Holodomor ve Lebensraum (3)
Holodomor
1917’de Ekim Devrimi’nin ardından Rus Çarlığı çöktü ve Bolşevikler iktidarı ele geçirdi. Devrimin etkisi, yalnızca Rusya’yı değil, Avrupa’nın doğusunu da sarstı. Bu siyasi sarsıntı, Kiev’e kadar ulaştı ve Ukrayna topraklarında da tarihsel bir kırılmaya yol açtı.
Şubat Devrimi sonrasında yaşanan iktidar boşluğu, Ukrayna halkına tarihte ilk kez kendi adlarıyla bağımsız bir siyasal yapı kurma imkânı sundu. Bu fırsatı değerlendiren Ukraynalılar, Kiev’de Rada adlı geçici bir parlamento oluşturdu. Önce özerklik ilan edildi; ardından, 22 Ocak 1918’de Ukrayna Halk Cumhuriyeti, modern anlamda bağımsızlığını ilan etti.
Bu yeni devlet, kısa sürede birçok reform başlattı. Ukraynaca resmî dil olarak kabul edildi; parlamento işlevselleştirildi; toprak reformları planlandı. Ancak Ukrayna Halk Cumhuriyeti, çevresindeki iç savaşlar, dış müdahaleler ve Bolşevik tehdidi nedeniyle uzun ömürlü olamadı.
1919’da Bolşevik Kızıl Ordu Kiev’i ele geçirdi. Rada hükümeti önce batıya çekildi, ardından sürgüne gitti. Doğu Ukrayna, Sovyet kontrolüne girdi. Aynı dönemde, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun çöküşüyle Batı Ukrayna’nın kaderi yeniden değişti: bu toprakların bir kısmı Polonya’ya, diğer kısımları ise Romanya’ya bağlandı. Ancak bu durum da geçiciydi. 1939’da İkinci Dünya Savaşı’nın başında Stalin, bu bölgeleri Sovyetler Birliği’ne kattı.
https://www.youtube.com/watch?v=ZzUFwDA3rn0
Kısa ömürlü olmasına rağmen, Ukrayna Halk Cumhuriyeti deneyimi ulusal hafızada derin bir iz bıraktı. “Bir gün yeniden özgür olacağız” inancı, özellikle diaspora topluluklarında uzun yıllar boyunca canlı kaldı. Sürgündeki Ukrayna hükümeti sadece sembolik olarak değil, aynı zamanda bir hafıza ve umut kaynağı olarak varlığını sürdürdü.
1922’de Sovyetler Birliği resmen kurulduğunda, Ukrayna Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti de bu birliğin kurucu “dört cumhuriyetinden” biri oldu. Ancak bu, gerçek bir bağımsızlık anlamına gelmiyordu. Yalnızca çarın yerini bu kez merkezi bir parti devleti almıştı.
Lenin’in ilk yıllarında “ulusların kendi kaderini tayin hakkı” ilkesi öne sürüldü. Bu, kısa süren NEP (Yeni Ekonomi Politikası) dönemi boyunca Ukrayna’nın sınırlı da olsa kültürel ve siyasal özerkliğe kavuşmasını sağladı. Fakat bu özgürlük, Sovyet rejiminin güçlenmesiyle birlikte hızla geri alındı. 1920’lerin sonunda Stalin, iktidarı tamamen ele geçirdi. Ukrayna için en karanlık dönem böylece başlamış oldu.
Stalin döneminde uygulanan zorunlu kolektivizasyon politikalarıyla birlikte Ukrayna’daki bireysel toprak mülkiyeti sona erdirildi. Küçük çiftlikler birleştirilerek kolhoz adı verilen kolektif çiftliklere dönüştürüldü. Ekonomik olarak başarılı, bağımsız ya da direniş gösteren köylüler “kulak” (zengin köylü) olarak damgalanıp baskıya maruz kaldı. Tahıl üretimi doğrudan devletin denetimine alındı; ancak Moskova’nın belirlediği üretim kotaları gerçekçi değildi ve uygulamada köylülerin yaşamsal gıda ihtiyaçlarını karşılamalarına olanak tanımadı.
1932–1933 yıllarında yaşanan kıtlık felaketi, çeşitli idari ve siyasi kararlarla daha da derinleşti:
- Tahıl ambarları devlet tarafından mühürlendi,
- Gıda ithalatı yasaklandı,
- Köylere giriş-çıkışlar kısıtlandı,
- Açlıktan kurtulmak isteyenlerin bölge dışına çıkmasına izin verilmedi.
Bu politikalar sonucunda milyonlarca insan hayatını kaybetti. Ukrayna’da yaşanan bu kıtlık, bazı araştırmacılar ve ülkeler tarafından soykırım olarak tanımlanırken, tarihsel değerlendirmelerde bu nitelendirme hâlen tartışmalı bir konu olmaya devam etmektedir.
Böylece Ukrayna kırsalı, sistematik bir açlığa mahkûm edildi. 1932–1933 arasında yalnızca birkaç ayda 3 ila 7 milyon arasında insan açlıktan hayatını kaybetti. Bazı köylerde nüfusun %80’i yok oldu. Aileler çocuklarını toprağa gömdü. Yamyamlık vakaları belgelenmişti.
Ancak bu trajedi, Sovyet belgelerinde hiçbir zaman yer almadı. Resmî kayıtlarda Ukrayna’nın “rekor üretim” yaptığı yazılıydı. Oysa yaşananlar, Ukrayna tarihinde Holodomor adıyla anılan bir felaketti.
Kelime anlamıyla “açlıktan ölüm” olan Holodomor, Ukrayna tarafından bilinçli bir soykırım politikası olarak tanımlanmaktadır. Bu sadece bir insani felaket değil, aynı zamanda bir inkârın ve sessizliğin politikasıdır. Fotoğraflar saklandı, tanıklar susturuldu, belgeler yok edildi. Amerikalı tarihçi James Mace, bu kıtlığı Stalin’in Ukrayna milliyetçiliğini bastırmak amacıyla planladığı kasıtlı bir soykırım olarak tanımlamıştır. Mace’e göre bu, Ukrayna halkına karşı “ilan edilmemiş bir savaş” olup tüm siyasi, askerî ve ekonomik araçlarla halkın hem fiziken hem de ruhen yok edilmesini hedeflemiştir.
Rusya ise bu iddiaları reddetmektedir. Moskova yönetimi, Holodomor’un yalnızca Ukrayna’ya özgü olmadığını; aynı dönemde Kazakistan, Volga bölgesi ve Güney Rusya gibi bölgelerde de benzer kıtlıkların yaşandığını savunmaktadır. Rus tarihçilerine göre kıtlık, kötü planlama, doğal afetler ve ekonomik yetersizliklerden kaynaklanmış, Stalin’in kıtlığı sona erdirmek için yardım kararnameleri çıkardığı iddia edilmiştir.
Vladimir Putin, 2008’de yaptığı açıklamada şöyle demişti:
“Holodomor’un kurbanları yalnızca Ukraynalılar değildi. O dönemde birçok Sovyet vatandaşının çektiği acılar, etnik kökene göre ayrıştırılamaz.”
Bugün ABD, Kanada, Fransa, Almanya ve İtalya’nın da aralarında bulunduğu 20’den fazla ülke Holodomor’u bir soykırım olarak tanımaktadır. Diplomatik ve jeopolitik dengeleri gözeten Türkiye ise bu konuda resmî bir tanıma yapmamıştır.
Holodomor, yalnızca milyonlarca insanın yaşamını değil, bir halkın kültürel varlığını da hedef aldı. Ukrayna’nın kırsal nüfusu ezildi, köylü kültürü kırıldı, milliyetçi bilinç bastırıldı. Kiliseler kapatıldı. Yazarlar, sanatçılar, akademisyenler — “Ukrayna Rönesansı”nın öncüsü olan aydınlar — tutuklandı, sürgüne gönderildi ya da kurşuna dizildi.
Ukrayna tarihi söz konusu olduğunda Holodomor’un geçmişte kalmadığını, hala kanamaya devam eden bir hafıza yarası olarak bugün devam eden kimlik mücadelesinin bir parçası olduğunu söylemek mümkündür.
Lenin ve Stalin arasındaki görüş ayrılığı, Ukrayna millî kimliğinin şekillenmesinde belirleyici bir rol oynamıştır. Lenin, Ukrayna halklarının bağımsızlık ve kendi kimliklerini belirleme hakkını savunurken; Stalin ve sonrasında Putin, Ukraynalıları yalnızca Rusya’ya bağlı özerk bir etnik grup olarak görmüştür. Plokhy’ye göre bu yaklaşım, geçmişteki etnik eşitsizlikleri yeniden canlandırma ve Ukrayna’nın kültürel-siyasi kimliğini bastırma çabasıdır.
Ancak bu baskıcı politika, Ukrayna’da daha güçlü bir ulusal bilinç ve direniş duygusunun gelişmesine neden olmuştur. Ukrayna halkı, sadece bir devlet olarak değil, aynı zamanda kültürel, dilsel ve etnik kimliğini koruma kararlılığıyla da kimliğini savunmuştur. Bu nedenle Stalin ve Putin’in Ukrayna’yı “etnik grup” olarak sınırlama çabaları, tarihsel olarak Ukrayna’nın millî kimliği için bir tehdit olarak algılanmıştır
Lebensraum
1939’da tarihin yönünü değiştiren bir belge imzalandı: Molotov-Ribbentrop Paktı. Nazi Almanyası ile Sovyetler Birliği, Doğu Avrupa’yı kendi etki alanlarına bölme konusunda gizli bir anlaşmaya vardı. Bu gizli protokollerle Polonya ikiye bölündü; Batı Ukrayna Sovyetler tarafından işgal edildi. Resmî söyleme göre bu, kaybedilmiş toprakların ‘ana vatana’ dönüşüydü. Gerçekteyse Ukraynalılar için bu, başka bir dış gücün boyunduruğu altına girişti.”
İşgalin hemen ardından Sovyetleştirme süreci başladı. Okullarda Ukraynaca yerine Rusça dayatıldı, yerel liderler tutuklandı, binlerce aile sürgün edildi. Ukrayna kimliği sistemli şekilde bastırıldı. Bu travma henüz sindirilmemişken, 22 Haziran 1941 sabahı Nazi Almanyası Barbarossa Harekâtı’nı başlatarak Sovyet topraklarını işgale girişti.
Ukrayna bir kez daha savaşın ortasında kaldı. Alman birlikleri hızla ilerleyerek ülkeyi işgal etti. Ancak bu sadece askerî bir operasyon değildi; aynı zamanda bir soykırımdı. Naziler, özellikle Yahudi nüfusu hedef aldı. En kanlı örneklerden biri Kiev yakınındaki Babyn Yar’da yaşandı: Sadece iki günde yaklaşık 33.000 Yahudi, makineli tüfeklerle infaz edildi.
Nazi ideolojisi açısından Ukrayna, ‘yaşam alanı’ (Lebensraum) projesinin bir parçasıydı. Yerel halk köleleştirilmeli, kültürel kimlik yok edilmeliydi. Ukraynalılar bir kez daha iki totaliter rejim arasında sıkıştı:
- Bir yanda Stalin’in Sovyetleri,
- Diğer yanda Hitler’in Nazileri,
- Ve ortada, kendi kaderini tayin etme arzusu taşıyan Ukrayna Ayaklanma Ordusu (UPA).
Bazı Ukrayna milliyetçileri, Sovyet baskısından kurtulmak umuduyla Nazi iş birliğine yöneldi. Stepan Bandera’nın liderliğindeki Ukrayna Milliyetçileri Örgütü (OUN), bağımsız bir devlet kurma girişiminde bulundu. Ancak Naziler kısa sürede Ukrayna milliyetçilerini tutukladı ve hedef almaya başladı. Batı Ukrayna, bu dönemde hem Nazi hem Sovyet hem de milliyetçi güçler arasında geçen çok katmanlı bir çatışma alanına dönüştü.
Bu dönemde:
- Naziler Yahudi nüfusu sistemli biçimde yok etti,
- Ukraynalı milliyetçiler, bazı Polonya köylerinde etnik temizlik gerçekleştirdi,
- Polonyalılar ise buna karşılık Ukraynalı sivillere yönelik intikam saldırıları düzenledi.
Bu karşılıklı şiddet, Batı Ukrayna’da etnik gerilimleri derinleştirdi. Stepan Bandera’nın ismi, Rusya tarafından yıllarca Ukrayna milliyetçiliğinin ‘faşist’ temsili olarak kullanıldı. Kremlin anlatısına göre Bandera’nın Nazi iş birliği, günümüz Ukrayna yönetimlerinin de Batı güdümlü ve aşırı milliyetçi olduğu iddiasının temelidir. 2014 sonrası Ukrayna iktidarları hâlâ bu ‘Banderacı‘ etiketiyle suçlanmaktadır.
Ancak Nazilerle yaşanan hayal kırıklığı, Ukrayna Ayaklanma Ordusu’nun yönünü değiştirdi. 1942’de kurulan UPA, hem Nazi işgaline hem Sovyet hâkimiyetine karşı silahlı mücadele başlattı. Gerilla savaşı, orman baskınları, köylü desteğiyle yürütülen sabotajlarla hareket ettiler. Ancak UPA’nın bazı birlikleri, özellikle Volhynia bölgesinde binlerce Polonyalı sivile yönelik etnik temizlikle suçlanmaktadır. UPA’nın mücadelesi bu nedenle hem bağımsızlık arayışı hem de trajik etnik çatışmaların mirası olarak iki yüzlü bir tarihsel rol üstlenmiştir.
1944’te Kızıl Ordu yeniden Ukrayna’ya girdi. Resmî söylem bu gelişmeyi ‘kurtuluş‘ olarak tanımladı. Ancak Batı Ukrayna’da bu, Sovyet baskısının yeniden başlaması anlamına geliyordu. Milliyetçi direnişi bastırmak için Sovyetler, topyekûn bir karşı harekât başlattı. 1946 yılında tek bir yıl içinde 5.000’in üzerinde çatışma kayda geçti. Köyler yakıldı, binlerce kişi sürgün edildi, Katolik kiliseleri kapatıldı.
UPA, NKVD (Sovyet İçişleri Halk Komiserliği) karargâhlarına, Sovyet yöneticilerine ve toplulaştırma girişimlerine saldırılar düzenledi. Ancak güç dengesi giderek Sovyetlerden yana döndü. UPA liderleri tek tek yakalandı, bazıları infaz edildi. 1950’lerin başında örgüt fiziken sona erdi. Fakat fikir olarak halk belleğinde yaşamaya devam etti. Bu hafıza, 1980’lerin sonunda milliyetçi uyanışa, 2014 Euromaidan protestolarına ve günümüzdeki direniş ruhuna ilham verdi.
Yeniden İnşa
1. Dünya Savaşı’nın ardından Ukrayna toprakları büyük bir yıkıma uğramıştı. Milyonlarca insan hayatını kaybetmiş, şehirler ve köyler harabeye dönmüştü. Bu yıkımın ardından Sovyetler Birliği, Stalin’in emriyle bölgede geniş çaplı bir “yeniden inşa” süreci başlattı. Ancak bu süreç, yalnızca fiziki yapıları değil, toplumsal yapıyı da Sovyet ideolojisine göre şekillendirme amacını taşıyordu.
Merkezi planlamaya dayanan bu kalkınma modeliyle sanayi hızla geliştirildi; büyük fabrikalar kuruldu, işçi sınıfı idealleştirildi. Ancak bu ekonomik büyümenin bedelini çoğunlukla Ukraynalılar ödedi. Kırsal yaşam biçimi ve geleneksel köylü kültürü sistematik biçimde bastırıldı. Ukraynaca geri plana itildi, yerini giderek daha baskın biçimde Rusçaya bıraktı. Eğitimden bürokrasiye, kamu yaşamından kültürel üretime kadar her alanda Rusça hâkim dil hâline getirildi.
Sovyet ideolojisinin “tek millet, tek hedef” anlayışı, aslında çok uluslu Sovyet halkları içinde bir Ruslaştırma politikasıydı. Ukrayna kimliği açıkça yok edilmiyor, ancak sessizce silinmeye çalışılıyordu. Stalin’in ölümünden sonra rejim biraz yumuşasa da bu baskı politikaları ortadan kalkmadı. KGB sadece silahlı örgütlenmeleri değil, düşünsel ve kültürel üretimleri de tehdit olarak görüyordu.
Yazının Devamı/Tamamı
(1) Rusya-Ukrayna Savaşı: Kimlik, Tarih ve Çatışma
(2) Ukrayna Kimliğinin Doğuşu
(3) Holodomor ve Lebensraum
(4) Çernobil Felaketi, Sovyetler’in Çöküşü ve Ukrayna’nın Bağımsızlığı
(5) 2022 Rusya–Ukrayna Savaşı ve Kaynakça