Bulgaristan Türklerinin kırım ve sürgünü
Makale: Özhan Öztürk
Osmanlı Döneminde Bulgaristan
Osmanlılar 1393’de 3 yıllık bir kuşatmanın ardından Bulgar krallığının başkenti Tarnovo ve 1396’da Vidin’i ele geçirmiş, Niğbolu savaşının ardından da tüm Bulgaristan’a hâkim olmuştur. Leh ve Macarlar Osmanlıları bölgeden çıkarmak için Polonya kralı III. Wladyslaw (1424-1444) liderliğinde bir haçlı seferi düzenlemişlerse de 1444 Varna zaferi Balkanlardaki Osmanlı varlığını kalıcı kılmıştır. Osmanlı döneminde Bulgaristan’ı idari açıdan yeniden organize edilmiş, Rumeli beylerbeyliğine bağlanan ve çok sayıda vilayete ayrılan bölge Sofya’da ikamet eden bir beylerbeyi tarafından yönetilmiştir.
Osmanlılar, Bulgar kilisesini Fener Patrikhanesine bağlayarak bağımsızlığını
kaldırmakla kalmamış, Bulgar gençlerini yeniçeri olarak devşirmiş ve başta Rodop olmak üzere çok sayıda bölgede halkın topluca ihtida ederek İslam’a geçmesini teşvik etmiştir. Osmanlılar, 1598, 1686 ve 1688’de eski başkent Tarnovo’da, 1689’da Makedonya’da çıkan ayaklanmaları kanla bastırırken, olaylara karışanlara toplu sürgün cezası uygulamıştır. 1688 Çiprovtsi ve 1689 Karpoş isyanlarının Osmanlılarla savaşan Avusturyalılar
tarafından kışkırtıldığı bilinmektedir. 1739 Belgrad antlaşması 1 asır kadar Avusturya’nın Balkanlar’a ilgisini kaybetmesine sebep olurken yerini yükselen güç
Rusya doldurmuş ve Ortodoks Slav kardeşlik bağlarıyla Bulgarlar üzerinde hak iddia ederken 1774’de Küçük Kaynarca Antlaşması’yla Sultan’a imparatorluğundaki Hristiyanlarla ilgili konulara müdahil olma hakkını da kazanmıştır.
1876 Bulgar İsyanı: Provokasyon, katliam ve intikam
Küçük Bulgar gruplar Yunan ve Sırp isyanlarına destek verirken 1806, 1811, 1828-9 ve 1854-55 Osmanlı-Rus savaşları sırasında da Rus Ordusuna katılarak Osmanlı devletine karşı savaşmışlardır. 1821 Yunan isyanını örnek alan ve Müslümanlara karşı provokatif toplu kıyım eylemlerini içeren 1876 ayaklanması başarıya ulaşan
son Bulgar isyanı olmuştur. 1870’de Otonom Bulgar Kilisesi yeniden teşkil edilmesiyle paralel olarak aynı dönemde Bulgar milli ve kültürel uyanışı başlamış, 1875’de Bulgar Merkez İhtilal Komitesi Rumen kasabası Giurgiu’da ki toplantısında politik başarı için genel ayaklanma kararı almıştır. Komite ihtilal tarihi olarak Nisan-Mayıs 1876 tarihini saptayarak Bulgarların ağırlıkta olduğu Vratsa, Veliko Tarnovo, Sliven, Plovdiv ve Sofya bölgelerini ihtilal merkezi olarak seçerken,
hızlı bir silahlanma süreci yaşanmasına da ön ayak olmuştur. İhtilal Komitesi 14 Nisan 1876’da Panagyurişte yakınlarındaki Oborişte’de düzenledikleri genel toplantıda tarihçiler tarafından “Nisan isyanı” (Априлско въстание) olarak adlandırılan ayaklanma planının ayrıntılarını tartışıp bir ortak bir bildiri hazırlamışsa da toplantıya katılanlardan birisi Osmanlı makamlarına durumu anlatmıştır. Osmanlı makamları tertipi engellemek için 20 Nisan’da tutuklamaları başlatınca isyancılar Osmanlı’ya ait emniyet, askeri ve idari birimleri hedef olarak seçerek saldırıya geçmiştir. Oborişte’te de başlayıp Sredna Gora, Rodop, Gabrovo, Tryavna, Pavlikeni hatta bugün Makedonya sınırlarında kalan Sliven’e dek yayılan isyan sırasında 1.000 kadar Müslüman öldürülmüş, çok daha fazlası ise köy ve evlerini terk etmeye göçe zorlanmıştır. Osmanlı yönetiminin cevabı hızlı ve ağır
olmuş, yerli Türk ve Çerkezlerden başıbozuk adı verilen Müslüman milisler organize edilerek başta Panagurişte, Peruştitza, Bratzigovo ve Batak olmak üzere ayaklanan bölgelerde kullanılarak, Mayıs ortasına dek çok sayıda isyancının öldürülmesi pahasına ayaklanma tamamen bastırılmıştır. Bulgar isyancıların en az 1 Çerkez köyünü yaktıkları bilinmektedir (Foreign Office 195-1077 Reade’den Elliot’a yazı. Rusçuk, 9 Mayıs 1876). Ruslarca kıyıma uğratıldıktan sonra
ülkelerinden sürülen Çerkezlerin 10 yıl sonra benzer bir uygulamaya maruz kalması hiç şüphesiz eski yaralarını kanatmış, yeni yurtlarında da katliama uğrayıp sürülecekleri korkusunu yeniden yaşamışlardır. Bununla birlikte Osmanlının Çerkezler gibi kendi aşiret liderlerinden başkasına karşı sadakat göstermeyen bir topluluğu silahlandırmanın faturası ağır olmuş, olaylar durulduktan sonra bile
Bulgar köylerini yağmalamaya devam eden Çerkez çetelerini Osmanlı ancak silah kullanarak durdurabilmiştir. Başıbozuklara katılan yerli Müslümanların, Bulgar ayaklanmasının başarıya ulaşması durumunda sonlarının katledilen dindaşlarından farklı olmayacağının bilincinde olması intikam saldırılarının en önemli motivasyonu olmuştur. Başıbozukların yanı sıra Edirne’den isyanı bastırması için gönderilen Şevket Paşa’nın Mayıs 1876’da Boyacık kasabasını basarak 12’si çocuk
186 kişinin katledilmesi (Foreign Office 195-1077. Brophy’den Layard’a yazı. Burgaz, 20 Ağustos 1876) isyancılara ibret verilmesi amacıyla yapılmış olsa da Batı kamuoyunu olumsuz etkilemiştir. Bununla birlikte Osmanlı hükümeti, Avrupalılar ve Rusların dikkatini bölgeden uzak tutmak için isyancılar dışında kalan sivil halka zarar vermemek için azami gayreti göstermiş hatta yağmacı başıbozuklardan 5’ini idam ettirip, 60’ını falakaya yatırmış, Karnabad’da talana devam eden Çerkezlerin üzerine de çatışma pahasına askeri birlikler gönderilmiştir.
Bulgar isyancıların amacı tıpkı Yunanistan’ın kurulmasına yol açan 1821 Yunan isyanında olduğu gibi hatırı sayılır miktarda Müslümanı katlederek Türklerin öç almak için saldırıya geçmesini sağlamak böylece Batı kamuoyunun dikkatini Bulgaristan’a çekerek müdahale etmelerini sağlamak olmuştur. Gerek İstanbul Robert College’de okuyan Bulgar öğrencilerin durumu detaylarıyla Britanya elçiliğine rapor etmesi gerekse The Times ve London Daily News gibi İngiliz gazetelerinde Bulgar isyancılara karşı girişilen sindirme harekâtının detaylarına abartılarak yer verilmesi meşru Osmanlı müdahalesinin Batı kamuoyunda zalim bir kıyım olarak algılanmasını sağlamıştır. Dahası İngiliz parlamentosunda görüşülüp, Benjamin Disraeli’nin konuyu soruşturma kararı almasına sebep olmuş, İstanbul’daki İngiliz konsolosluğunun ikinci sekreteri Walter Baring, Temmuz ayında Bulgaristan’a gönderilirken İstanbul’daki Amerikan konsolosu Eugene Schuyler de 23 Temmuz’da bölgeye giderek kendi raporunu hazırlamış ve Kasım ayında yayınlatmıştır. İstanbul’daki Amerikan konsolosu Eugene Schuyler, bölgeyi gezdikten sonra 58 köyün yakıldığını, 5 manastırın yıkıldığını ve 15 bin asinin öldürüldüğünü kaydederken, Milman ise yaklaşık 100 yıl sonra politik sebeplerle ölü sayısının abartıldığını gerçek rakamın 3 bin civarında olduğunu iddia etmiştir.
Batak köyünde ne oldu?Batak (Bulgarca Батак) Güney Bulgaristan’da Pazarcık bölgesinde yer alan bir Hristiyan köyü olup, 22 Nisan 1876 günü voyvoda Petar Goranov liderliğinde ayaklanıp Türklere saldırınca etrafı civardaki Pomak köylerinden toplanan başıbozuk Müslüman milislerce çevrilmiştir. 5 gün süren şiddetli çatışmanın ardından iddiaya göre Ahmet Ağa’nın komutasındaki Müslüman başıbozuklar çoğu kadın ve çocuk 5000 kişiyi Batak’taki Sveta Nedelya kilisesinde kılıçtan geçirmiş ve köyü ateşe verilmiştir. Batı kamuoyunda J. A. MacGahan’ın (1844-1878)The Daily News gazetesinin 22 Ağustos 1876 tarihli nüshasında yayınlanan Bulgaristan’daki Türk Vahşeti: Batak’ta Korkunç Manzara (The Turkish Atrocities in Bulgaria: Horrible Scenes at Batak) makalesinde olaydan haftalar sonra gittiği köyden tecavüz edilip ödürülen kızların yol kenarında uzanan iskeletleri, canlı canlı gömülen çocuklar, karnı yarılıp doğmamış çocuğu öldürülen hamile kadınlar gibi korkunç detayları bildirmiştir. İlginç olan Batı kamuoyunu sarsan bu olaydan tam 181 yıl sonra 2007 yılında Bulgar kökenli Martina Baleva ile Doğu Avrupa Enstitüsü üyesi Ulf Brunbauer, “Batak katliamı” olarak bilinen olayın aslında bir “düzmece” olduğunu, Bulgaristan’ın resmi tarihçilerinin Batak’taki olayları fazlasıyla abartarak, Bulgar halkı arasında Müslümanlara ve özellikle Türklere karşı nefret duyguları oluşturmaya çalıştıklarını” belirtmekle kalmamış, Brunbauer, “Bu da herkesin bildiği gibi Komünizm döneminde Türklere karşı uygulanmaya çalışan asimilasyon kampanyasına ilham vermiştir” diye konuşarak gerçekte ne olup bittiğini yeniden tartışma konusu yapmıştır. |
Olayları tek yanlı Bulgar anlatımından öğrenen İngiliz muhalefet lideri William Ewart Gladstone, parlamentoda Osmanlı hükümetinin gerçekleştirdiği katliamlar sebebiyle İngiltere’nin her türlü yardımından muaf tutulmasını isteyen sert bir konuşma yapmıştır. Charles Darwin, Oscar Wilde, Victor Hugo ve Giuseppe Garibaldi gibi kamuoyunu etkileme gücüne sahip Avrupalı entelektüeller de Bulgar isyancıların Müslüman köylerinde işlediği cinayetlere değinmeden her şey durup dururken olmuş gibi Türk şiddetini kınayan açıklamalar yapmış, böylece Rusya ile yeni bir savaşın arifesinde olan Osmanlı devleti uluslararası arenada ustaca yalnızlaştırılmıştır. İngiliz diplomatları, İngiliz basınında yaralan ve Bulgar propagandası ile Hristiyan fanatizminin ortak hayal mahsulü olan Hristiyan kızların Türkler tarafında pazarlarda satıldığı veya haremlere kapatıldığına dair haberleri araştırıp doğruluğuna dair bir kanıt bulamamışlarsa (Foreign Office 195-1077. Reade’den Elliot’a yazı. Rusçuk, 5 Ekim 1877) da İngiltere’de oluşan Türk karşıtı kamuoyu, başbakan Disraeli ve kraliçe Viktoria’nın 1877-78 Osmanlı-Rus savaşında Türk tarafına yardım etme isteğini engellemeyi başarmış, böylece bağımsız Bulgaristan’ın doğuşu hızlanmıştır.
1877 Osmanlı Rus Savaşı sırasında Bulgaristan
Rusya’nın 24 Nisan 1877’de Osmanlı devletine savaş ilan etmesiyle başlayan savaşta hızla ilerleyen Rus orduları 10 Ocak’ta Plevne’nin düşmesinden sonra, 4 Ocak’ta Sofya, 14 Ocak’ta Pazarcık, 17 Ocak’ta Filibe ve 20 Ocak’ta Edirne’ye girmeyi başarmıştır. Başta Kazak süvariler olmak üzere Rus birlikleri ile Bulgar destekçileri planlı olarak Bulgaristan’daki Müslüman köylerini yağmalamış, çok sayıda sivili çocuk ve kadın ayrımı yapmadan katletmiştir (Foreign Office, 424-59 (Gizli, 3344) No.22; 195-1137, No. 90 (6 Ağustos 1877).
Bulgarların tümünü kıyımla suçlamak haksızlık olmakla birlikte sadece milliyetçilerin değil aynı zamanda Müslüman komşularının tarlalarının üzerine oturmak ve hazır ekilmiş alanların hasadını yapmak isteyen fırsatçıların da talan ve kıyıma katıldığı anlaşılmaktadır. Daha nadir olarak bazı Rumlar da fırsattan istifade Müslüman mallarının talanına katılmış olup, Rus yetkililer Bulgar yağmacılar hakkında işlem yapmazken Rumları cezalandırmışlardır (Foregin Office195-1185 No. Calvert’ten Layard’a yazı. Edirne, 15 Ağustos 1878). Bulgar ve Rusların yaptığıyla kıyaslanmaz oranda olsa da Osmanlı ordusundaki Çerkezler de geri çekilme esnasında Hristiyan ve Müslüman köylerini yağmalamış, fırsat buldukça Bulgar köylüleri katletmekten geri kalmamıştır (Foreign Office, 195-1189. No.5. Reade’den Layard’a yazı. Varna, 26 Ocak 1878). Osmanlı hükümeti Ruslardan farklı olarak yağmacıları şiddetle cezalandırmış sözgelimi Güneşli mahallesinde 135 kişinin ölümünden sorumlu tutulan 15 Çerkez herkesin gözü önünde yargılanmış idam, hapis ve falaka cezaları almıştır (Foreign Office, 195-1137.No. 115. Blunt’tan Layard’a yazı. Edirne, 4 Eylül 1877)
Kazaklar kimi zaman kendi hesaplarına kimi zaman Bulgarlarla birlikte talan ve kıyım eylemlerine karışırken, Rus subaylar olan biteni seyretmekle yetinmiştir. Rus ordusunca teşvik edildiğinden şüphe edilmemesi gereken kıyım mekanizması çoğu kez şöyle işlemiştir: Kazaklar bir Türk köyünün etrafını sardıktan sonra köye girip, Türklerin silahlarını toplayıp Bulgarlara teslim ediyor, onlar da köyün silahsız erkeklerini kurşuna dizip, kadın ve çocukları samanlık ve evlere kitleyerek ateşe veriyorlardı (Foreign Office, 195-1137 No. 66.Edirne, 14 Temmuz 1877 ve 195-1137 No. 69. Filibe, 19 Temmuz 1877; 195-1137, No.33. Edirne, 6 Ağustos 1877). Edirne’de görevli İngiliz konsolosu Blunt, Çerkezlerle Türk askerlerinin Kazaklardan kurtarabildiği süvari mızrak ve kılıçlarıyla yaralanmış muhacirleri görmüş, aralarında 1-3 yaşında çocuk ve kadınların da olduğu rapor etmiştir ki (Foreign Office 195-1137. Blunt’ta Layard’a yazı. Edirne, 1 Ağustos 1877) İngiliz arşivleri benzeri kıyımlar hakkında bilgi veren çok sayıda belge içermektedir.
Yahudiler ve Türklere karşı gerçekleştirilen sistematik saldırıların sürekliliği dikkat çekici olup, Rusların amacı Kafkasya ve Kırım’da yaptıkları gibi yerlerine Hristiyanların yerleştirilmesi için bölgenin Müslüman nüfusunu tamamen veya kısmen sürmek böylece halkının ezici çoğunluğu Bulgar olan bir ülkenin ortaya çıkmasını sağlamak olmuştur. Ruslar, cephe gerisinde kendilerine karşı çete savaşı verebilecek Müslüman köylü bırakmadan köylerini panik halinde terk edenlerin Rus ordusunun önünde Türk savunma hattına doğru ilerleyerek Osmanlı ordusunun ayağına dolanmasını sağlamak gibi acımasız ama pratik bir askeri taktik ile zafere ulaşmışlardır. Türklerin yanı sıra Zağra Yahudilerinin büyük bölümü Kazak ve Bulgarlar tarafından katledilmiş ev ve havraları yakılıp, yıkılmıştır. Kızancık’ta aynı kıyım eylemine girildiği sırada Yahudilerin neredeyse yarısı işkenceyle öldürülmüşken yetişen Çerkez çeteciler sağ kalanları kurtarmışlardır (Foreign Office 195-1137. No. 32 Edirne, 4 Ağustos 1877 ve No. 33. 6 Ağustos 1877; Foreign Office 195-1184. No. 15. Blunt’tan Layard’a yazı. Edirne, 7 Ocak 1877)
Bulgaristan Türkleri Sürgün ile Ölüm arasında tercihe zorlanıyor
“Ruslar, Müslümanların soyunu kurutmak için kararlı bir politika izlemekte idiler”
(İngiliz konsolos Fawcett’in Layard’a yazısı. İstanbul, 9 Temmuz 1878)
Savaşın başlangıcında Osmanlı hükümeti Bulgaristan’ın kuzeyinde yaşayan Türklere savaş bölgesi olabilecek yerleşimlerini hızla boşaltmasını, Rusların faydalanabileceği yiyecek ve hayvan yemlerini yakmalarını emretmişse de pek çok köylü mal ve mülkünü geride bırakmayı göze alamadığından veya Rus ordusunun yıldızım hızıyla ilerleyeceğini tahmin etmediğinden yavaş davranmıştır. Bu durumda Müslüman köylülerin bir kısmı yola koyulamadan Rus hattının gerisinde kalırken çoğu Müslüman hatta Osmanlı taraftarı Bulgarlar da alelacele yurtlarını terk ederek güvenlik ve yiyecek ihtiyaçlarının sağlayabilecekleri yegâne yerler olan Osmanlı askeri üslerine sığınmışlardır. 1878’in ilk aylarında Osmanlı savunma hatları artarda çökmeye başlayınca muhacirler orduyla birlikte geri çekilmişse de hızlı Rus ilerleyişi sırasında çoğu düşman hattı gerisinde kalmıştır. Mart ayında Rus birlikleri Ayastefanos (Yeşilköy) önlerine geldiğinde Şumnu-Varna yöresinde 230 bin, Burgaz’da 200 bin, Rodop Dağları civarında 100 bin, Gümülcine’de 50 bin ve İstanbul’da 200 bin muhacir çoğunlukla Bulgarların yakıp yıktığı ev harabeleri
içerisinde yaşam savaşı vermeye çalışmaktaydı. Ayrıca muhacirlerden yolda fazla oyalananlar ya soğuktan donmuş ya da Kazaklar ve Bulgar çeteciler tarafından soyulup, katledilmiştir (Foreign Office 195-1184. Blunt’tan Layard’a yazı. Edirne, 1878). Savaş yorgunu Osmanlı devletinin aczi yüzünden hekim ve ilaç temin edilemediğinden tüm muhacirlere musallat olan salgın hastalıklar sonucu ölenlerin sayısı ise katledenlerden daha fazla olmuştur. İngiliz konsolos Dickson’un raporuna göre Nisan 1878’de İstanbul’a gelen 160 bin göçmenin 18 binin ölmüş olup, buna
ilaveten Ayasofya camiinde barınmakta olan 4 bin muhacirin günde 25-30’u ölmeye devam etmekteydi.
Osmanlı devleti, 1877-78 Osmanlı-Rus savaşının ardından imzalanan San Stefano ve Berlin antlaşmalarıyla Bulgaristan’ın bağımsızlığını tanımak zorunda kalırken, Müslüman katliamında ön saflarda yearalan Bulgar milliyetçilerinin devredildiği Bulgar yönetimi 1879 başlarına dek Türk köylerinde ayakta kalmış evlerin geniş çaplı yıkımını teşvik etmiştir. Bulgar polisi Türklerin malını gasp yarışında şampiyonluğu kimseye bırakmazken, hasbelkader köyüne dönmeyi başaran Türk köylüsüne yıkılan evinin yerine yenisi yapma izni verilmemiştir (Foreign Office 195-1253. Michell’den Layard’a yazı. Filibe, 24 Haziran 1879; Foreign Office 195-1184. No23. Blunt’tan Layard’a yazı. Edirne, 17 Haziran 1878; Foreign Office 195-1254. Michell’den Salisbury’e yazı. Filibe, 25 Ekim 1879). Ruslar görünüşte Türk
göçmenlerin köylerine dönmesini kabul etmekle birlikte, Türk köylülere koruma sağlamadığı için Bulgarların insafına bırakılan silahsız göçmenler Hristiyanlar tarafından işgal edilen kendi ev ve tarlaları geri almak şöyle dursun, tecavüz ve yağmaya maruz kalıp, açlıktan ölüme terkedilmiş, canlı kalabilenleri umutsuzluk içinde Edirne’ye geri dönebilmiştir (Foreign Office 195-1254. No. 46-47, 22-27 Kasım 1879; Foreign Office 195-1185, No. 56. Edirne, 10 Ekim 1878).
1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı öncesinde 432.303’ü Edirne Vilayeti’nde 1.069.580’i
Tuna vilayetinde olmak üzere Bulgaristan ve Doğu Rumeli’de toplam 1.501.883 Müslüman yaşamaktaydı. Pomak ve Çerkez grupların dışındaki Bulgaristan Müslümanları büyük kısmı Türkçe konuşmakta olup ülkenin her tarafında dağılmış durumda yaşamakta ve toplam nüfusun % 37’sini oluşturmaktaydı.
1879’da Bulgaristan Türklerinden Osmanlı devleti topraklarına canlı olarak 515.000 Türk sığınmış olup bunların 105 bini Edirne, 60 bini Selanik, 140 bini Kosova ve Manastır vilayetlerine 120 bini İstanbul ve 90 bini Anadolu’ya gelmiştir. Savaş döneminde Bulgaristan’da ölen Müslüman sayısı kesin olarak bilinmemekle birlikte McCarthy nüfus istatistiklerini değerlendirerek 261.937 Müslümanın Bulgar ve Rusların kıyımlarının yanı sıra hastalıktan, açlıktan, soğuktan donmaktan öldüğünü, Bulgaristan’daki Müslüman nüfusun % 17’sinin ölüm, % 37’sinin ise Osmanlı topraklarına sığınmacı olarak gelerek 1877-78 savaşı sonrasında ülkedeki Müslüman sayısının yarı yarıya azaldığını kaydetmiştir.
Şumnu’da ki İngiliz konsolosu Reade’nin 1876’da yaptığı hesaba göre savaş öncesinde Osmanlı’nın Tuna Vilayeti’nde yaşayan 2.323.000 kişinin etnik/dini dağılımı tablodaki gibidir (Foreign Office 195-1077. Reade’den Elliot’a yazı. İstanbul, 5 Aralık 1876):
Hristiyanlar | Müslümanlar | Yahudiler | ||
Bulgar | 1.117.000 | Türk | 757.500 | |
Rum | 12.000 | Tatar | 110.000 | |
Ermeni | 2.500 | Çerkez | 200.000 | |
Diğer | 65.000 | Çingene | 35.000 | |
Çingene | 12.000 | |||
TOPLAM | 1.208.500 | TOPLAM | 1.102.500 | 12.000 |
Savaş bittikten kısa bir süre sonra 1887’de yapılan nüfus sayımına göre Bulgaristan’da 2.424.371 Ortodoks, 676.215 Müslüman, 18.505 Katolik, 1.358 Protestan, 24.352 Yahudi ve 9.574 diğer din/aidiyetten kişinin yaşadığı görülmekte olup, yaşanan demografik değişimin tatmin etmediği Bulgar devleti 20. yüzyıl boyunca da Türk nüfusu iç tehdit olarak görmeye devam edecektir.
Bağımsız Bulgaristan
Osmanlı devleti, Rus baskısıyla San Stefano’da 3 Mart 1878’de antik Moesia, Trakya
ve Makedonya topraklarını kapsayan coğrafyada bağımsız Bulgar devletinin kuruluşuna razı olmak zorunda kalmışsa da Büyük Güçler Balkan yarımadasında Rus nüfuzunun artmasından rahatsız olmuştur. Kırım Savaşı’nda sergilenen güç gösterisinin de etkisiyle Almanya adına Otto von Bismarck ve İngiltere adına Benjamin Disraeli’nin gözetiminde tarafları Berlin’de yeniden masaya oturmaya ikna etmişlerdir. Berlin’de San Stefano’ya göre daha küçük bir Bulgar prensliği oluşturulurken tahta Rus çarı II. Aleksander’ın yeğeni Battenbergli Aleksander geçirilmiş, prensliğin hemen güneyinde ise kısmen Osmanlı’ya bağlı otonom Doğu Rumeli eyaleti oluşturulmuştur. Prens Aleksander’ın muhafazakâr politik çizgisine karşın “Bulgarların birliğini” dolayısıyla Doğu Rumeli ile birleşmeyi savunan Liberal Parti başkanı Stefan Stambolov kısa sürede önemli bir güç haline gelmiş, halk ile ters düşmek istemeyen prens Alexander da 1885 sonrasında Stambolov’un çizgisine kaymıştır. Aleksander’in Eylül 1885’de Plovdiv’de bir darbeyi desteklemesi Sırplar’ın savaş ilan etmesine sebep olmuş, Bulgar ordusunun Slivnits‘da kazandığı zafer kendisine itibar kazandırmışsa da popülerliği Liberalleri rahatsız edince Ağustos 1886’da Rusya’ya sürgün gönderilmiştir. Bulgarlar, Temmuz 1887’de Stambolov’un desteğiyle Avusturya’ya yakın duran Gothalı Ferdinand’ı yeni prens olarak seçince bu sefer Rusya ile ilişkileri gerilmiştir. Ferdinand, 1895’de Stambolov’un istifa etmesini sağlayarak Rusya ile ilişkileri düzeltmiş ve Rusya’nın arzuladığı muhafazakâr çizgiye geri dönmüştür. Bulgaristan, 1903’de Makedonya ve Trakya’da yaşayan Bulgarların ayaklanmasına destek vermişse de Osmanlı ordusu isyanı bastırmayı başarmıştır.
Milliyetçi çizgiye sahip Bulgar başbakanı Ivan Geshov 1912 Şubat ayında Sırbistan, Mayıs’ta ise Yunanistan ile ittifak yaparak Osmanlı devletine saldırmak, Makedonya ve Trakya’yı paylaşmak konularında anlaşmıştır. Ekim ayında başlayan ilk Balkan savaşı sırasında Balkan devletleri koalisyonu karşısında tutunamayan Osmanlı güçleri Midye-Enez hattının doğusuna çekilmek zorunda kalmıştır. Savaş sırasında ağır kayıplara uğrayan Bulgarların daha çok toprak ele geçirdiğini düşünen Yunanistan ve Sırbistan 13 Haziran’da yeni bir ittifak oluşturup, 29 Haziran’da Bulgaristan’a saldırınca fırsattan faydalanan Osmanlı güçleri Trakya’ya, Romanya Dobruca’ya doğru yürüyünce Bulgaristan kazanımlarını önemli ölçüde kaybetmiştir.
Bulgaristan I. Dünya Savaşı sırasında ise Vasil Radoslavov hükümeti liderliğinde Rusya’ya karşı pozisyon alıp, Almanya, Avusturya ve geleneksel düşmanı Osmanlı devleti ile ittifak yapmıştır. Bulgarlar, Sırbistan ve Romanya’ya karşı kazandığı zaferler sayesinde Makedonya ve Yunan Makedonya’sını ele geçirip, Ege denizine dek inmeyi ve Dobruca’nın tamamını işgal etmeyi başarmışsa da savaş sonunda kazandıklarını yitirmiştir. 1923 yılında Çiftçi hükümeti bir darbe ile devrilince kurulan Faşist hükümet dönemine Türk azınlığa yapılan baskı miktarı artmış, 1923–39 yılları arasında yaklaşık 200 bin Müslüman Türkiye’ye göçmek zorunda kalmıştır.
Bulgaristan II. Dünya Savaşı’na Under Filov hükümeti işbaşındayken girmiş, Hitler’in emri gereği Güney Dobruca’nın Romanya tarafından işgali şantajıyla yüzleşince 1 Mart 1941’de Üçlü antlaşma imzalayarak Almanya ile müttefik olmuş, ABD ve İngiltere’ye savaş ilan etmiştir. Savaşın sonlarına doğru Eylül 1944’de Sovyet işgaline uğrayan ülke taraf değiştirerek Müttefiklere katılmıştır.
1944-1989 arasında Bulgar Komünist Partisi tarafından yönetilen ülkenin adı
“Bulgaristan Halk Cumhuriyeti” olarak değiştirilmiş, 1968 göçünden yıllar sonra, 1980’lerde Todor Jivkov döneminde Bulgaristan Türklerine şiddetli bir asimilasyon kampanyası uygulanınca 300 bin civarında Müslüman Türkiye’ye sığınmak zorunda kalmıştır. 22 Mart 1968 tarihinde Süleyman Demirel ile Todor Jivkov arasında “Yakın Akrabaları 1952 Yılına Kadar Türkiye’ye Göç Etmiş Olan Türk Asıllı Bulgar Vatandaşlarının Bulgaristan Halk Cumhuriyeti’nden Türkiye Cumhuriyeti’ne Göç Etmeleri Hakkında Anlaşma” adı verilen bir antlaşma imzalanmış ve 120 bin Türk Bulgaristan’ı terk etmiştir. 1989’da Mikhail Gorbaçov’un Sovyetlerde yürüttüğü reform kampanyası Bulgaristan’ı da etkilemiş ülkenin siyasi yapısıyla birlikte adı da “Bulgaristan Cumhuriyeti” olarak değiştirilmiş, 2004’de NATO’ya 2007’de AB’ye katılarak Batı ile ilişkilerini sağlamlaştırmıştır.
1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı sonrasında yenilen Osmanlı ordusu 1.200 bin Türk ve 1.130 bin Bulgar’ın yaşadığı Tuna vilayetinden geri çekilirken Bulgar devleti kurulmuş, 1878 Berlin antlaşması ile Türk halkının yaşam, mal ve diğer hakları güvence altına alınmasına karşın, 1879’da Rus ordusunun bölgeyi terk etmesinin ardından bölgede yaşayan Türkleri göçe zorlayan politikaları benimsemiştir. Kuzeydoğu Bulgaristan’da Bulgarlar’a oranla3/2 oranında nüfus fazlası olan Türkler’e karşı girişilen sindirme ve katliam politikası hemen meyvesini vermeye başlamıştır: Fransa’nın Varna viskonsülü Henri Muttet’in bildirdiğine göre sadece Mayıs 1879-Eylül 1880 tarihleri arasında 18.033 Türk Varna limanı yoluyla Türkiye’ye göç ederken, Rusçuk konsolosu M. Ferret 16 Ağustos 1879’da 34 ailenin göç ettiğini, Fransa’nın Edirne konsolosu Laffon ise 31 Ekim 1883 tarihli raporunda Edirne’ye 50 bin muhacir ailesinin yerleştiğini bildirmiştir[1]. Deniz yolunu seçenlerin yanı sıra karayoluyla gelenlerin, köyünde ve yolda katledilenlerin sayısı belli olmadığından yaşanılan trajedinin büyüklüğünü rakamlarla ifade etmek zordur. Fransa’nın Sofya temsilcisi 3 Nisan 1884 tarihli raporunda 600 bin Türk’ün Anadolu’ya göçtüğünü bildirirken, eldeki veriler 1886-90 yılları arasında 74. 753, 1893-1902 yılları arasında 70.603 kişinin göçe iştirak ettiğini göstermektedir.[2] 1912-13 Balkan savaşları sırasında Bulgar ordularının Çatalca’ya dek ilerlemesi sırasında da Anadolu’ya Makedonya’dan 240 bin, 200 bin kişi Trakya’dan göçerken, 1. Dünya savaşı sırasında Bulgaristan’dan 50 bin kişi daha gelmiştir.[3]
18 Ekim 1925’de Türkiye ile Bulgaristan arasında Ankara’da imzalanan “Dostluk ve Oturma Sözleşmesi” ile Bulgaristan’da kalan Türk azınlığın statüsü yasal güvence altına alınmışsa da göç durmamış 1923-1939 yılları arasında 198.688, 1940-49 arasında 21.353 kişi Türkiye’ye gelmiştir. 1949’da Türklerin asimilasyonunu amaçlayan “Tek Bulgar Milleti“[4] projesini uygulamaya koyan Bulgaristan devleti 10 Ağustos 1950’de Türkiye’ye bir nota vererek 1925 antlaşmasına dayanarak 250 bin Türk’ün 3 ay içinde ülkeye kabulünü istemiş, gönderilen taşınmaz mallarını nasıl beraberlerinde getirebilecekleri konusunda yazışmalar sürerken, nota savaşları yaşanmıştır.
Sonuçta 1950’de 52.185, 1951’de 102.208 göçmen Türkiye tarafından kabul edilmiş, Bulgarlar bir miktar Çingeneyi de Türklerle birlikte vizesiz olarak sınır dışı etmeye kalkınca Türkiye sınırı kapatmıştır. 22 Mart 1968’de iki ülke arasında “Yakın Akraba Göçü” antlaşması imzalandıktan sonra Türkiye’de akrabası bulunan Bulgaristan Türkleri’nden 120 bini aynı yılın sonuna dek Türkiye’ye gönderilmiştir.[5] Türkler Bulgaristan’da azınlık olma hakkını ancak 1960’larda elde edebilmişse de uygulama 1971’de fiilen ortadan kaldırılmıştır. Anadolu’ya gelen Bulgaristan Türkleri’nin büyük bölümü iş ve konut bulma açısından daha iyi imkânlara sahip olan Marmara Bölgesi’ne yerleştirilmiştir ki 1945-55 tarihleri arasında gelen göçmenlerin yerleştikleri bölgeleri gösteren istatistik bu konuda fikir vericidir.[6]
Bölge Adı | Göçmen | Bölge Adı | Göçmen |
Marmara | 66.104 | Karadeniz | 8.227 |
Ege | 24.707 | Akdeniz | 12.926 |
İç Anadolu | 37.445 | Güneydoğu Anadolu | 92 |
Doğu Anadolu | 946 |
1985 yılında Bulgaristan’ın yeniden asimilasyon politikasını üstelik şiddet kullanarak uygulamaya başlayınca[7] Türkiye tepki göstermiş, Bulgaristan devleti konunun iç sorunu olduğunu bildirerek uygulamalarını devam ettirince, Türkiye sorunu uluslararası platformlara taşımış, göçmenleri kabul edeceğini bildirmesine karşın Bulgar hükümeti Türk göçüne karşı olduğu cevabını vermiştir.
Ekim 1989’da Tzivkov ve 1990’da Bulgaristan’da Sosyalist rejimin yıkılması ile sorun çözülmüş, Bulgaristan Türkleri ülkeye demokrasinin gelmesi ile azınlık haklarına kavuşmuş, kurdukları “Hak ve Özgürlükler Hareketi” Partisi ile 1992’de Bulgar Meclisi’nde 23 sandalye kazanmayı başarmışlardır.
Kaynak: Özhan Öztürk. Pontus: Antik Çağ’dan Günümüze Karadeniz’in Etnik ve Siyasi Tarihi (Genişletilmiş 3. Baskı). Nika Yayınları. Ankara, 2016
Notlar
[1] Şimşir, 1987: 50-51
[2] Şimşir, 1987: 50-51; Konukman, 1990: 60
[3] Bıyıkoğlu, 1955: 92-93; Cebeci, 1968: 667-68; Arafat, 2000: 34-35
[4] Bulgarca “Edinna Bulgarska Natsiya”
[5] Erendil, 1976: 71-73; Cebeci, 1970: 56
[6] Arafat, 2000: 36
[7] Türklerin isimlerinin zorla Bulgar isimleri ile değiştirilmiş, camileri kapatılmış, direnenlere şiddet uygulanmıştır ama Jivkov ne iktidardayken ne de sonrasında asimilasyon ve soykırım iddialarını kabul etmiştir. (Milliyet Gazetesi, 7 Aralık 1998)
Bulgaristan tarihi Makale Serim
Bulgarlar ve Proto Bulgarların Kimliği
Moesia: Antik Çağ’da Bulgaristan Tarihi ve Arkeolojisi
Ortaçağ’da Bulgaristan: 1. ve 2. Bulgar Krallıkları ve Bizans Dönemi
Osmanlı Döneminde Bulgaristan; Bulgaristan Türklerinin Kırım ve Sürgünü
Balkan Savaşları; Trakya’nın Bulgar Ordusunda İşgali, 1912
Kaynakça
300 Bin Göçmen Kapıda”, Cumhuriyet gazetesi, 23 Ağustos 1989
Boycho (Angel P. Goranov) “Batak ayaklanması ve katliamı.” Sofia, 1892 (repr. Sofia, 1991)
Bulgar iftirası yalan çıktı. Hürriyet Gazetesi. 26 Nisan 2007
McCarthy, Justin. The Ottoman Peoples and the end of Empire. Londra, 1981
McCarthy, Justin. Muslims and Minorties: The Population of Ottoman Anatolia and The End of the Empire. New York: New York University Press, 1983
McCarthy, Justin. Death and Exile: The Ethnic Cleansing of Ottoman Muslims, 1821-1922. Princeton: Darwin Press, 1995
McCarthy, Justin. Ölüm ve Sürgün: Osmanlı Müslümanlarına karşı yürütülen ulus olarak temizleme işlemi 1821-1922. Çev. Bilge Umar. İstanbul: İnkılap Yayınevi, 1995
Millman, Richard. “The Bulgarian Massacres Reconsidered”. İçinde: The Slavonic and East European Review. 58. 2, (Nisan, 1980)
Öztürk, Özhan. Pontus: Antikçağ’dan Günümüze Karadeniz’in Etnik ve Siyasi Tarihi. Nika Yayınevi (3. Baskı) Ankara, 2016
Religion, Ethnicity and Contested Nationhood in the Former Ottoman Space, Editors J. Rgen Nielsen, Jørgen S. Nielsen, Publisher BRILL, 2011, ISBN 9004211330, s. 282
Stécouli- Gabuzzi- Mordtmann, A. S. “Les Réfugiés de la Roumélie en 1878, rapport présenté au Conseil international de santé, par les Drs Mordtmann, Gabuzzi et Stécouli”. İstanbul, 1879
The Turkish Atrocities in Bulgaria, Letters of the Special Commissioner of the Daily News, J.A. MacGahan Esq. With an Introduction and Mr. Schuyler’s Preliminary Report. London, 1876
Yılmaz, Rüştü. “Jivkov Döneminde Bulgaristan Türkleri ve Türkiye’ye Göç Olayı”. Yayımlanmamış Yüksek Linsans Tezi. AÜ Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü. Ankara, 2008
Linkler
https://archive.org/stream/MacGahanTurkishAtrocitiesInBulgaria/MacGahan_Turkish%20Atrocities%20in%20Bulgaria_djvu.txt
Makaledeki kulanilan ilk resimde, turk kadinlar olarak gosterilen,aslinda htistiyan sirb kiyafetleri tasiyor,herhalde turk degil!