Ukrayna Kimliğinin Doğuşu (2)
“Ukrayna” adı, başlangıçta sıradan bir coğrafi terimdi. Slav dillerinde “u krai̯na” — yani “sınır bölgesi” — anlamına gelen bu kelime, ilk kez 12. yüzyıl belgelerinde geçer. Ancak zamanla yalnızca bir yer adı olmaktan çıktı ve bir halkın kimliğini, özgürlük arayışını simgeleyen bir kavrama dönüştü.
Bu dönüşümün ilk işaretleri, Zaporojya bozkırlarında ortaya çıktı. 15. yüzyıldan itibaren, Doğu Avrupa’da beliren yarı-bağımsız askeri topluluklar olan Kozaklar — özellikle Zaporojya Kozakları — hem Polonya-Litvanya Birliği’ne hem de Rus Çarlığı’na karşı kendi özerkliklerini savundu. İnanç, gelenek ve özgürlük, onların toplumsal yapısında birbirinden ayrılmaz unsurlardı. Bu nedenle kurdukları Kozak Hetmanlığı, halkın belleğinde bağımsız bir Ukrayna’nın ilk ifadesi ve direnişin sembolü hâline geldi.
https://www.youtube.com/watch?v=ZzUFwDA3rn0
Burada sık yapılan bir kavram karışıklığına da değinmek gerekir: Slav dünyasındaki Kozaklar ile Orta Asya’daki Türk kökenli Kazaklar, etimolojik olarak aynı kökten gelir. Her ikisinin de kökeninde, Türkçe’de “özgür adam” anlamına gelen qazaq kelimesi vardır. Ancak tarihsel bağlamları ve coğrafi kökenleri farklıdır. Dolayısıyla iki farklı topluluktan söz ettiğimizi unutmamak gerekir.
Ukrayna kimliği sadece savaş meydanlarında değil, kültürel alanda da şekillendi. 19. yüzyılda, özellikle Çarlık Rusyası ve Avusturya-Macaristan egemenliği altındaki Ukraynalılar arasında güçlü bir ulusal uyanış başladı. Bu dönemde Taras Şevçenko, Ukraynaca yazdığı şiirlerle halkın ortak belleğini ve direniş ruhunu besledi. “Biz artık Küçük Rus değiliz; biz Ukraynalıyız” diyerek, etnik ve dilsel aidiyetin altını çizdi.
Bu kültürel uyanış, Rus yönetiminde büyük bir tehdit olarak algılandı. Ukraynaca yayınlar yasaklandı, okullarda Ukraynaca eğitime son verildi. Ancak bu baskı politikaları, halkın direncini zayıflatmak yerine daha da pekiştirdi. Dil, bir direniş aracı ve kimliğin taşıyıcısı hâline geldi.
Ukrayna, yalnızca bir coğrafi alan değil; Doğu Slav dünyasıyla Batı Avrupa arasında yer alan çok katmanlı bir geçiş bölgesidir. Bir yüzü Ortodoks Slav kültürüne, diğer yüzü Katolik ve Latin Avrupa’ya dönüktür. Bu iki dünyanın arasında sıkışmak, Ukrayna’nın tarihsel olarak çok sesli ve dirençli bir kimlik geliştirmesine neden oldu.
Harvard Üniversitesi’nde Ukrayna tarihi profesörü olan Serhii Plokhy (2016), Ukrayna ulusal kimliğinin oluşumunda Kazak geçmişinin ve romantik edebiyatın önemli bir rol oynadığını belirtir. Özellikle Kotlyarevski’nin Eneida adlı eseriyle başlayan bu eğilim, Harkov romantikleri tarafından benimsenen İstoriya Rusov ile güçlenmiştir. Bu metinlerde Kazaklar ayrı bir ulus olarak yüceltilmiş ve Ukrayna tarihi kahramanlık üzerinden yeniden inşa edilmiştir. Plokhy, Hetman topraklarının dili, kültürü ve tarihiyle modern Ukrayna kimliğinin temelini oluşturduğunu vurgular. Ayrıca 1830 Polonya İsyanı‘nın Ukrayna milliyetçiliğini beslediğini ve bu süreçte imparatorluğa karşı belirginleşen bir bağımsızlık arzusunun şekillendiğini ifade eder. Tüm bu gelişmeler, tarihsel temellere dayalı güçlü bir Ukrayna ulus kimliğinin oluşumuna katkı sağlamıştır.
- yüzyılda Ukrayna tarihinde belirleyici bir dönüm noktası olarak öne çıkan figürlerden biri Bohdan Khmelnytsky’dir. 1648’de Zaporojya Kozaklarının önderi olarak başlattığı isyan, yalnızca Polonya-Litvanya Birliği‘nin siyasal tahakkümüne karşı bir ayaklanma değil, aynı zamanda sosyal ve dini eşitsizliklere karşı bir başkaldırıydı. Özellikle Ortodoks köylüler, Katolik soyluların ekonomik ve dini baskılarına karşı kimliklerini ve yaşam tarzlarını savunmak amacıyla bu harekete katıldılar.
Khmelnytsky’nin liderliğindeki bu direniş, kısa sürede daha büyük bir siyasi tercihe evrildi. Ayakta kalabilmek için Rus Çarlığı’ndan destek arayan Khmelnytsky, 1654 yılında Pereyaslav Antlaşması’nı imzalayarak Ukrayna’yı Rusya’nın koruması altına soktu. Başlangıçta eşitlik temelli bir ittifak gibi görünen bu düzenleme, zamanla Ukrayna’nın siyasal özerkliğini aşındıran bir bağımlılık ilişkisine dönüştü.
1649 yılında kurulan Kozak Hetmanlığı, Ukrayna bozkırlarında şekillenen yarı-bağımsız bir yönetim modeliydi. Ortodoks inancı, kırsal yaşam biçimi ve özgürlükçü değerler üzerine kurulu bu yapı hem askeri bir düzenlemeyi hem de halkın siyasal iradesini temsil ediyordu. Ancak Pereyaslav sonrası süreçte bu özerklik giderek daraltıldı. Hetman seçimleri Moskova’nın onayına bağlandı, merkezi kontrol mekanizmaları genişletildi. 1764 yılında II. Katerina’nın kararıyla Hetmanlık tamamen kaldırıldı ve Ukrayna toprakları doğrudan Rus İmparatorluğu’nun yönetimine alındı.
Bu yalnızca idari bir dönüşüm değil, aynı zamanda kültürel bir asimilasyon sürecinin başlangıcıydı. Ukraynaca resmî yazışmalardan çıkarıldı; eğitim ve kamu dili olarak Rusça dayatıldı. Kozak geleneği ve halk kültürü, yüzeyde folklorik bir değer olarak görünse de, sistemli bir biçimde kamusal hafızadan silinmeye çalışıldı. Ukraynalılar, kendi topraklarında kültürel olarak yabancılaştırılmış bireylere dönüştürüldü.
Ancak tüm bu baskılara rağmen Ukrayna’nın kültürel hafızası tamamen silinmedi. Kozak şarkıları, masallar, sözlü anlatılar ve halk ezgileri, ulusal kimliğin küllerinden sızan kıvılcımlar gibi varlığını sürdürdü. Sessiz ama dirençli bir hafıza, ilerideki bağımsızlık mücadelelerinin zeminini hazırladı.
Bugün Khmelnytsky’nin adı Ukrayna’da birçok anıtta yaşatılıyor. Ancak ardında hâlâ tartışmalı bir miras bırakıyor: O, bir özgürlük savaşçısı mıydı, yoksa Ukrayna’yı yüzyıllarca sürecek bir dış egemenliğin eşiğine getiren kişi mi?
1654 Pereyaslav Antlaşması, Ukrayna tarih yazımıyla Rus/Sovyet tarih yazımı arasında önemli bir ayrım noktasıdır. Rus ve Sovyet anlatımları bu antlaşmayı “Rus halklarının yeniden birleşmesi” olarak sunarken, Ukrayna tarihçileri bunu bir ilhak değil, sınırlı özerklik sağlayan stratejik bir konfederasyon anlaşması olarak görür. Ukraynalı tarihçiler, Moskova Knezliği’nin 1654’te din dışında pek ortak yönü olmayan bir aktör olduğunu ve Ukrayna’nın bu tercihi “kötünün iyisi” olarak yaptığını savunur.
Bu yorum, İskoçya ile İngiltere arasındaki 1707 Birlik Antlaşması‘na benzetilerek, Ukrayna’nın Moskova’ya bağlılık ile özerklik hakları arasında bir denge arayışı olarak değerlendirilir. Post-Sovyet tarihçiler ise Çarlık yönetiminin bu özerkliğe saygı göstermediğini vurgulayarak, “faydalı Rus yönetimi” mitini sorgular.
Ayrıca Ukrayna tarih yazımında Kiev Knezliği, Galiçya-Volhinya Krallığı, Kazak Hetmanlığı ve 1917–1921 bağımsızlık deneyimi; 1991’deki bağımsızlık ilanına uzanan kesintisiz bir devletleşme süreci olarak ele alınır. Bu yaklaşım, Ukrayna’nın bağımsızlığına “zahmetsiz kazanılmış” bir hak değil, tarihsel mücadelelerin ürünü olarak bakmaktadır.
Bu çabanın bir parçası olarak 1648’de Osmanlı İmparatorluğu ile kurulan Türk-Ukrayna ittifakı da önemlidir. Ukraynalı tarihçi Omeljan Pritsak’a göre bu stratejik ortaklık, Ukrayna’nın Rusya’ya karşı direnişinin temellerini atmış ve Kazak Hetmanlığı’nın dışa karşı özerklik arayışını güçlendirmiştir.
Modern anlamda Ukrayna ulusal bilinci, 19. yüzyılda gelişmeye başladı. Bu süreçte Ukrayna iki büyük imparatorluğun etkisi altındaydı: Doğuda Rusya, batıda Avusturya-Macaristan.
Batı Ukrayna’daki Galiçya, Bukovina ve Transkarpatya gibi bölgelerde Avusturya yönetimi, Ukrayna kültürüne görece daha fazla ifade alanı tanıdı. Ukraynaca yayınlar desteklendi, eğitimde Ukrayna diline yer verildi ve milliyetçi fikirlerin gelişmesine zemin hazırlandı.
Ancak Rusya cephesinde durum oldukça farklıydı. Çarlık rejimi, Ukrayna kimliğini bir halk hareketi değil, bir ayrılıkçı tehdit olarak gördü. 1863’te çıkarılan Valuev Sirküleri, Ukraynaca yayınları yasakladı. Bu yasaklar, 1905 Devrimi’ne kadar devam etti. Ukraynaca kitaplar toplatıldı; yazarlar, özellikle de Ukrayna edebiyatının kurucusu sayılan Taras Şevçenko, tutuklandı ve sürgün edildi.
Ironik biçimde, bu baskılar Ukrayna kimliğinin uyanışını hızlandırdı. Şevçenko’nun 1840’ta yayımladığı Kobzar adlı şiir kitabı, yalnızca edebi bir eser değil, halkın sesi haline geldi:
“Bizim de ruhumuz var. Bizim de sözümüz. Bizi susturamazsınız!”
Onu, Panteleimon Kulish, Ivan Franko, Lesya Ukrainka gibi yazarlar izledi. Bu entelektüeller hem dili hem halk kültürünü kimlik bilinciyle yeniden inşa ettiler. Gizli yayınevleri, el yazması kitaplar ve yeraltı cemiyetleri Ukrayna kültürel direnişinin omurgasını oluşturdu.
Bu hareket yalnızca elitlere değil, kırsal halka da dayanıyordu. Masallar, türkü sözleri, geleneksel kıyafetlerdeki desenler… Hepsi kimliğin taşıyıcısıydı. Ukrayna milliyetçiliği, Batı Avrupa’daki aristokratik temelli milliyetçiliklerden farklı olarak, halk kültürü üzerine inşa edildi. Bu sayede bastırılması da kolay olmadı.
Birinci Dünya Savaşı‘nın ardından hem Rusya hem de Avusturya-Macaristan çöktüğünde, Ukrayna kısa süreliğine bağımsızlık ilan etti. Ancak bu girişim, Bolşevik saldırıları, iç savaş ve Polonya ile çatışmalar nedeniyle uzun ömürlü olamadı. Yine de bu bağımsızlık denemesi, Ukrayna halkının kolektif hafızasında derin bir iz bıraktı.
Tarih boyunca Ukrayna kimliği, özellikle Rusya’nın tarihsel ve ideolojik bakış açısından sıklıkla bastırılmıştır. Ukraynaca, çoğu zaman “bozulmuş bir Rus lehçesi” olarak tanımlanmış; Ukrayna halkı ise “aslında Rus” olarak görülmüştür. Bu asimilasyoncu yaklaşıma rağmen Ukraynalılar, dil, kültür ve tarihlerini koruma iradesinden vazgeçmemiştir.
Rus tarih yazımı, Ukrayna’yı genellikle daha geniş bir “birleşik Rus uygarlığı” içinde değerlendirmiştir. Bu çerçevede Moskova, Novgorod ve Litvanya Büyük Dükalığı gibi farklı siyasi geleneklere sahip bölgeler, kültürel farklarına rağmen tarihsel olarak bir bütünün parçaları olarak sunulmuştur. “Velikorus” (Büyük Rus), “Malorus” (Küçük Rus – Ukrayna) ve “Belorus” (Beyaz Rusya) üçlemesi, bu birleşik kimlik anlayışının temelini oluşturmuştur.
Buna karşılık, tarihçi Nikolay Kostomarov gibi bazı isimler, Güney Ruslar (bugünkü Ukraynalılar) ile Kuzey Ruslar arasında kültürel ve toplumsal derin farklar bulunduğunu vurgulayarak, Ukraynalıların ayrı bir ulus olarak değerlendirilmesi gerektiğini savunmuşlardır.
Çarlık döneminde uygulanan politikalar, Ukrayna’yı bazen baskıyla, bazen tavizlerle merkeze bağlama yönünde şekillenmiştir. Bu süreç, Ukrayna’nın Rus imparatorluk yapısına entegre edilmesini amaçlamış, fakat bu entegrasyon hiçbir zaman tam anlamıyla gönüllü ya da homojen olmamıştır.
Sovyetler Birliği döneminde ise bu birlikçi tarih anlatısı farklı bir biçim aldı. Bolşevikler, yerel kimlikleri Sovyet ideolojisiyle uyumlu hale getirmek amacıyla “korenizatsiya” (yerelleştirme) politikasını devreye soktu. Bu politika, Ukrayna gibi çok etnisiteli bölgelerde yerel dillerin ve elitlerin desteklenmesini amaçlasa da uzun vadede daha geniş bir Sovyet kimliği yaratma hedefi taşıyordu. Aynı zamanda Rus şovenizmine karşı bir denge arayışı söz konusuydu.
Tüm bu tarihsel süreç boyunca, Ukrayna’nın bağımsız bir kimlik olarak tanınması çabaları, birleşik bir Rus halkı anlatısına karşı sürekli olarak direnç gösterdi. Rus tarihçiliğinde ise Ukrayna, Belarus ve Rusya’nın “doğal bir bütün” olduğu görüşü, imparatorluktan Sovyetler’e ve günümüze kadar süregelen ideolojik bir çizgi olarak varlığını korumuştur.
Yazının Devamı/Tamamı
(1) Rusya-Ukrayna Savaşı: Kimlik, Tarih ve Çatışma
(2) Ukrayna Kimliğinin Doğuşu
(3) Holodomor ve Lebensraum
(4) Çernobil Felaketi, Sovyetler’in Çöküşü ve Ukrayna’nın Bağımsızlığı
(5) 2022 Rusya–Ukrayna Savaşı ve Kaynakça