Makale: Özhan Öztürk
Karadeniz Bölgesi kıyısında, İkiztepe tümülüsünde yapılan kazılarda[1] Kalkolitik Çağ yerleşimi izine rastlanılan tek bölge Bafra’dır. Hitit yazıtlarından Anitta’da Uhna adlı bir kral tarafından yönetildiği ve Nesa tarafından saldırıya uğradığına dair bahsi geçen Zalpa’nın Asur döneminde Kaşkaların yaşam alanı içerisinde bağımsız bir krallık olduğu sanılmaktadır. Zalpa[2], Asurlu tüccarların kuzeyde en son ulaştıkları nokta olup, Uhna adlı bir kral[3] tarafından yönetilmekte, sınırları içerisinde Asurlu tüccarlara ait Wabartum adlı bir de ticaret merkezi barındırmaktadır[4].
Bafra Arkeolojik Bulgular
Asur Ticaret Kolonileri çağı ve çivi yazılı Boğazköy metinlerinde bahsi geçen
Zalpa’nın yerinin Gaziantep civarında mı yoksa Kızılırmak’ın Karadeniz’e döküldüğü bölgede mi olduğu tartışma konusu olurken, Goetze, Zalpa/Zalpuwa ve Zalpah gibi 2 farklı formda yazılışı olan 2 farklı mevki olabileceğini ileri sürmüştür. 1970 yılında Boğazköy’de bulunan Kaniš Kraliçesi öyküsü[5] başta Forlanini[6] gibi pek çok yazarın Zalpa ile Bafra-İkiztepe’yi özdeşleştirmesine yol açmıştır. İkiztepe Kazılarını yürüten Bilgi[7], Zalpa
ile İkizitepe’yi özdeşleştirme teorisine temkinli yaklaşıp, Vezirköprü-Oymaağaç’ın da aday olabileceğini belirtmişse de Czichon[8] Oymağaç’ın bir başka Hitit kenti olan Nerik olduğunda ısrar etmiştir. Hitit kralı I. Hattušili, Amasya civarında olması muhtemel Šanahuitta’dan sonra Zalpa’ya sefer düzenleyerek MÖ 1650 civarında Anadolu’da merkezi otoriteyi sağlamayı başarmış, bundan sonra ertesi yıl Suriye üzerine yürümüştür. Zalpa ile
Hattuša arasındaki barış sürecinde Zalpa yaşlılar heyeti kralın babasına başvurarak oğlunu istemiş, kral oğlu Hakkarpili’yi Zalpa’ya gönderince oğlu kendisine karşı ayaklanmıştır. Sonrasında bir başka Hitit prensi Happi (I. Muršili) Zalpa’ya yönetici olarak gönderilmiş o da babasına karşı ayaklanmış ama yenilmiştir[9]. Kaşka topraklarında yer alan Zalpa ve civarı Hitit baskısına boyun eğmemiş, hatta Kaşkalar MÖ 1275’lerde Hitit İmparatorluğu’nun başkenti Hattuşa’yı yagmalayarak imparatorluğun yıkılmasını hızlandırmışlardır[10]. Bafra ilçesi sınırlarında ayrıca Gazelon adlı bir Antik Çağ yerleşimi daha bulunmaktadır[11].
Bafra Bizans ve Osmanlı Dönemi
Bafra adı yazılı kaynaklarda ilk olarak Anna Komnena’nın Alexiad’ında
Paurae[12] formuyla Haçlı seferine katılan bir grubun lideri St. Gillesli Raymond’un 1101’de kaçarak denize ulaştığı mevki olarak geçmekte dahası burada bir Bizans kalesi bulunduğu anlaşılmaktadır[13]. 1155’de Danişmendli Yağıbasan’ın “Paurae” ve “Oinaion”u yağmaladığı bilinmektedir[14]. Selçuklu-Türkmen mücadelesi sırasında bir süre daha Bizans yönetiminde kalan kent 1194 civarında Türkmenlerin eline geçmiştir. 1204 yılında David Komnenos tarafından Trabzon
İmparatorluğu topraklarına katılmasına karşın 1214 ve 1222’de tekrar el değiştirmiştir. Moğol işgali döneminde Pervane sülalesinden Mesut Bey’in yönetimine verilmiş, bu dönemlerde bölgeye bir Türkmen kolonizasyonu da gerçekleşmiştir. Buna karşın Pervane’nin torunu olan Mesud Bey’in yaptığı bazı yolsuzluklar yüzünden İlhanlılar Muciriddin Emirşah’ı Samsun’a yollamış, o da Mesud Bey’i Samsun ve Bafra’dan Sinop’a çekilmeye zorlamıştır[15]. 14. yüzyılda Bafra kimlikleri açık olmayan Müslüman
Beyler tarafından yönetilmiştir. 1396 yılında Yıldırım Bayezid 2 bin askeriyle bölgeye yürüdüğünde Bafra Beyi bölgenin diğer küçük beyleri gibi onun tarafına geçmiştir.[16] Candaroğlu İsfendiyar Bey 1411’de Candaroğullarının eline geçtiği sanılan Bafra’yı oğlu Hızır Bey’e vermiştir[17]. 1418-1420 civarında Osmanlı egemenliğine girdiği sanılan, 17. yüzyılda Evliya Çelebi’nin Canik toprağında bir subaşılık olduğunu bildirdiği[18], 19.
yüzyıla gelindiğinde önemli miktarda Rum ve Ermeni nüfusu barındıran Bafra, 1854 yılında kaza durumuna getirilmiştir. Samsun’un ticari potansiyelinin gelişmesine paralel olarak özellikle 17. yüzyıl başları ile 18. yüzyıl ortaları arasında Kapadokya’daki Türkçe konuşan Hristiyanların önemli bir bölümü Zincirdere Manastırı’nın önerisiyle Bafra bölgesine yerleştirilmiş[19] göçmenler burada tütün ve tahıl üretimi, zanaatkârlık ve ticaretle uğraşmışlardır. Bafra dışında Sinop, İzmir ve İstanbul’da Kapadokyalı Hristiyan göçmenlerin tercih ettiği yerleşim merkezleri olmuştur.[20]Dini açıdan Amasya piskoposluk bölgesinde yer alan Bafra, Zile piskoposuna bağlı olup kentin önemli kilisesi Aya Maria adını taşımaktaydı.
1869 Trabzon Vilayet Salnamesi’ne göre Bafra’da 10.774 Müslüman, 6.731 Rum, 247 Ermeni erkek yaşamaktaydı. 1905 Vilayet Salnamesi’ne göre ise Bafra nüfusunun etnik/dini dağılımı şöyledir:
Topluluk |
Erkek |
Kadın |
Toplam |
Müslüman | 14.023 | 14.165 | 28.188 |
Rum Ortodoks | 10.438 | 10.368 | 20.806 |
Ermeni Gregoryen[21] | 555 | 555 | 1.110 |
Katolik | – | – | – |
Protestan | – | – | – |
Toplam | 25.016 | 25.088 | 50.104 |
Şemseddin Sami, 1890 yılında Bafra nahiyesinin 163 köyü ile birlikte 63.559 kişiyi barındırdığını, yerleşimde tütün, tahıl, meyve, keten ve kenevir yetiştirildiğini bildirmiştir. Bu tarihte Bafra’da 2 cami, 1 rüştiye, 2 iptidayiyye, 3 tekke, 3 hamam, 3 han ve 1 büyük köprü bulunmaktaydı. 1. Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde -1914 yılında- Bafra’da 48.944’ü İslam, 30.838’i Rum, 1.735’i Ermeni olmak üzere toplam 81.517 kişi yaşamaktaydı[22]. Günümüzde 5 belediye (Bafra, Çetinkaya, Doğanca, İkizpınar, Kolay), 37 mahalle ve 113 köyün bağlı olduğu ilçe nüfusu 1927’de 45. 758 iken düzenli artış göstererek 1950’de 71.742, 1960’da 101.312, 1970’de 121.539, 1980’de 152.550, 1990’da 153.701, 2000’de 157.010, 2009’da 145.393’a (85.203 kent, 60.190 köyler) çıkmıştır.
Türkiye’nin en önemli beş ovasından biri olan Bafra Ovası sayesinde ekonomisi büyük ölçüde tarıma -yakın zamana dek özellikle tütüne- dayanan Bafra ilçesi, bölgede bir Organize Sanayi Bölgesi de oluşturulmasına karşın geleceğini yine tarımda aramaktadır. Bafra’nın su şebekesi 1953’de İller Bankası yardımıyla yapılmış olup, 1928’de 2 özel girişimcinin sağladığı elektrik ise 1946’da belediye tarafından karşılanmış, 1971’de ise kent ulusal elektrik şebekesine bağlanmıştır.
Samsun Bafra’da Pontusçuluk faaliyetleri
1900-1907 tarihleri arasında Kastoria metropoliti iken Makedonya isyanının kışkırtıcılarından birisi olan[23] Germanos Karavangelis’in 25 Mart 1908 tarihinde Samsun’a metropolit olarak atanması bölge tarihi açısından dönüm noktası olmuş, dinine bağlı cahil köylüleri kolaylıkla yönlendirebilecek bir konum kazanan Germanos, milliyetçi entelektüeller[24] ile yerel eşrafın desteği ile bölgeyi Yunanistan’a bağlamak için Rumları örgütlemiştir. Meşrutiyetin ardından bölgede özel bir asayiş sorunu olmadığı halde Samsun’un Kadıköy semtindeki gençleri Mercanis adlı Rum’un kahvesinde depolanan tüfek ve cephanelerle donatarak Karadeniz’deki ilk Rum çetesini oluşturmuş, 1912’de 1. Balkan Savaşı sırasında Yunan saflarında Osmanlı ordusuna karşı savaşmaları için Rum gençlerini Yunanistan’a göndermiştir.[25] Karavangelis 1. Dünya Savaşı sonrasında ise asker kaçağı Rumların umutsuz durumunu[26] bir fırsat olarak değerlendirerek onları çeteler halinde örgütlemiştir[27].
Balkan savaşları neticesinde yaşadığı topraklardan Anadolu’ya göçmek zorunda kalan Müslüman muhacirlerin[28], hükümetin Rum köylerine yerleştirilmeye çalışması bölge nüfusunun % 47’sini oluşturacak kadar kalabalık olan Rumları ilk defa jandarmayla karşı karşıya getirmiştir. Bafra’nın Kirazlık, Çırahman, Ökse, Tekseris, Çinit, Andreandon, Çınarlı adlı Rum köylerine jandarma kontrolünde göçmen grupların yerleştirilmek istenmesi Rumları ayaklandırmış, Canik Mutasarrıfı da inzibat kuvvetleriyle bölgeye gelerek, köylerine göçmen kabul etmeleri konusundaki emre uygun davranmaları konusunda halkı uyarırken bir Rum papaz asasıyla Mutasarrıfın elindeki kitaba vurunca arbede çıkmış yaşlı bir Rum jandarmalar tarafından vurularak öldürülmüştür. Rumlar ölü için 30 bin kişinin katıldığı bir cenaze töreni düzenleyerek, kararlılıklarını gösterirken[29], hükümet göçmen yerleşimine en çok direnen Ökse, Çirahman ve Tevkeris köylerindeki Rum evlerini ateşe vermiş, Rumlar da tepki olarak Vasil Usta adlı yerel bir lider etrafında birleşmiştir. Patrikhane tepeden tırnağa silahlı olan Müslüman Arnavutların Hristiyan köylerini yıkarak boşaltarak Rumların mallarına el koyduğunu, muhacir çıkan Rumların eski köylerine dönmeye korkutuğunu buna cesaret edenlerin kadın erkek ayrımı yapılmadan öldürüldüğünü bildirmiştir.[30]
Köylerinin civarında silahlı ya da silahsız olarak barınan asker kaçağı Rumlar özellikle Nebiyan Dağı civarında üslenmiş olup, burada Matbaacının Hesakil, Yorgi biraderi Platon Hacı Andon, Anastas Yorgi, Pandolaki, Perikles, Elbedas, Eczacı Aliko, Alaçamlı Perikles, Reji Müdürü Duracı, Papas Anestes, Kerabus Yazıcıoğlu, Orakoğlu Penayut, Hacı Abos, Doğanoğlu Todori, Nikola’nın Anastas, Sokrat, Suzirioglu Kiryako, Balçıoğlu Yorgi, Tasçıoğlu Sava, Koli, Kostantin ve Avrakim Hoca’nın reisliğinde çok sayıda Rum çetesi faaliyet gösteriyordu.[31]
Mayıs 1916’da Trabzon’un Rus işgaline uğrarken, Rus karargâhı Giresun civarında ilerleyişlerini durduran Türk ordusunun arkasında ikinci bir cephe açmak için, Bafralı Rumlar’a ciddi miktarda silah ve cephane yardımı yaparak, silahlı çatışmaya teşvik etmiştir. Vasil Usta, 1916 yılının Haziran ayının sonlarında, yanındaki on adamıyla savaş hattını aşarak Rus ordusunun işgali altındaki Trabzon’a gelmiş ve burada Rus karşı casusluk teşkilatının şefi Albay Artatov ile buluşmuştur. Artatov tarafından Rus hattının gerisinde silahlı çeteler kurma işi ile görevlendirilen Vasil Usta, 3 Temmuz’da bir Rus torpido gemisiyle Samsun’a çıkarılmıştır. Rusların amacı, Rum çetecilerin cephe gerisinde Türk ordusuna karşı oyalama ve yıpratma savaşı sürdürmesidir.[32] Rusların kendilerini oyaladıklarını düşünen Vasil Usta, Hükümeti Rum köylerine yönelik bir şiddet eylemi yapmaya zorlamak amacıyla çevredeki Türk köylerini basarak sözde Rumlara eziyet eden kişileri öldürmüş, hatta bizzat jandarmaya saldıracak kadar cüret göstermişse de 18 Ekim’de 9 adamıyla Trabzon’a sığınmak zorunda kalmış, savaşın sonuna kadar geri dönememiştir. Vasil Usta‘nın provokasyonu bölge halkının, para karşılığında Giresun, Trabzon ve Rize’den Laz çeteleri getirmelerine, irili ufaklı pek çok şiddet olayına ama en önemlisi hükümetin bölgedeki Hristiyanları cepheden uzak iç bölgelere zorunlu göçe tabii tutmasıyla sonuçlanmıştır. Patrikhane’nin kayıtlarına göre sonradan Çarşamba’ya tayin edilen Bafra kaymakamı Ali Galip tüm Rum köylerini yakıp yıktırdıktan sonra 14-90 yaş arasındaki Rum erkeklerini Kastamonu’ya sürmüştür.[33]
1917 Nisanında, hükümet güçleri ve başıbozuklar, Otkaya köyü civarında bulunan Meryem Ana mağarasını basıp burada bulunan 80 isyancıyı öldürüp, mağaraya sığınmış olan 700 kadın ve çocuğu dayaktan geçirmiştir. 15 Ağustos 1919 gecesi 12.000 Hristiyan milis Nebiyan bölgesindeki 6 Türk köyünden birisi olan 150 haneli Çağşur ile Koşaca köylerini basıp, burada bulunan askerlerin yanı sıra çoğu kadın ve çocuk olan 367 sivili öldürmüş[34] ayrıca Boyalı, Türkmenler, Kasnakçı, Kuşkayası ve Çepniler köylerinde pek çok ev yakılmıştır. Bafra bölgesinde sonradan gerçekleşen irili ufaklı pek çok olayın da eklenmesiyle 1920 yılı sonuna dek Rumların öldürdüğü Müslüman sayısı 534’ü bulmaktadır.[35] Mustafa Kemal, 1919 yılında Samsun’dan gönderdiği raporlarda Karadeniz’de Karavangelis’in yönetiminde faaliyet gösteren 40 civarındaki Rum çetesinin 33’ünün Samsun bölgesinde faaliyet gösterdiğini ve siyasi amaç gözettiklerini bildirmiştir.[36]
Bafra Tarihi eserler
Asar Kale, Bafra ilçesinin 30 km güneybatısında, Kızılırmak Vadisi içerisinde ve Altınkaya Barajı yakınlarındaki Akalan köyü civarında yer alan Helenistik Çağ’a ait bir yapı olup, batısında Konstantin Uşağı adı verilen bir mevki bulunmaktadır.
Kaynak: Özhan Öztürk. Pontus: Antik Çağ’dan Günümüze Karadeniz’in Etnik ve Siyasi Tarihi (Genişletilmiş 3. Baskı). Nika Yayınları. Ankara, 2016
Mübadele Türküleri: Samsun Bafra’dan göç eden Rumların Türkçe Türküleri, 1923
https://www.youtube.com/watch?v=XhnxxdEZhY0
Notlar
[1] Alkım, Alkım, Bilgi, 1988: 5-6, 77-79, 84-87; Alkım, Alkım, Bilgi, 2003: 1-5, 109-112, 125-126; Müller-Karpe, 2001: 430-442
[2] Gavaz, 2006: 10
[3] Uhna, bugünkü Kayseri olması muhtemel Neša kentinden Zalpa’ya Tanrı Šiušummi’nin heykelini taşımıştır. (Alp, 2002: 53)
[4] Nashef, 1991: 138-140
[5] Kaniš [kraliçesi] bir defada 30 oğlan doğurdu. O şöyle (dedi): “Ne biçim yaratık(lar) doğurdum?”. Sandıkları zift ile sıvadı ve oğullarını içine koydu. Onları ırmağa bıraktı. Irmak (onları) Zalpuwa ülkesinde denize götürdü. [Tan]rılar çocukları denizden yukarı aldılar ve onları büyüttüler” (Alp, 2002: 56)
[6] Forlanini, 1979: 185
[7] “…İkiztepe, Kültepe’ye coğrafi bakımdan oldukça uzaktır ve iki şehir arasındaki ulaşımın Kızılırmak vadisini kullanarak yapılması uygun olmasına rağmen, bu bölgede yapılan kazılarda koloni çağına ait maddi kültür kalıntıları olan yazılı belge, mühür, kurşun figürin veya Alişar III boya bezekli çanak çömleği gibi eserlerin bulunmayışı İkiztepe’nin Zalpa ülkesinde olabileceği ama bire bir Zalpa ile eşitlenemeyeceğini göstermektedir…” (Bilgi 1998: 69)
[8] Czichon ve Klinger; 2005: 18-19
[9] Yiğit 1994, 77-78; Gavaz, 2006: 13
[10] Seton, 1997: 38
[11] Cumont, 1906: 119
[12] Yunanca Παυράη
[13] Anna Komnena, Aleksiad III, 38
[14] John Cinnamus, 1836: 176
[15] Turan, 1993: 626
[16] Esterabadî, 1990: 411
[17] Hızır Bey’in mezarı Bafra’nın Madar köyündedir.
[18] Evliya Çelebi, 2008: 92
[19] Ballian, 1993: 36
[20] 1834-35 kayıtlarına göre Kayseri Endürlük (Androniki) göçmenlerinin % 30.1’i Pontus’a, % 26.8’i İzmir’e, % 23.3’ü İstanbul’a göç etmiştir (Penieri, 1993: 30)
[21] Bafralı Ermeniler Sinop Ermeni piskoposunun yetki alanına girmekteydi.
[22] Yurt Ansiklopedisi, 1982: 9, 6565
[23] Karavangelis, Makedonya’daki Rumları örgütleyerek Bulgar isyancılara karşı savaşmalarını sağlamış, bölgede Yunan nüfuzunun artmasından çekinen Ruslar Osmanlı hükümetine baskı yaparak metropolitin Anadolu’ya tayin edilmesini sağlamıştır.
[24] Feridun Kandemir’in “İstiklâl Savaşında Bozguncular ve Casuslar” adlı eserinden aktardığım şu İstiklâl Mahkemesi kararı İstanbullu Rum entelektüellerin Karadenizli Rumları bağımsızlık konusunda bilinçlendirmek için harcadıkları çabaya örnek olarak verilebilir: “İstanbul’dan öğretmen olarak Bafra Rum okuluna tayin olup gelen ve memleketimizde Yunan emellerini yaymak suçuyla sanık olan Madam Eleonora Hrisantos’un, gerçekten öğrencilerine Yunan emellerini yaymak ve bildirmek maksadıyla çalıştığı bir takım mektuplarından ve kendisinin ifadelerinden alnlaşılmış olmakla, Ceza Kanunu’nun 66. maddesi gereğince beş yıl müddetle kalebentliğine karar verilmiştir.”
[25] Yerasimos, 1989: 356-57
[26] Asker kaçakları, yakalandıklarında idam edilecek olacaklarından, kaybedecek bir şeyleri bulunmamakta, bu yüzden kolaylıkla yönlendirilmekteydiler.
[27] Metropolit kendi ağzından gerilla savaşında oynadığı rolü şöyle açıklamıştır: “Başlangıçta küçük ve düzensiz olan bu grupları, Makedonya’daki mücadelemizden edindiğim uzun süreli deneyimle, düzenli ve savaşabilir gerilla birlikleri olarak örgütlemeye başladım. Bu birliklerin sayısı çoğaldı. Onların başına bu göreve layık ve savaş deneyimi olan komutanlar geçtikten sonra, bu unvanları ki onlara kendim veriyordum, bu gruplar gerçek askeri birliklere dönüştü. Her biri taşranın bir bölgesini himayesi ve salt yetkisi altında bulunduruyordu…” (Nacracas, 2003: 216)
[28] Patrikhane Müslüman Arnavutlar ile Rumların karşı karşıya geldiğini bildirirken (Ecumenical Patriarchate, 1920: 5) Osmanlı-Rus savaşları sonrasında Samsun bölgesine yerleştirilen on binlerce Çerkez ile Karadenizli Rumlar arasında ister istemez rekabet ve düşmanlık başlamış olup, bölgede yaşanan çatışmalarda Osmanlı devletinin muhacirleri iskânı ve İttihat Terakki’nin Hristiyan karşıtı politikaları da etkili olmuştur. Yunanistan’da mübadil Bafralı Rumlardan derlenen Türkçe folklorik malzemede “yurdumuzu Çerkezlere verdiler” türü sözler içeren ağıt ve destanların bulunması da bu bağlamda dikkat çekici olup, bu destanlardan bir kısmını aktardığım “Hepimiz kırılırık” destanında “Türkmen kızı” ifadesinin eğer önceki yurt Kapadokya’dan ödünçlenmiş bir motif değilse olumlu ve Bafralılara ait olarak algılanması da dikkat çekicidir: “…Hepimiz kırılırık/yurdumuzu verme(yi)k/attılar maphusa/yatalım bir zaman/ bunlarda girmez idi anam/benim dişime/konaklar yaptırdım pınarbaşına/ Türkmen kızı anam/tel çekmiş kaşına/vurdular prangayı anam/ yatalım bir zaman/ bir mektup anam/anama bacıma/nasıl dayanıyorlar/benim acıma/maphus köşeleri anam/giderdi gücüme/attılar maphusa/yatalım bir zaman/yeter gardiyan yeter/anam benim derdimden eskisinden beter/… Çerkesler de geldiler/ yurdumuzu elde aldılar/bitecik nazlı yarim anam/o da ben gibi/…/ana ben gidiyorum/sen beni unut/Bu küçücük yavrumu/yerime büyüt/… Aşkolsun benim türkümü dinleyen ağalara/nazeden hanımlara/eyvallah sizlere…
[29] T.B.M.M. Arşivi, Rumuz i, Dosya 8.
[30] Jean Kavaklıoğlu oğlu Savva ve yeğeni Manoli’nin Sürmeli köyünde, Kaitalaba köyünden Anastas Savoğlu’nun Peitourlou ile Köseli köyleri arasında katli, Haralambos Papayorgoglou Knilalaba ve Çırıklar köyleri arasında katli, Kapukaya köyünden Panayoti Tontonoğlu ile 5 kadının, Vezirköprü’den Kapukaya’ya dönen Avraam Peftulun, Totorooğlu ve Panayoti Constantine Emanet’in Sarbin köyünden Müslümanlarca katli, Kuzalalı Konstantine Çolak’ın Vezirköprü yakınlarında katli gibi örnekler verilerek Rumların sıkıntıları dillendirilmiştir (Ecumenical Patriarchate, 1920: 5-6)
[31] Kocaoğlu, 1998: 115
[32] Balcıoğlu, 1991: 67
[33] Ecumenical Patriarchate, 1920: 4
[34] Kurt, 1995: 189; Balcıoğlu, 1993: 73
[35] Kurt, 1995: 191
[36] Harp Vesikaları Dergisi, No: 4 (1953). Vesiko No: 69