Güncel Yazılar Savaş Tarihi

Rusya-Ukrayna Savaşı: Kimlik, Tarih ve Çatışma (1)

Ukrayna ve Rusya…
Yüzyıllar boyunca aynı coğrafyada yaşamış, benzer kültürel ve dini kaynaklardan beslenmiş iki halk. Ortak bir geçmişe sahip bu iki toplum, bugün geri dönülmez bir ayrılığın ve kanlı bir çatışmanın tarafları haline geldi.

Bu savaş, yalnızca bir sınır ihtilafı değil, bastırılmış kimliklerin yeniden ortaya çıktığı, farklı tarih anlayışlarının çarpıştığı ve büyük güçlerin çıkar mücadelesine sahne olan çok yönlü bir çatışma. Amerikalı siyaset bilimci Benedict Anderson’un ifadesiyle ‘hayali cemaatler’ olarak şekillenen ulusların, kendilerini nasıl tanımladıkları, bu savaşın özünde yatan temel meselelerden birisi. Ukrayna, kendine özgü bir ulusal hafıza ve kimlik inşa etmeye çalışırken; Rusya, hem tarihsel hem de kültürel olarak bu kimliğin kendi ‘medeniyet alanı’ içinde kaldığını iddia etmekte. Bu noktada Amerikalı siyaset bilimci Samuel Huntington’un öne sürdüğü ‘medeniyetler çatışması‘ tezi de devreye giriyor: çatışma sadece politik değil, aynı zamanda kültürel kodların, tarih algılarının ve kimlik tasavvurlarının karşı karşıya geldiği bir zemin üzerinde şekillenmekte. Sözün özü burada asıl mesele toprak paylaşımı değil; geçmişin, kimliğin ve yeni dünya düzeninin nasıl tanımlanacağı…

Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra, Ukrayna’nın kimliği üzerindeki baskılar azaldı ve yeni bir yön arayışı başladı. Bağımsızlığını kazanan Ukrayna, rotasını Batı’ya çevirdi; Avrupa ile entegrasyona öncelik verirken Rusya ile ortak bir gelecek vizyonunu reddetti. Bu tercih, Moskova tarafından sadece siyasi değil, aynı zamanda tarihsel ve kültürel açıdan da meydan okuma olarak algılandı.

Gelinen noktada, bir zamanlar ‘tarihsel yakınlık’la anılan bağlar yerini ayrışan kimliklere ve çatışan çıkar hesaplarına bırakmış durumda. Anlıyoruz ki bu savaş artık sadece Ukrayna ve Rusya’nın değil, küresel düzenin geleceğini de etkileyecek…

Bugün kan dökülen topraklarda Osmanlı ile Rusya 16. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar tam on iki kez karşı karşıya gelmişti. Özellikle 18. ve 19. yüzyılda yapılan savaşların çoğu Rusya lehine sonuçlandı; bu süreçte Rusya Karadeniz kıyıları ve Doğu Avrupa’da önemli topraklar elde ederken, Osmanlı toprak kayıplarıyla güç kaybetti. Ancak onca yaşanmışlığa rağmen ne yazık ki, bölgenin derin tarihsel dinamiklerini ve Rusya’nın stratejik hesaplarını hâlâ tam olarak kavrayabilmiş değiliz.

Medya üzerinden her gün Ukrayna-Rusya Savaşı’na dair sayısız habere maruz kalıyoruz. Televizyonda, sosyal medyada, gazetelerde… Ama bu savaşın köklerine inebilen, tarihsel bağlamı gerçek anlamda kavrayabilen kaç içerikle karşılaşıyoruz? Medya büyük ölçüde taraflı, üstelik propaganda ile dolu. Bu yüzden bilgi bolluğuna rağmen nadiren klişe yorumların ötesine geçebilen fikirlere rastlayabiliyoruz.

2011 yılında yayımlanan, ancak daha öncesinde kaleme aldığım “Pontus: Antikçağ’dan Günümüze Karadeniz’in Etnik ve Siyasi Tarihi” adlı kitabımda Karadeniz’in kuzeyine dair pek çok tarihsel ayrıntıya yer vermiştim. Ancak dünya değişti. O bilgiler bugün artık güncellenmeye muhtaç. İşte bu nedenle bu programı hazırladım.

Amacım; bin yılı aşan bir tarihsel arka planı, savaşın siyasi ve jeopolitik dinamikleriyle birlikte tarafsız ve kanıta dayalı biçimde sunmak. Sadece bugünü değil, geçmişi ve geleceği birlikte anlamak için…

https://www.youtube.com/watch?v=ZzUFwDA3rn0

Putin’in Tarih Anlayışı ve Ukrayna Savaşı’nın İdeolojik Temelleri

2022 Şubat’ında başlayan Rusya’nın Ukrayna işgali, Soğuk Savaş sonrası Avrupa’nın karşılaştığı en büyük jeopolitik kriz olarak tarihe geçti. Ancak bu savaş yalnızca askeri değil, aynı zamanda tarihsel ve ideolojik bir zemine dayanıyor.

Vladimir Putin, 21 Şubat 2022’de yaptığı konuşmada, ertesi gün başlayacak olan “özel askeri operasyon“un gerekçelerini kamuoyuna sundu. Bu konuşmada, Ukrayna’nın bağımsız bir ulus-devlet olarak varlığı doğrudan sorgulandı. Putin’e göre Ukraynalılar, Ruslar ve Belaruslular; Orta Çağ’daki Kiev Knezliği’nden türeyen, ortak kökene sahip tek bir halk –yani Doğu Slavları – idi.

Bu görüş, yeni benimsenen bir siyasi pozisyon değil; aynı zamanda Putin’in uzun süredir inşa ettiği tarihsel anlatının bir parçası. Bu anlatıya göre Batı, Ukrayna’yı bir “anti-Rus projesi”ne dönüştürmeye çalışmakta, böylece Rusya’nın tarihsel, kültürel ve stratejik etki alanını parçalamayı hedeflemekte. Bu perspektiften bakıldığında Ukrayna ve Belarus’un ulusal kimlikleri dış müdahalelerle şekillenmiş ve dolayısıyla geçici ve meşruiyeti tartışmalı yapılar olarak görülmekte.

Putin’in 12 Temmuz 2021 tarihinde kaleme aldığı “Rusların ve Ukraynalıların Tarihî Birliği Üzerine” başlıklı makale (https://en.kremlin.ru/events/president/news/66181 ), bu tarihsel çerçevenin son derece açık bir şekilde ortaya konduğu metinlerden birisi. Kremlin’in resmî platformlarında hem Rusça hem de Ukraynaca yayınlanan bu metinde, Ukrayna’nın Sovyetler Birliği tarafından yaratıldığı ve Ruslarla Ukraynalılar arasında tarihsel, kültürel ve dilsel birliğin bulunduğu savunmaktadır.

Makaleye göre Ukrayna’nın ayrı bir ulusal kimlik olarak gelişimi Batı destekli müdahalelerin sonucudur. Ayrıca asırlardır süren dinî, dilsel ve etnik bağlara vurgu yapılarak Ukrayna’nın, Velikorus yani “Büyük Rus ulusu”nun ayrılmaz bir parçası olduğu iddia edilmektedir. Bu yaklaşım, Ukrayna’nın egemenlik taleplerini hem tarihsel bir kopuş hem de Rusya’nın çıkarlarına yöneltilmiş bir tehdit olarak görüyor.

Putin’in bu söylemi, Sovyet sonrası dönemde şekillenen ve özellikle 1990’lı yıllarda Boris Yeltsin döneminde formüle edilen Yakın Çevre Doktrini ile de örtüşmektedir. Bu doktrin, Rusya’nın eski Sovyet coğrafyasında nüfuzunu sürdürme stratejisini temel alırken, NATO’nun bölgedeki genişlemesini doğrudan bir tehdit olarak tanımlıyor.

Putin’in tarihsel söylemi; milliyetçi duygular, ideolojik süzgeçten geçirilmiş tarih anlatımı ve jeopolitik kaygılarla şekillenmiş revizyonist bir çerçeveye dayanıyor. Ukrayna’nın bağımsızlık arayışı, bu söylemde yalnızca siyasi değil, aynı zamanda tarihsel ve kültürel bir “sapma” olarak görülüyor. Tabii ki bu söylem Rusya’nın müdahalelerini ideolojik olarak meşrulaştırma amacına hizmet ediyor.

Putin’in söylemi, Amerikalı tarihçi Timothy Snyder’ın “ebediyet siyaseti” (politics of eternity) kavramıyla örtüşüyor. Snyder’a göre bu siyaset biçimi, geçmişi idealize ederek bugünü meşrulaştırıyor; ulusal kimliği sürekli bir tehdit altında göstererek halkı yanına çekiyor. Benzer şekilde, Alman düşünür Carl Schmitt‘in “istisna hali” ve “egemenlik” teorileri, bu tür otoriter rejimlerin kriz üretme yoluyla iktidarlarını pekiştirdiğini açıklar. Siyaset bilimci Jan-Werner Müller ise, popülist liderlerin geçmişe dayalı sembolik tehditleri, bugünün sorunlarını perdelemek ve meşruiyetlerini güçlendirmek için kullandıklarını belirtir. Hepsi bir yerlerden tanıdık geliyor, değil mi?

Bu ideolojik zemin, Ukrayna savaşını yalnızca NATO genişlemesine karşı bir tepki değil aynı zamanda tarihsel ve kültürel bir egemenlik mücadelesi haline getiriyor. Moskova’nın hedefi, Ukrayna’yı yalnızca coğrafi olarak değil, kültürel, siyasi ve ekonomik olarak da yeniden kendi yörüngesine çekmek.

Rusya, 2014 öncesinde doğu ve güney Ukrayna’daki Rusça konuşan nüfusun kendi etkisini kolayca kabul edeceğini düşünüyordu. Ancak bu beklenti tam olarak gerçekleşmedi. 2014’teki Euromaidan (Onur Devrimi), Kırım’ın ilhakı ve Donbas’taki çatışmalar sonrasında Ukrayna’da daha kapsayıcı bir ulusal kimlik gelişti. Bu yeni kimlik, sadece batıdaki Ukraynaca konuşanları değil, doğu ve güneydeki Rusça konuşanları da içine aldı. Sovyetler sonrası dönemde büyüyen genç kuşaklar, tüm sorunlara rağmen, bağımsız bir devlette ve görece özgür bir ortamda yetişti.

Putin’in saldırgan politikaları, Ukrayna toplumunu bölmekten çok, ortak bir kimlik ve direniş duygusu etrafında birleştirdi. Rusya’nın askeri müdahalesi, Ukrayna’nın Batı’yla bütünleşme sürecini hızlandırdı ve Avrupa yönelimini daha belirgin hale getirdi. Mevcut koşullar altında, Moskova’nın Ukrayna üzerinde uzun vadeli ve kalıcı bir egemenlik kurma olasılığı, savaşın seyri ne olursa olsun, kolay olmayacaktır.

Tarihin Peşinde: Kiev Knezliği ve Slav Mirası

Putin’in tarihsel söylemini anlamak için Rus tarih yazımının temel taşlarından biri olan Kiev Knezliği’ne dönmek gerekir. Geleneksel Rus anlatısına göre, bugünkü Rusya, Ukrayna ve Belarus’un ortak kökeni 9. yüzyılda kurulan bu devlete dayanır. Kiev Knezliği, Doğu Slav topluluklarının yanı sıra, kuzeyden gelen İskandinav kökenli Vareglerin (Normanların) etkisiyle şekillenmiştir.

Efsaneye göre, devletin siyasi temeli 882 yılında Vareg kökenli Prens Oleg’in Kiev’i fethetmesiyle atılmıştır. Bu olay, Kiev’i Doğu Slav dünyasının merkezi haline getirmiş ve sonrasında hem Bizans’la ilişkiler hem de Hristiyanlaşma süreciyle Rus-Ortodoks kimliğinin temelleri oluşmuştur.

Rus tarih yazımında Kiev Knezliği’nin kökeni uzun yıllar Normanist ve anti-Normanist yaklaşımlar arasında tartışılmıştır. Normanistler, Rus devlet geleneğinin İskandinav etkilerle kurulduğunu savunurken; anti-Normanist görüş, devletin Slav halklarca, özellikle de Dinyeper’in bir kolu olan Ros Nehri çevresindeki topluluklar tarafından kurulduğunu öne sürer.

Ancak günümüzde bu ideolojik ayrımlar yerini daha dengeli bir yaklaşıma bırakmıştır. Modern tarihçiler, Kiev Knezliği’nin çok-etnisiteli bir yapıya sahip olduğunu ve erken devletleşme sürecinin hem yerel Slav unsurlar hem de dış etkilerle şekillendiğini kabul etmektedir. Ekonomik gelişmeler, ticaret yolları üzerindeki konumu ve Bizans’la kurulan diplomatik ilişkiler, bu devletin tarihsel önemini pekiştirmiştir.

Dolayısıyla Putin’in “tarihsel birlik” söylemi, yalnızca ortak etnik köken iddiasına değil, aynı zamanda bu erken devlet modelinin paylaşılan mirasına dayanmaktadır. Ancak modern ulus-devletlerin doğası göz önüne alındığında, bu tür tarihsel birlik vurguları, günümüzde geçerli olan egemenlik ilkeleriyle çelişmektedir.

Kiev’in erken dönemlerde Doğu Slav dünyasının merkezi hâline gelmesi tesadüf değildi. Şehir, Baltık’tan Karadeniz’e uzanan ticaret yolları üzerinde stratejik bir konumdaydı. Bu coğrafi avantaj, onu kısa sürede bölgenin ticaret ve kültür merkezi haline getirdi.

Ancak Kiev’in tarihsel kimliğini asıl biçimlendiren olay, 988 yılında Knez Vladimir’in Ortodoks Hristiyanlığı kabul etmesi oldu. Bizans’la kurulan bu ittifak, yalnızca bir din seçimi değil; aynı zamanda Latin Katolik Batı yerine Bizans kültür dairesine yönelimi ifade eden bir medeniyet tercihi niteliği taşıyordu. Bu tercihin etkisiyle Kiril alfabesi gelişti, Slav dillerinde ilk yazılı eserler üretildi ve Ortodoks Hristiyanlık Doğu Slav toplulukları arasında ortak bir dini kimlik haline geldi.

Bu tarihsel gelişmeler, bugün Rusya, Ukrayna ve Belarus’un ulusal anlatılarını şekillendiren ortak bir miras oluşturur. Ancak bu miras, günümüzde birliği değil, çoğu zaman ayrılığı beslemektedir. Rus tarih anlatısı Kiev Knezliği’ni “Rus medeniyetinin beşiği” olarak kabul eder; Moskova’nın “Üçüncü Roma” söylemi de bu tarihsel devamlılık iddiasına dayanır. Buna karşılık Ukrayna tarih yazımı, Kiev’i kendi devlet geleneklerinin ve bağımsızlık mücadelesinin merkezi olarak görür. Ortak geçmiş, bu nedenle günümüzde kimlik çatışmasının temelini oluşturmaktadır.

Rus tarihçilere göre Kiev Knezliği, sadece bir yönetim birimi değil; farklı etnik grupların bir araya geldiği, askeri ve ekonomik yollarla güçlendirilmiş çok kültürlü bir yapıdır. Vareg kökenli Prens Oleg’in 882 yılında başkenti Kiev’e taşımasıyla, kuzeydeki Novgorod ile güneydeki Kiev birleşmiş ve Doğu Slav kabileleri ilk kez ortak bir siyasi yapı altında toplanmıştır.

Buna karşın Ukraynalı tarihçiler, özellikle Ukrayna tarih yazımının kurucusu kabul edilen Mykhailo Hrushevsky, Kiev’in bağımsız ve özgün bir devletleşme sürecinin merkezi olduğunu öne sürerler. Bu görüş, Rus anlatısından farklı, yerel odaklı alternatif tarih inşasına zemin hazırlar. Kiev’in devletleşme süreci yalnızca siyasi değil, aynı zamanda kültürel ve askerî açılardan da önemlidir. Prens Svyatoslav, Doğu Slav topraklarını göçebe akınlarına karşı başarıyla savunmuş, Hazar Kağanlığı’na karşı yürüttüğü seferlerle Volga’ya kadar sınırları genişletmiş ve Karadeniz’e inen ticaret yollarını güvence altına almıştır. Svyatoslav’ın ardından tahta çıkan oğlu Vladimir, 988’de Hristiyanlığı kabul ederek devletin dinsel ve kültürel birliğini pekiştirmiştir. Bu dönüşüm, manastırların ve okulların kurulmasına, Kiev’de ilk kütüphanenin açılmasına ve sosyal yapının yeniden şekillenmesine yol açmıştır.

Kiev Knezliği’nin zirvesi, Bilge Yaroslav döneminde yaşanmıştır. Bu dönemde Doğu Slav toprakları büyük ölçüde Kiev merkezli bir siyasal yapı altında birleşmiş, hanedan evlilikleriyle devletin uluslararası itibarı artmıştır. Yaroslav, “Ruskaya Pravda” (Rus Adaleti) yasasıyla ilk yasal düzenlemeyi yapmış; Kiev Ayasofya Katedrali gibi önemli dinî ve kültürel yapılar inşa edilmiştir. Polonya’ya karşı düzenlenen askerî seferlerle güneybatı toprakları Rus denetimine geçmiştir.

Tüm bu gelişmeler, Kiev Knezliği’ni yalnızca bir tarihsel başlangıç noktası değil, aynı zamanda Rusya ve Ukrayna’nın ulusal hafızalarında farklı şekillerde yankı bulan bir sembol haline getirmiştir. Bugün Kiev, yalnızca Ukrayna’nın başkenti değil, aynı zamanda bağımsızlık mücadelesinin tarihsel ve kültürel dayanağıdır.

Altın Orda Hanlığı

13.yüzyılda, Doğu Avrupa’yı sarsan büyük bir dönüşüm yaşandı. Cengiz Han’ın torunu Batu Han önderliğindeki Moğol orduları, 1237–1240 yılları arasında Slav topraklarını işgal etti. Bu süreçte Kiev, 1240 yılında yerle bir edilerek, bölgenin siyasi, kültürel ve dini merkezi olma vasfını kaybetti. Bu yıkım, sadece fiziksel değildi, aynı zamanda bölgenin tarihini şekillendiren bir dönüm noktasıydı.

Moğollar, fethettikleri topraklarda doğrudan yönetim kurmadılar. Yerel knezliklere (yani Slav prensliklerine) özerklik tanıdılar; ancak ağır vergiler, askerî yükümlülükler ve hükümdar atamaları Moğol onayına bağlandı. Böylece Slav topraklarında görünüşte bağımsız, gerçekte Altın Orda’nın denetiminde olan bir yapı oluştu. Bu dönem, Doğu Slav dünyasında merkeziyetçi bir devlet yapısının temellerinin atıldığı süreç olarak değerlendirilebilir.

Moskova Knezhliği bu yeni düzende hızla öne çıktı. Ivan Kalita gibi liderler, Moğollara sadakat göstererek ve düzenli vergi toplayarak hem rakip knezliklerin etkisini kırdılar hem de Altın Orda’nın güvenini kazandılar. Bu pragmatik işbirliği, Moskova’nın siyasi ve ekonomik gücünü artırdı. Ortaya çıkan merkezi yönetim anlayışı, gelecekteki Çarlık Rusyası’nın otoriter yapısının öncülü haline geldi.

Altın Orda’nın egemenliği kültürel asimilasyonla değil, yapısal dönüşümle kendini gösterdi. Moğollar, Ortodoks inancına dokunmadı, kendi kültürlerini dayatmadılar. Bu durum, Rus knezlerinin kısa vadede boyun eğmeyi stratejik bir tercih olarak görmesini sağladı. Alexander Nevski gibi liderler, ulusal birliği korumak ve zamanla boyunduruğu kırmak için bu çizgiyi benimsedi. Rus-Ukraynalı tarihçi Nikolay Kostomarov’a göre, bu strateji sayesinde kültürel süreklilik korunmuş ve Moğol tahakkümüne karşı uzun vadeli bir direnç zemini oluşmuştur.

Ancak tüm Slav knezlikleri bu yaklaşımı benimsemedi. Galiçya-Volhinya Prensi Daniel, Moğol egemenliğine karşı açık direnişi seçti. Ancak 1259 yılında, Moğol komutan Burunday’ın zorlamasıyla Galiçya şehirlerinin surları yıkıldı. Bu olay, bölgenin savunmasız kalmasına, ekonomik gerilemesine ve Litvanya akınlarının artmasına yol açtı. Daniel’in 1264’teki ölümüyle birlikte prenslik zayıfladı ve parçalandı.

Bu zayıflama, Güney Slav topraklarını Batılı güçlerin müdahalesine açık hale getirdi. 14. yüzyılın ortalarında Polonya Kralı III. Casimir, Prens Yuri Boleslav’ın 1340’ta zehirlenmesiyle oluşan güç boşluğunu fırsat bilerek Galiçya’yı ilhak etti ve “Rus Prensi” unvanını aldı. Aynı dönemde Litvanya ve Macaristan gibi devletler de bölgede etkinlik kurmaya çalıştı.

Moğol istilasının ardından Dinyeper ve Don nehirleri arasındaki geniş topraklar büyük ölçüde boşaldı. Zamanla bu bölgeye Rus nüfus yerleştirildi. Özellikle Doğu Ukrayna’da yaşanan bu demografik değişim, uzun vadede kültürel ve siyasi farklılaşmaya yol açtı.

Böylece Slav dünyasında iki farklı tarihsel yön belirdi: Kuzeyde, Moskova merkezli ve Moğol işbirliği sayesinde güçlenen merkezi bir Rus devleti yükselirken; güneyde, bugün Ukrayna topraklarını kapsayan alanda parçalanmış bir siyasi yapı, çoklu dış müdahaleler ve karmaşık bir kültürel kimlik gelişti.

Yazının Devamı/Tamamı

(1) Rusya-Ukrayna Savaşı: Kimlik, Tarih ve Çatışma
(2) Ukrayna Kimliğinin Doğuşu
(3) Holodomor ve Lebensraum
(4) Çernobil Felaketi, Sovyetler’in Çöküşü ve Ukrayna’nın Bağımsızlığı
(5) 2022 Rusya–Ukrayna Savaşı