionysos Şarap ve şenlik tanrısı. Dionysos, Yunan dünyasında muazzam bir takibe sahipti.

Eros Aşk tanrısı. Genellikle küçük bir çocuk olarak tasvir edilen Eros, insanların âşık olmasını sağlardı.

Efsaneler

Mitler, dünyanın ve olayların sebebinin açıklanmasına yardım ediyordu. Bir efsaneye göre Zeus, Pandora adında inanılmaz güzel ve neredeyse mükemmel bir kadın yaratmıştı. Kadının tek kusuru, meraklı ve şüpheci olmasıydı. Zeus’un habercisi Hermes, Pandora’ya altın bir kutu vermiş ve asla açmaması için uyarmıştı çünkü eğer kutuyu açarsa korkunç şeyler olacaktı. Ancak Pandora merakına gem vuramadı ve sonunda kutuyu açtı. Kutu açıldığında insanlığa saldıran tüm kötülükler kıtlık, açgözlülük, acı, üzüntü yeryüzüne yayıldı. Bu efsane insan talihsizliğinin kökenini açıklamaktadır. Aynı zamanda, merakın tehlikelerini uyararak ahlaki bir ders vermektedir.

Eski Yunanlılar tanrılarla ilgili efsanelere ek olarak kahramanlar hakkında da hikayeler anlatmışlardır. En ünlü Yunan kahramanlarından biri, dünyanın en güçlü adamı Heracles (Hercules veya Herkül) olup, ölümlül bir kadının ve Zeus’un gayri meşru oğluydu. Zeus’un kıskanç karısı Hera, Heracles’i kandırarak kahramanın tüm ailesinin tehlikeli yaratıklar olduğuna inanmasını ve ailesini öldürmesini sağlamıştı. Herakles, korkunç eylemlerinin affedilmesi için 12 görev yapmayı kabul etmiştir ki bu görevlerin her birisi ayrı bir hikâyeye konu olmuştur.

Yunan Edebiyatı

Odysseus’un gemisine Kykloplar kaya fırlatırken, Odysseia Destanı

Dramalar genellikle günün önemli meselelerini ele alan ve deneyimli tiyatro severlere zor sorular sunan edebi eserlerdi. Dramaların izlenmesi vatandaşların edinmesi gereken kıymetli bir tecrübe olarak görüldüğünden bazen bilet masrafları bizzat yönetim tarafından karşılanıyordu. Homeros’un manzum destanları İlyada ve Odysseia kuşaktan kuşağa ağızdan ağıza aktarılan daha eski dönemin hikayelerini içermekteydi. Bir başka şair Hesiod, MÖ 700 civarında tanrıların şeceresini ele aldığı Theogony’i yazmıştı. Hesiod döneminde Lirik şairler olarak bilinip büyüyen bir yazar grubu daha vardı ki bunların en ünlüsü Sappho’ydu. Hayatının çoğunu evlenmemiş genç kadınlar için kurduğu okulunu yönettiği Lesbos (Midilli) adasında geçiren Sappho bir öğretmen ve şair olarak büyük bir üne kavuşmuş, hemcinsleri için yazdığı aşk şiirleri günümüze ulaşmıştır. MÖ 461-429 arasında adını Atinalı lider Perikles’ten alan dönemde sanat ve edebiyat gelişirken, Atina ve diğer şehirlerde çok sayıda açık hava tiyatrosu inşa edilmiştir ki Sicilya’daki Taormina şehrinde kayalık bir tepenin üzerine inşa edilen tiyatro bunlardan birisidir. Yunanlılar çok sayıda tiyatro festivali düzenlemiş olup, Atina’daki ilk büyük tiyatro festivali, üzüm ve şarap tanrısı Dionysos’un onuruna yapılmıştı. Arka planda anlatıcı olarak hizmet veren birileri konuşurken sahneye çıkan aktörler farklı maskeler giyerek birkaç rolü birden oynayabilirlerdi.

Trajedi, güçlü bir merkezi karakterin veya kahramanın sonunda başarısız olduğu ve tanrılar tarafından cezalandırıldığı bir drama şekliydi ki Yunan yazarların özellikle üçü de trajediler konusunda uzmanlaşmıştı. Aeschylus (MÖ 525-456), Atina’da çeşitli yarışmalar kazanan en başarılı oyun yazarıydı. Atinalı yazar Sophocles (MÖ 496-406), ünlü oyun Oedipus Rex’i (Kral Oedipus) yazmıştı. Electra ve Truva Kadınları’nın yazarı Euripides (MÖ.484-406) adlı üçüncü büyük yazar ise yazılarında tanrılardan çok insanlara odaklanmıştı. Yunanistan’daki en önemli komedi yazarı ise Kuşlar, Bulutlar, Kurbağalar ve Lysistrata’nın yazarı Aristophanes olup, alaycı tarzı ve siyasi esprilere yönetim hoşgörüyle karşılaşıyordu.

Parthenon Acropolis, Atina. Yunanistan

Sanat ve Mimari

Sanat eserleri onları yaratan toplumun aynasıdır. Yunanlılar arete yani ‘mükemmellik’ prensibine uygun olarak birbirinden güzel tapınak, heykel ve çanak çömlekler üretmişlerdi. Yunan sanatında genellikler tanrıları ve kahramanları onurlandıran temalar işlense de tanrılar insan görünümünde tasvir edilmekteydi. Akropolis, şehir devletinin tapınaklar ve saraylar için ayrılmış önemli bölümü olup kentin yakınındaki bir tepe üzerinde bulunmaktaydı. Yunanlılar akropolde dini törenler ve festivaller ile siyasi toplantılar düzenlemekteydi. Pericles, Atina akropolünde birkaç büyük tapınağın inşasını emretmişti ki bunların arasında, çoğu Yunan mimarisinin en güzel örneği kabul edilen Athena’ya adanan Parthenon adlı bir tapınak da vardı. Yunanistan’ı fetheden Türkler, Partenon’u mühimmat depolamak için kullanmış bu sırada yanlışlıkla meydana gelen patlama Parthenon’u çatısız ve harabe halinde bırakmıştır.

Ayrıca Okuyun: Parthenon tarihi hakkında yazım

Antik Yunan heykelleri genellikle taş, bronz ya da tahtadan yapılmış olup, çok azı günümüze kadar ulaşmıştır. Yunan heykellerinin çoğu tanrıları tasvir edenler dahil insan formundaydı ve neredeyse çoğu çıplaktı.  Kouros adı verilen erken dönem Yunan heykelleri dik ve hareketsiz duruyordu. Zamanla, Yunan heykelleri daha doğal, daha rahat bir pozlar vermiş, kalça yerinde oynarken, dizler ve kollar hafifçe büküldü ve kafa bir tarafa dönmüştür. MÖ 450-460 arasında Myron’un Discobolus’u Klasik Dönemin başlangıcında Yunanistan’da tamamlanmış bir heykel olup, genç bir Antik Yunan atlet figürü disk atarken tasvir edilmiş olup, hareket kazanan heykellerin en önemlilerindendir. En ünlü Yunan heykelleri arasında 1820 yılında Yunanistan’ın Milos Adası’nda bulunup MÖ 2. Yüzyıla tarihlenen ancak heykeltraşı bilinmeyen Milo Venüs’ü yer almaktadır ki günümüzde Paris’te Louvre Müzesi’nde sergilenmektedir. Birçok sanat tarihçisi Yunan güzellik idealini temsil ede Milo Venüs’ünü Çıplak kadın figürünü gerçek boyutlarda heykellere uygulayan ilk heykeltıraş Atinalı Praksiteles’ın (MÖ 395-330) yarattığına inanmaktadır. Antik Yunan sanatçı Leochares’in eseri olduğu düşünülen MÖ 4. yüzyıla tarihlenen orijinal bronz heykelin MS 1. veya 2. yüzyılda yapılmış Roma kopyası olan Versay Dianası avcılık tanrıçası Diana’yı (Yunan Artemis) yanında bir geyikle gösteren ünlü heykeldir.

Yunanlılar çok sayıda çömlek boyamışsa da bunların çok azı günümüze ulaşmıştır. Yunan çömleklerinde İki ana stil siyah bir arka plana karşı kırmızı figür ile kırmızı bir arka plana karşı siyah figürlü çömleklerden oluşmaktadır. Çanak çömlek üzerindeki resimlerde genellikle tanrıların ve kahramanların trajik hikayelerini tasvir ediliyordu.

Atina Okulu (Scuola di Atene) adlı tabloda ortada Platon ve Aristoteles olmak üzere çeşitli Yunan filozofları atsvir edilmiştir. Resim: Raffaello Sanzio (1509-1511) Vatikan

Yunan Düşünürler

Yunanlılar matematik, tarih, sanat, edebiyat, drama ve felsefe gibi pek çok alanda bugün bile kullandığımız bilgilerin yaratıcısı olmuşlarsa da bugünün teknolojik imkanları ve eğitim kurumlarının olmadığı bir dönemde bilginin birikimi ve yayılması kolay olmuyordu. Bilgi dönem dönem unutulmuş ve toplumlar geriye gitmiştir. Yunan filozofların mirası sadece yarattıkları bilgi birikimi değildir onlar insanlara özgürce, akla uygun ve esnek biçimde düşünmesini öğretmeyi başarmışlardır.

Anadolu’nun Ege kıyısındaki önemli liman kenti Milet’te doğan Thales (MÖ 624 – MÖ 546) tanınan ilk büyük Yunan filozofuydu. Bir güneş tutulmasını tahmin edip, Lydia kralının geçmesi için Kızılırmak’ın yatağını değiştirerek ünlendikten sonra Milet Okulu’nu kurmuş dünyanın özü konusunda kafa yormuş ve her şeyin sudan yapıldığına kanaat getirmişti. Eski Yunan’ın Yedi Bilge’sinin ilki, felsefenin ve bilimin öncüsü olarak kabul edilmektedir. Elimize ulaşmış hiçbir metni olmamakla birlikte hakkındaki bilgiler Herodot, Diogenes Laertios, Aristoteles, Teophrastos gibi antik yazarlardan edinilmektedir.

Thales’in öğrencisi Anaksimandros (MÖ 610-546) ise hocasının görüşünü reddetmiş, bilinen ilk dünya haritasını yapmış ve günümüzde 2600 yıl önce dünyanın düz olmadığını fark ederek, dünyayı boşlukta asılı duran bir silindir olarak düşünmüştü. Yunancayı düz yazı olarak kullanan ilk kitabın yazarı olmakla birlikte diğer yazarların aktarımları dışında yazdıklarından günümüze ancak bir cümle ulaşmıştır. Astronominin kurucusu sayılan, kozmoloji üzerine sistematik felsefe görüşü geliştiren Anaksimandros felsefenin önemli kavramlarından Arkhe (‘ilk’) terimini de ilk kullanan filozof olmuştur.

Anaksimenes (MÖ 585-525) Batı dünyasının ilk filozofları kabul edilen diğer ikisini yukarıda andığım Milet’li üç düşünürün sonuncusudur. Anaksimandros gibi fizikçi ve doğabilimci olmasına karşın hocasının o dönem için sıra dışı olan görüşlerini reddederek dünyanın düz olduğu inancının sürmesine katkıda bulunmuştur. Bununla birlikte ayın ışığını güneşten aldığını söyleyerek ay tutulmasının doğru açıklamasını ilk yapan kişi olmuştur. Yer hareketlerinin nedeninin yeryüzünün kendisi olduğunu söyleyerek deprem kuramını geliştirmiş, doğa olaylarını dini yorumlar yapmadan bir doğa bilimcisi gibi açıklamıştır. Thales’in ‘su’ ana maddesinin yerini ‘hava’ (aer) ile değiştirmiştir. Ruh kavramını ortaya atmış ve havayı tanrı gücüyle dolu olarak tasvir etmiştir.

Yine Batı Anadolu’da (İyonya) bu sefer Efes’te yaşamış Sokrates öncesi Yunan filozof Heraklitos (MÖ 535- 475), nesnelerin kendisinden gelip, kendisine gittikleri ilk maddenin ateş olduğunu iddia etmiştir. Ona göre karşıtların savaşı, varoluşun zorunlu ve tek koşuluydu. “Her şey akar” ve “Aynı ırmağa iki kere girilmez” sözleriyle evrenin özünün değişim olduğunu, evrenin karşıtlıkların savaşının oluşturduğu bir uyum (harmonia) içinde olduğu bildirmiştir. Onun evrende durağanlığın olmadığını savunan geçicilik öğretisi ölümsüzlük ideali peşinde koşan insanların inanç ve görüşleriyle çatışmıştır.

Kendini filozof yani bilgeliğin dostu olarak adlandıran ilk kişi Sisamlı Pisagor‘un (MÖ 570- MÖ 495) öğretileri Magna Graecia dahil tüm Yunanistan’a yayılmış, Platon ve Aristoteles gibi kendinden sonraki düşünüleri etkilemiştir. Leibniz, Descartes ve Russell gibi matematikçi filozofların ilki olan Pisagor evrenin matematikle modellenebileceğine ve sayıların her şeyin temeli oluşturduğunu iddia etmiş, Müziğin matematiksel oranlara indirgenebileceğini ortaya koymuş ve diatonik skalayı keşfetmiş, (3,4,5) ve (5,12,13) özel üçgenlerini bulmuş, çarpım tablosunu ilk olarak o kullanmıştır. Görüşleri Platon’un idealar evreni fikrine temel teşkil eden Pisagor Mısır’ın Teb ve Memfis kentlerinde ve Babil’de bulunmuş, Taranto Körfezi’nin uç noktasındaki bir Dor şehir devlet’i olan Croton’da (Crotona) bir enstitü açarak kendi ezoterik ekolünü kurmuştur.

Yine bir İyonyalı Kolophonlu Ksenofanes (MÖ 570-480), geleneklere, sporcularının yüceltilmesine, kehanetlere ama özellikle insan formunda tasvir edilen çoktanrıcılık anlayışına karşı çıkmıştır. “Trakyalılar tanrı mavi gözlü ve sarışındır der, hâlbuki ineklerin atların ellerdi olsa da çizebilselerdi. O zaman atlar at gibi çizeceklerdi tanrılarını, inekler inek gibi” sözleriyle insanın tanrıları kendi suretinde tasviriyle dalga geçmiştir.

Ksenophanes’in öğrencisi olan Parmenides (MÖ 515- MÖ 460) evrende değişen hiçbir şey olmadığını, her şeyin bir, bozulmaz, başlangıçsız ve hatta zamansız olduğunu iddia etmekteydi Ona göre hiçbir şey yoktan var edilemez veya yok edilemezdi ve Herakleitos’un aksine değişimin evrenin doğasında değil, sadece görünürde olduğuna inanıyordu. Einstein’ı bile etkileyen filozofa göre şimdi kavramı sadece kişiye özel olup zaman bile değişim için kanıt olarak gösterilemezdi.

Sicilya’da bir Yunan kolonisi olan Agrigentumlu olan Empedokles (MÖ 494 – 434), kendinden önceki doğa düşünürlerinin temel öğe (arkhe) olarak belirlediği, su, ateş ve havaya, toprak öğesini de ekleyerek, hepsini bir arada kullanan ilk düşünür olmuştur. Ona göre bu dört temel öğe, sevgi ve nefret (iticilik) gücü ile birleşip ayrılmaktaydı. Duyularımızın bize gösterdiği değişimden yana olan filozof kendinden öncekilerin aksine siyasetle aktif olarak ilgileniyor ve demokrasiyi şiddetle savunuyordu ki sonu Etna Yanardağı’na atlayarak intihar etmek olmuştur.

Parmenides’in öğrencisi Elealı Zenon (MÖ 490 -430) hocasının görüşünü geliştirmişse de aslen paradokslarıyla özellikle Achilles ve Kaplumbağa paradoksu ile Dikotomi paradoksları ile ünlenmiştir.

Leukippos’un öğrencisi Demokritos (MÖ 460-370) Sokrates’den sonra ölmüş olmasına rağmen, “Sokrates öncesi doğa filozofları”ndan sayılmaktadır. Parmenides’in tekçilik ve Empedokles’in çokçuluk görüşleri arasında aracılık etmek isterken, “Madde nedir?” sorusuna neredeyse bugünkü anlayışa yakın bir cevap vererek “Atom veya bölünmeyen öz” teorisi ile ünlenmiştir.

Sofistlerin en önemli ve kurucu filozoflarından Protagoras (MÖ 481 –420) doğa felsefesine ilgi göstermediği gibi karşı önermeler geliştirmiş, objektif anlamda geçerli bir bilginin olmadığı, genel geçer bir doğrunun olamayacağını söyleyerek sofist felsefenin genel düşüncesini oluşturmuştur. Sofistler felsefenin odağını evrenin doğasından yavaş yavaş insan doğasına çevirmeye çalışmışlardır.

Atinalı Sokrates (MÖ 469- MÖ 399) ahlak felsefesinin kurucusu kabul edilmekte olup, Yunan toplumunun temellerini ve geleneklerini sorgulayan öğretileri yüzünden yargılanıp ölüme mahkûm edilmiştir. Platon’un Sokrates’in Savunması adlı eserinden öğrendiğimize göre şehrin tanrılarına inanmamak onların yerine başka tanrılar koymak ve böylece Atinalı gençleri zehirlemekle suçlanan 70 yaşındaki filozof, yüzlerce kişilik bir jüri tarafından suçlu bulunmuştu. Hayatı boyunca Atina hükümetinden Yunan dinine ve tanrılara kadar her şeyi sorgulayan Sokrates’in nihai hedefi, akıl ve bilgi yoluyla ulaşılabileceğine inandığı gerçeği bulmaktı. Bir öğretmen olmasına karşın sınıfı, kitabı ya da okulu olmayan Sokrates halka açık bir şekilde ders verir, Sokratik yöntem olarak bilinen sorgulama yoluyla öğretirdi.

Sokrates’in öğrencisi Platon veya Eflatun (MÖ 428-348) felsefe ve bilim tarihindeki pek çok tartışmanın temellerini atmış, sadece bilimleri değil Hristiyanlık ve İslam gibi pek çok dini de derinden etkilemiştir. Sokrates’in aksine, Platon fikirlerini yazmayı seçmiş, ideal devlet vizyonunu ana hatlarıyla ortaya koyduğu ‘Devlet’ adlı ünlü eserini yazmıştır. Platon devlet adlı kitabında demokrasiyi savunmuyordu. Atina halkının öğretmeni ve akıl hocası Sokrates’i düşünceleri yüzünden öldürmesinden çok etkilenmişti. Platon, eğitimsiz kişilerin herkes için önemli kararları verme hakkına sahip olmaması gerektiğine inanıyordu. Platon, her sınıfın yeteneğine göre katkıda bulunduğu sınıflardan oluşan bir toplum tasarlamıştı. İdeal toplumunda çiftçiler cumhuriyet için yiyecek yetiştirdi, askerler cumhuriyeti savunur ve zeki,

Makedonya kralı Büyük İskender

eğitimli filozoflar cumhuriyeti yönetirdi. Platon Akademisi, Atina’da Platon tarafından kurulan bir felsefe okulu olup, Helenistik dönem boyunca, MÖ 83 yılında Philo’nun ölümünden sonra sona erene kadar şüpheci bir okul olarak kalmış, muhtemelen MÖ 86 yılında Roma diktatörü Sulla tarafından yıkılmıştır.

Platon’un bir öğrencisi Aristoteles ya da Aristo (MÖ 384 – 322), mantık, fizik, biyoloji, zooloji, astronomi, metafizik, etik, estetik, ruh, psikoloji, dilbilim, ekonomi siyaset, retorik gibi pek çok disiplinde çoğu o disiplinin kurucusu olan eserler vermiş, eserleri 16. ve 17. yüzyılda modern bilim gelişene kadar Avrupa ve İslam coğrafyasındaki bilimsel faaliyeti oluşturmuştur. Çalışmalarında özellikle gözlemin ve veri toplamanın önemini vurgulamıştır. Aristoteles pek çok alanda önemli keşiflerde bulunmasına rağmen, göksel cisimlerin hareketine ilişkin açıklaması yanlıştı. Aristoteles, Dünya’nın evrenin merkezi olduğuna ve tüm göksel cisimlerin Dünya’nın etrafında döndüğüne inanıyordu. Bu düşünce gözlemsel bakış açısından mantıklı olsa da Aristoteles’in gözleme güvenmesi onu dünya kendi ekseni üzerinde döndüğü gerçeğinden saptırmıştı.

Büyük İskender

MÖ 336-323 yılları arasındaki Makedonya kralı olan Büyük İskender, İskender veya III. Aleksandros 13 yıl gibi kısa yıl içinde modern teknoloji ve silahların

Büyük İskender’in İmparatorluğu (Brecht, Wikipedia)

kullanılmadığı bir dönemde tüm antik dünyanın en büyük imparatorluğunu kurmayı başarmıştı. İskender’in başarılarının çoğu babası Makedon Philip’in eseri olup, Yunan şehir devletlerinin kuzeyinde yer alan Makedonya’ya hükmeden Makedon Kralı Philip Yunan şehir devletlerinin yıllarca süren savaşları ve bölünmelerinden faydalanarak MÖ 338’de hepsini işgal etmişti. Philip, şehir devletleri arasında yıllarca süren savaşların gerçekleştiremediğini başararak Yunanistan’ı birleştirmişti. Philip’in bir sonraki hedefi Yunanistan’ın doğuya olan düşmanı olan Persler’i yenmekti ancak bir suikaste kurban gidince bu arzusunu gerçekleştirememiştir. Bununla birlikte 20 yaşındaki oğlu İskender, MÖ 336’da tahta geçtiğinde, babasının planlarını tamamlama sözü vermiş, MÖ 334’te sınırları Küçük Asya’ya Ege Denizi’ne dek ulaşan Pers devletinin topraklarını işgal etmiştir. 3 yıl süren 3 savaştan sonra İskender, Dicle Nehri’ndeki Pers ordularını parçaladı ve efsanevi Babil şehri de dahil olmak üzere güçlü Pers İmparatorluğu’nu fethetmiştir. 25 yaşında geniş bir imparatorluğa hükmeden İskender’in fetih hırsı son bulmamış, Perslerle savaşırken Mısır’ı fethetti ve Nil Nehri’nin ağzında İskenderiye adını verdiği bir şehir kurmuştu. MÖ 326’da Hindistan ve İndus Nehri’ne ulaşana kadar daha doğuya doğru ilerleyerek seferlerine devam ettiyse de bitkin birlikleri bu noktadan sonra daha fazla savaşmayı reddetmişti. Ordusunun desteği olmadan daha da ilerleyemeyen İskender geri dönüp uzaktaki imparatorluğunu yeniden organize etmeye başlamaktan başka seçeneği yoktu açan eve dönerken MÖ 323’te hastalıktan ölmüştür. (Mitolojide Büyük İskender yazım için tıklayın)

İskender’in saltanatı, Yunan kültürünün diğer insanlar üzerindeki güçlü etkisi nedeniyle Helenistik Çağ olarak bilinen yeni bir dönemin başlangıcı olmuştur. Onun dışında Yunan fikirleri ve kültürü Yunanistan dışına çıkmış, Helenizm olarak da bilinen Yunan kültürünü geniş bir coğrafyaya yayılmış olan imparatorluğuna yayılmıştır.

Olimpiyat oyunları

Eski Yunanlılar her türlü rekabeti sevmekte olup, her yıl, Yunanistan’ın çeşitli şehir devletleri ı tanrıları onurlandırmak için düzenlenen festivallere yarışmaları için sporcularını gönderirdi. Bu oyunların en önemli ve prestijlisi Zeus’u onurlandırmak için Olympia’da dört yılda bir yaz aylarında yapılan oyunlardı. En erken kaydedilen Olimpiyatlar MÖ 776’da gerçekleşmişse de daha öncesinden gelen bir gelenek olması da muhtemeldir. Yunanistan’ı fetheden Romalılar yasakladığı için son antik Olimpiyat oyunları MS 394’te yapılmıştır. Modern Olimpiyat oyunları ise 1896’da başlatılmıştır. Başlangıçta Olimpiyat oyunlarına katılanların hepsi erkek idi ancak sonraları Zeus’un karısı tanrıça Hera’yı onurlandırmak için de oyunlar düzenlendiğinde yarışmalara evli olmayan kadınlar katılması mümkün olmuştu. Yarışmacılar birçok farklı etkinlikte yarışabilirlerdi. Sporcular tamamen çıplak olup, üzerlerini tıpkı Kırkpınar güreşçilerinin yaptığı gibi tamamen yağlayarak yarışmaktaydılar. Koşucular 92 metre (stadyumun uzunluğu), 384 metre ve 1.344 ile 4.608 metre arasında koşarak yarışıyor, her atıcı müsabaka için aynı bakır diski atıyor, ağırlıklarına göre ayrılarak güreşiyor, ellerini deri hatta metale sararak boks yapıyordu. Bununla birlikte oyunların en prestijli yarışması cirit, uzun atlama, güreş, koşu ve disk atma gibi beş farklı olayın birleşimi olan pentatlondu.  Olimpiyatlarda kazananlara zeytin yapraklarından yapılmış çelenkler takılmaktaydı ki zamanla bronz tripod veya zeytinyağı gibi daha fazla ödül eklenmiştir. Ancak kazananlar esas ödüllerini memleketlerine döndüklerinde kendi halklarından almışlardır.

Notlar

[1] Yunanca Hellás (Ἑλλάς)

[2] Kiklad Adaları ya da Kikladlar, Yunanistan’da Güney Ege coğrafi bölgesine dahil bir ildir. Kiklad adını Yunanca,”etrafında” sözcüğünden alır.Çünkü bu adalar antik Yunan’ın kutsal adası “Delos”un etrafında, onu çevrelemektedir.

[3] Knossos Minos Uygarlığı’na başkentlik yapmış antik şehirdir. Girit’in kuzeyinde, Kandiye şehri yakınlarındadır. Knossos Sarayı, antik kentin en önemli yapısıdır. Antik kazı alanından çıkan objelerin birçoğu Kandiye Arkeoloji Müzesi’nde sergilenmektedir.

[4] Minos, Yunan mitolojisinde Zeus ile Europa’nın oğlu ve sertliği ile adalete saygısıyla ünlü Girit monarşisinin efsane kralıdır. Adından ötürü bu monarşiye Minoyen denmiştir. “Mutluluk” demek olan Minos adı, Firavun ya da Ceasar gibi, belki de sadece hanedan unvanıdır.

[5] Linear A yazısı, Bazı Kyklad Adaları ile Girit’te III. Orta Minos ila I. Geç Minos  evreleri (MÖ 2500-1500) arasında kullanılmış ve henüz çözülememiş, pişmiş toprak tabletlerle hece sistemine dayanan bir yazı türüdür. Bu yazının soldan sağa doğru yazıldığı sanılmaktadır.

[6] Yunanistan’da III. Myken A-B ve Girit’te II. Geç Minos ila III.Geç Minos c evreleri (MÖ 1400-1100) arasında kullanılmış toprak tabletlerde hece sistemine dayanan bir yazı türü. Bu yazı türü 1952 yılında Ventris tarafından çözülmüş ve Yunanca’nın erken bir şekli oldğu anlaşılmıştır.

[7] Yunanca πόλις.

[8] Yunanca ἄστυ

[9] Yunanca χώρα

[10] Mora Yarımadası

[11] Yedi Bilge ya da diğer adıyla Yunanistan’ın Yedi Bilgesi, Antik Yunan uygarlığının altın çağı olan MÖ 7. ve 6. yüzyıllara damgasını vurmuş yedi filozof, devlet adamı ve kanun koyucuya verilen isimdir. Bunlar: Miletli Thales, Lindoslu Cleobulos, Atinalı Solon, Spartalı Chilon, Prieneli Bias, Korinthli Periander ve Midillili Pittacus

Exit mobile version