Güncel Yazılar Okültizm

Illuminati: Algının İnşası, Gerçeğin Tahribi (2)

Walpurgis ve Sembolik Başlangıç

Toplantı için 1 Mayıs’ın seçilmesi tesadüf değildi. Bu tarih, binlerce yıldır Avrupa’da kutlanan Bahar Bayramının, yani Keltlerin bereket ve doğurganlığın simgesi olarak gördüğü ışık ve şifa tanrıçası Beltane onuruna düzenlediği ateş festivalinin Hristiyanlık sonrası büründüğü formdu. Madem yeri geldi konuyla çok alakalı olmasa da öyle wikipedia’da internette falan bulamayacağınız ilginç ve bizden bir dip not bilgisi vereyim. Türk halk edebiyatı araştırmalarının öncüsü Pertev Naili Boratav, 100 Soruda Türk Folkloru adlı kitabının 220. Sayfasında 1572 yılına ait bir Osmanlı kaydına dayanarak Mudurnu’da halkın Betlem Bayramı adını verdiği bir eğlencede Paskalya günü ateşin üzerinden atlamasını bir zamanlar Anadolu’ya yerleşen Kelt asıllı Galatlara bağlamıştı. Yani ona göre Müslümanlığa geçen halk bırakın Hristiyanlığı çok daha önceki dönemlerine ait pagan bir adetini -ki Galatlar Anadolu’ya MÖ 3. Yüzyılda gelmişti- bir Kelt tanrıçasının adıyla yaşatıyordu. Metin And hocamız da Hasır Küfrü adıyla bahseder ki daha fazlasını 2009 yılında yayınlanan Folklor ve Mitoloji Sözlüğü adlı çalışmamda anlatmıştım. Türk, Hint ve İran kültüründe de ateş kültüne Nevruz ve benzeri kutlamalarda benze adetlere rastlıyoruz tabii ama Mudurnu’da ki isim 1800 yıl sonra oldukça garip.  Neyse konuya dönersek Baharın gelişini müjdeleyen günden önceki gece yani 30 Nisan gecesi, Walpurgis Gecesi olarak biliniyordu ki halk arasında cadılarla, kötü ruhlarla ve doğaüstü varlıklarla ilişkilendirilirdi.

İlluminati’nin bu tarihi seçmesi hem ezoterik hem sembolik bir anlam taşıyordu. Yeni bir düzenin doğumu, eski düzenin karanlığından süzülerek gelmeliydi. Tıpkı baharın gelişi gibi, ama bu kez doğa değil, toplum dönüşecekti. Weishaupt için ideal toplum, dışarıdan bakıldığında özgür, ancak içeriden tamamen denetlenen bir sistemdi. Ve bu sistemin merkezinde, görünmeyen ama her şeyi gören bir zihin vardı.

Aydınlanmışların Gölgesi

İlluminati kelimesi, ilk kez 18. yüzyıl Bavyera’sında ortaya çıkmış gibi görünse de, aslında bu kavramın kökleri çok daha eskiye uzanır. Latince “illuminatus” kelimesi, “aydınlanmış” anlamına gelir ve antik çağlardan itibaren çeşitli gizem okullarına ya da inisiyatik geleneklere mensup bireyleri tanımlamak için kullanılmıştır. Eski Yunan’ın Eleusis gizemlerinden, Hristiyanlığın vaftiz yoluyla ruhani aydınlanma arayışına kadar pek çok gelenekte, “aydınlanma” hem dünyevi bir bilgeliği hem de ilahi bir hakikati ifade ederdi.

Adam Weishaupt’un kurduğu Illuminati örgütü, insanlığın yüzyıllardır peşinden koştuğu aydınlanma ülküsünün modern dünyadaki bir yansıması değildi sadece. Bu kadim idealin, akıl ve bilimin ışığında seküler biçimde yeniden yorumlanmış bir tezahürüydü. İlahi bir vahiyden değil; eğitim, özgür düşünce ve bilimsel ilerlemeden besleniyordu. Bu düşünce, çağdaş siyaset ve teoloji literatüründe İngilizce “immanentizing the eschaton” – yani kurtuluşun veya kıyametin insan eliyle dünyaya indirgenmesi – olarak bilinen fikirle benzerlik gösterir. Bu kavram, özellikle 20. yüzyılda siyaset filozofu Eric Voegelin tarafından ortaya atılmış ve totaliter ideolojilerin ütopyacı eğilimlerini eleştirmek amacıyla kullanılmıştır. Voegelin’e göre, kutsal olanı dünyevileştirme çabası, insanı felakete sürükleyen bir sapmadır. Dolayısıyla bu ifade, genellikle uyarıcı ve eleştirel bir tonla kullanılmıştır.

Bu ideal, sadece Weishaupt’a ait değildi. 5. yüzyılda yaşamış Zerdüşt din adamı Mazdek, tüm mülkiyetin ortak olduğu, eşitliğe dayalı bir toplum hayal etmişti. Hristiyanlığın binyıl cenneti Milenarizm (yani Mesih’in dönüşüyle birlikte 1000 yıl sürecek bir “ilahi barış ve adalet düzeni” kurulacağı inancı), Yahudiliğin Mesih’le gelecek mükemmel krallığı, hepsi bu ütopyacı arayışın farklı versiyonlarıydı. Bu arayış, farklı çağ ve coğrafyalarda tekrar tekrar sahneye çıktı: 9. yüzyılda Basra Körfezi’nde Karmatîler, özel mülkiyeti ve sınıfsal ayrıcalıkları reddeden eşitlikçi bir komün düzeni kurmuştu. 15. yüzyıl Osmanlı Rumeli’sinde Şeyh Bedreddin, mülkiyetin ve kaynakların halk arasında ortaklaştırılmasını savunuyordu. 16. yüzyılda Almanya’nın Münih kentinde Anabaptistler, dini temelli bir ortak yaşam deneyimine girişti. 19. yüzyıl İran’ında Babîlik ve onun devamı olan Bahailik, evrensel kardeşlik ve eşitliğe dayalı bir toplum öneriyordu. Aynı yüzyılda Amerika’da kurulan Oneida Komünü ise mülkiyetin ve çocuk yetiştirmenin bile kolektif olduğu bir ütopya kurmaya çalıştı. 20. yüzyılda Theosophical Society gibi ezoterik akımlar, insanlığı ruhsal tekâmül yoluyla sınıfsız birliğe ulaşmaya çağırdı. Daha yakın dönemde, Scientology gibi bazı modern hareketler, bireyin ruhsal olarak arınarak seçkinleşmesi gerektiği fikrini savundu. Tüm bu hareketler, ortak bir temada birleşiyordu: insanlığın adalet, eşitlik ve ortak iyilik temelinde yeniden örgütlenmesi arzusu.

Weishaupt’un özgün katkısı, bu eski düşünceyi sistemli bir örgütlenmeye dönüştürmesiydi. Açıkça propaganda yapmak, kitleleri sokaklarda etkilemek yerine; gizlilik, sızma ve uzun vadeli zihinsel dönüşüm esasına dayalı bir yapılanma önerdi. Gizliliğe o kadar önem veriyordu ki, üyeler gerçek kimliklerini bile birbirinden gizliyor, iletişimde kod isimler ve semboller kullanılıyordu. “Kendini gizle; hakikatin yayılması için önce görünmez olmalısın” diyen Weishaupt, bu disiplinle örgütünü büyüttü.

Adam Weishaupt Kimdir?

Adam Weishaupt’un hayatı, aydınlanma çağının çelişkileriyle yoğrulmuştu. 1748 yılında Ingolstadt’ta doğan Johann Adam Joseph Weishaupt, küçük yaşta babasını kaybetti. Onu büyüten kişi, bir hukukçu olan vaftiz babası Baron Johann von Ickstatt’tı. Ickstatt, dönemin Cizvit kontrolündeki Ingolstadt Üniversitesi’nin yöneticisiydi ve birçok “yasaklı” ve ezoterik kitabı barındıran geniş bir kütüphaneye sahipti. Genç Adam, bu eserlerle erkenden tanıştı ve sıra dışı bir düşünce dünyasına adım attı.

15 yaşında hukuk eğitimine başlayan Weishaupt, 20 yaşında profesör oldu. Akademik yükselişi hızlıydı ve Cizvitlerin entelektüel disipliniyle yoğrulmuştu. Cizvitler, Katolikliğin gizli ordusu gibi çalışan, üstün bir hiyerarşi ve disiplin anlayışına sahip bir topluluktu. Eğitimlerinde akıl yürütme becerilerini, gerekirse ahlaki çarpıtmalarla bile olsa, ikna aracı olarak kullanmayı öğretiyorlardı. Weishaupt bu yöntemi, insan zihnini yönlendirmeye yönelik ince bir ikna mühendisliği olarak görebilirdi.

1773 yılında Papa XIV. Clemens, Cizvit tarikatını resmen feshetti. Bu, Weishaupt için bir fırsat oldu. Onların sistemini ve organizasyon becerisini model alarak, kendi gizli cemiyetini kurmaya yöneldi. Düşüncesi netti: insanları yönlendirmek için gizemlere ihtiyaç vardır. “İnsan zihninin bu zayıflığını, yüce bir amaç için kullanacağım,” diyordu. O amacın adı ise: insanlığı özgür ve mutlu kılmaktı. Ama önce, onları “iyi” yapmalıydı. Ve bu da Weishaupt’a göre, Cizvitler’den öğrendiği yönlendirme, aldatma ve hatta baskı yoluyla mümkündü.

Tarikatın Mimarisi

Adam Weishaupt’un kurduğu İlluminati, basit bir düşünce kulübü ya da rastgele bir arkadaş grubu değildi. Bu yapı, askeri disiplinle örülmüş, çok katmanlı, gizliliği esas alan bir hiyerarşi üzerine inşa edilmişti. Weishaupt’un dehası, örgütün biçiminde yatıyordu: her üyenin sadece bir üstünü tanıdığı hücre sistemi, emir-komuta zincirini görünmez kılıyor, örgütü dış tehditlerden koruyordu. Tıpkı Cizvitler gibi, İlluminati de “mükemmelin gölgesinde” hareket ediyordu. Ancak onların amacı ruhani değil, toplumsaldı.

Örgüt üyeleri, üç temel aşamadan geçiyordu: “Hazırlık Dönemi, Aydınlanma Süreci ve Ustalık Seviyesi. Cemiyete katılan yeni üyeler, yalnızca düşünsel bir dönüşüm geçirmezdi; üç yıl süren bire bir eğitimlerle, eski kimliklerinden arındırılır, aydınlanmanın belirlediği yeni bir zihne ve iradeye bürünürlerdi. Her aşamada adaylara çeşitli metinler okutuluyor, karakterleri gözlemleniyor, sadakatleri sınanıyordu. Hazırlık sürecini geçen üyeler Minerval olarak anılıyordu ki böylece Roma bilgelik tanrıçası Minerva’ya atıfta bulunuluyor ve örgütün amacı olan “gerçek bilgiyi yayma” misyonu yansıtılıyordu. Amaç, insanı yavaş yavaş dönüştürmekti. Bu eğitim süreci sonunda ise onları bekleyen bir sınav daha vardı: Yemin töreni.

Bu tören, sıradan bir bağlılık beyanı değildi. Her detay, psikolojik bir sadakat testi olarak tasarlanmıştı. Gözleri bağlı yeni üye, karanlık bir odada diz çökerdi. Göğsüne bir kılıç dayanır ve ona yalnızca tek bir soru sorulurdu:

Üstlerinin emirlerine itaat edecek misin?

18.yüzyılda bu yapıyı ifşa eden, İskoçyalı fizikçi ve filozof John Robison, 1797 tarihli Bir Komplonun Kanıtları (Proofs of a Conspiracy) adlı eserinde, İlluminati üyelerine, tarikatın sırlarını ifşa etmeleri durumunda hiçbir hükümdarın ya da devletin onları koruyamayacağı kadar ağır bir intikamla karşılaşacaklarının açıkça bildirildiğini yazmıştır. Yemin, yalnızca sözle edilen bir ant değil, aynı zamanda zihinlere kazınan korkuydu. Sadakat artık bir erdem değil, mutlak bir zorunluluktu. Her gizli cemiyetin bir sırrı, her sırrınsa bir bedeli vardır. Robison’a göre İlluminati’nin karanlık yapısında bu bedel, sadakatle ödenmezse, ölümle ödenirdi. Bu aslında bir eğitim değil, bir terbiye süreciydi. Ve nihayetinde, bu süreci başarıyla tamamlayanlara asıl görevler veriliyordu: sızmak, yönlendirmek, dönüştürmek.

Weishaupt’un hedefi, bir sabah ansızın dünyayı ele geçirmek değildi. O, zihinsel bir devrim peşindeydi. “İnsanların düşünce biçimini değiştireceğiz,” diyordu. “Onların dinini, eğitim sistemini, ahlak anlayışını yeniden şekillendireceğiz. Ama bunu açıkça yaparsak dirençle karşılaşırız. Bu yüzden gizli kalmalıyız.” Böylece İlluminati, açık bir başkaldırı değil, gizli bir dönüşüm hareketi olarak şekillendi. Sabırla ve gizlilikle, nesilden nesile aktarılacak bir fikir hareketi örüyorlardı.

Topluluğun içinde kadınlara yönelik de gizli bir yapılanma planlanmıştı. Weishaupt’a göre kadınlar, eğitilmeleri koşuluyla” cemiyetin amaçlarına hizmet edebilirdi. Bu doğrultuda iki ayrı “kız kardeşlik” (sororities) modeli önerildi: Birincisi, erdemli ve geleneksel değerlere bağlı kadınlardan, ikincisi ise “alışılmış ahlaki kalıpların ötesinde yaşayanlardan oluşacaktı. İlginç olan, bu iki grubun birbirlerinin varlığından habersiz olmasıydı. Her ikisi de erkek üyelerle doğrudan ilişkili olacak, fakat karar alma süreçlerine dahil edilmeyeceklerdi. Kadınlar, bu yapıda aktör değil, yönlendirilen figürler olarak tasarlanmıştı. Bu yönüyle İlluminati, ne tam anlamıyla devrimciydi ne de özgürlükçü. Aydınlanma fikirlerini savunurken, aynı zamanda kendi içinde hiyerarşi, kontrol ve korkuyla örülü bir düzen inşa etmişti.

1782 yılına gelindiğinde, üye sayısı 600’ü bulmuştu. Bunlar arasında Baron Adolph von Knigge gibi önemli isimler de yer alıyordu. Başlangıçta sadece Weishaupt’un öğrencilerinden oluşan bu yapı, zamanla soylular, siyasetçiler, doktorlar, avukatlar, hukukçular, aydınlar ve hatta -bu konu tartışmalı da olsa- Goethe gibi önde gelen yazarları da içerecek biçimde genişledi. 1784 yılı sonunda, İlluminati’nin üye sayısı 2.000 ila 3.000 arasında olduğu tahmin ediliyor.

Masonlukla İlişkisi

İlluminati’nin en dikkat çekici hamlelerinden biri, Mason localarına sızmak oldu. Weishaupt bu yapıları yalnızca birer gizli örgüt olarak değil, aynı zamanda hazır altyapıya sahip lojistik merkezler olarak görüyordu. Zaten gizliliğe, ritüellere ve simgelere alışkın olan Masonlar arasında faaliyet yürütmek hem kolaydı hem de etkili. Weishaupt, Masonluğun sosyal sermayesini, İlluminatinin ideolojik aygıtına dönüştürmeyi planladı.

Öncelikle Bavyera’daki yerel localar hedef alındı. İlluminati üyeleri, Mason localarına katılarak içeriden örgütlenmeye başladılar. Kimi zaman yüksek mevkilere geldiler, kimi zaman kendi ideolojilerini yayacak küçük klikler oluşturdular. Weishaupt’un stratejisi açıktı: “Mevcut bir yapıyı yok etmektense, onun kılığına girip içini boşaltmak daha etkilidir.

Baron von Knigge, örgütün organizasyonu ve büyümesinde çok önemli bir rol oynadı. Eski bir mason olan Knigge, mason ritüellerine benzer uygulamaların benimsenmesinden yanaydı. Üyelere, Antik Çağ’dan seçilmiş sembolik kod adları verilirdi. Örneğin, Weishaupt’un kod adı “Spartacus”, Knigge’ninki ise “Philo” idi. Weishaupt kendisine, Roma İmparatorluğu’na karşı başlatılan ve üç yıl süren büyük köle isyanının liderinin adını özellikle seçmişti. Bu, yalnızca bir rumuz değil, aynı zamanda isyanın ruhunu taşıyan bir simgeydi. Zamanla örgüt hiyerarşisi daha da karmaşıklaştı. Giriş törenleri 13 dereceye ayrıldı ve üç ana sınıfa bölündü: ilki illuminatus minor, ikincisi illuminatus dirigens ve en üst düzey ise “kral” derecesiydi. Topluluk, özellikle genç, idealist ve sorgulayıcı bireyleri hedefliyordu. 30 yaş üstü bireylere başlangıçta güven duyulmuyordu, çünkü onlar mevcut düzenle çok fazla iç içe geçmiş kabul ediliyorlardı. Yeni üyeler çoğunlukla Mason locaları aracılığıyla seçiliyor, fakat İlluminati’nin disiplini çok daha sıkı, çok daha gizliydi.

İşte bu dönemden itibaren İlluminati, Masonlukla özdeşleşmeye başladı. Oysa yapısal ve felsefi olarak birbirlerinden ayrılıyorlardı. Masonluk, Tanrı inancını merkezine alan bir düzen üzerine kurulu iken, İlluminati’nin amacı tüm dogmaların ötesine geçmek, bireyi her tür otoriteden kurtarmaktı. Yine de halkın gözünde bu iki yapı, giderek birbirine karıştı. Bu durum, hem İlluminati’nin gizli kalmasına yardım etti, hem de ileride doğacak komplo teorilerinin besin kaynağı oldu.

İlluminati’nin yayılma stratejisi, klasik bir tarikatın çok ötesindeydi. Onlar fikirle yayıldılar. Bir kitabın kenarına düşülen notta, bir akademik tartışmada, bir gazetede yayımlanan köşe yazısında kendilerini gizlediler. Her düşünceyi dönüştürmek için önce o düşüncenin içine sızdılar. Bir inanca karşı çıkmak yerine, o inancı içine girip yeniden tanımladılar.
Yani bir anda değil, yavaş yavaş ele geçirdiler.

İlluminatinin Yasaklanması

1780’li yılların sonlarında, Bavyera’da bir şeyler değişmeye başladı. Giderek güçlenen İlluminati, sadece entelektüel çevreleri değil, siyaset sahnesini de etkilemeye başlamıştı. İlluminati hareketi, kısa sürede yalnızca felsefi bir akım olmaktan çıkmış, devletin damarlarına sızmaya başlamıştı. Weishaupt’un hedefi açıktı: Toplumu içeriden dönüştürmek. Ancak bu plan, bir süre sonra kraliyet ailesi ve Katolik Kilisesi tarafından fark edildi. Gizli olan artık tehlikeli görünüyordu.

1784 yılında Bavyera Elektörü Karl Theodor, gizli örgütlere karşı kapsamlı bir yasaklama kararı çıkardı. Önce Mason locaları hedef alındı, ardından doğrudan İlluminatiye yönelindi. Weishaupt ile Knigge, örgütün hedefleri ve yöntemleri konusunda giderek artan biçimde karşı karşıya gelmişti. Sonunda bu anlaşmazlık, Knigge’nin örgütten ayrılmasıyla sonuçlandı. Aynı dönemde eski bir üye olan Joseph Utzschneider, Bavyera Büyük Düşesi’ne bir mektup yazarak, bu gizli örgütle ilgili sırları ifşa ettiğini iddia etti. 1785’te diplomat Franz Xaver von Zwack’ın evinde ele geçirilen belgeler, bu yapının bir ütopya değil, sistemli ve küresel bir dönüşüm planı hazırladığını ortaya koydu. İçeriği bugüne kadar tartışmalı kalsa da bu belgeler İlluminati’nin hayalinin sınırlarını gösteriyordu. Örgütün tüm belgeleri kamuya açıklanmakla kalmadı, üyelerin de isimleri yayımlandı, bazıları tutuklandı, bazıları ise sürgüne gönderildi. Weishaupt da bu baskıdan kurtulmak için Bavyera’dan kaçtı ve hayatının geri kalanını gizlenerek geçirdi. Britannica’ya göre, 1785’ten itibaren İlluminati’nin faaliyetlerine dair hiçbir tarihi kayıt bulunmamaktadır.

Devletin resmi açıklamasına göre, İlluminati artık yoktu. Ama mesele tam da burada karmaşıklaştı. Çünkü bir fikri dağıtmak, bir topluluğu dağıtmaktan çok daha zordur. Belgeler ele geçirilmişti ama düşünceler hâlâ yaşayanların zihnindeydi. Weishaupt’un kurduğu sistem yıkılmış olabilir ama onun tohumunu attığı fikirler, çoktan başka zihinlerde filizlenmeye başlamıştı.

1789’da Fransız Devrimi patlak verdiğinde, İlluminati’nin Bavyera’da benzer bir isyan planladığı iddia edildi. Hatta bazıları, Weishaupt’un Robespierre ile görüştüğünü bile öne sürdü. Ancak gerçekte Weishaupt, radikal bir devrimciden çok bir reformcuydu. Artık resmen var olmayan kurucusunun nerede olduğu bile bilinmeyen bir örgütten korkuluyordu.

Bu yüzden İlluminati’nin yasaklanması, birçok araştırmacı tarafından bir son değil, bir dönüşüm olarak görülür. Kimi tarihçilere göre bu yapı yeraltına çekildi, kimilerine göre tamamen dağıldı ama mirası, modern komplo teorilerinin altyapısını oluşturdu.

İlluminati artık bir örgüt değil, bir hayaletti. Ve hayaletler, yok edilemezdi.

Illuminati: Hakikat Sadece Görünenden İbaret Değildir (1)

Illuminati: Algının İnşası, Gerçeğin Tahribi (2)

İlluminatiye dair Komplo Teorilerinin Doğuşu (3)