Yahudiliğin Kökleri: Tarih, Mitoloji ve Kutsal Metinler Arasındaki Gerçek! (1)
Tarih, yalnızca savaşlar ve krallıklarla değil, inançlar ve büyük dönüşümlerle şekillendi. Yahudiliğin tarihi, insanlık medeniyetinin en uzun soluklu ve etkileyici anlatılarından biridir. Ama bu hikâye sadece bir dinin doğuşu değil, aynı zamanda sürgünler, savaşlar, mucizeler ve büyük fikirlerin hikâyesidir!
Yahudiliğin Derin Tarihi: Tanrı’nın Seçtiği Halkın Gizemleri! ✡️📜
Tarih, yalnızca savaşlar ve krallıklarla değil, inançlar ve büyük dönüşümlerle şekillendi. Yahudiliğin tarihi, insanlık medeniyetinin en uzun soluklu ve etkileyici anlatılarından biridir. Ama bu hikâye sadece bir dinin doğuşu değil, aynı zamanda sürgünler, savaşlar, mucizeler ve büyük fikirlerin hikâyesidir!
✨ İbraniler kimdi?
📖 Tevrat gerçekten tarih mi, yoksa mit mi?
🏺 Arkeolojik keşifler, Musa ve Mısır’dan Çıkış hakkında ne söylüyor?
🕍 Kudüs neden bu kadar önemli?
⚔️ Krallar, peygamberler ve savaşlar Yahudi kimliğini nasıl şekillendirdi?
🌍 Bugün Yahudilik neden hâlâ dünya siyasetinin merkezinde?
🔥 Filistin-İsrail savaşının tarihsel kökleri nerede?
🛤️ Yahudiler Filistin’den neden ayrıldı ve hangi ülkelere yayıldı?
📜 Yahudiliğin kutsal kitapları neler, nasıl ortaya çıktı?
🌍 Vaat Edilmiş Topraklar, dini bir gerçek mi yoksa siyasi bir kurgu mu?
✂️ Sünnet adeti nasıl başladı, kökeni nerede?
🕊️ Yahudiler başlangıçta birden fazla tanrıya mı inanıyordu?
✝️☪️ Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam’ı nasıl etkiledi?
🏺 Filistinliler, Anadolu kökenli mi?
🧬 Antropolojik ve mitolojik açıdan bakıldığında Yahudi dini neden ve nasıl ortaya çıktı?
📖 Eyüp Kitabı ve Theodise Problemi: “Eğer Tanrı mutlak iyi, her şeye gücü yeten ve her şeyi bilen bir varlık ise, dünyada kötülük neden var?”
✍️ Yahudi kutsal kitabı ne zaman, neden ve kimler tarafından yazıya geçirildi?
🏛️ Romalılar neden Yahuda eyaletinin adını Filistin olarak değiştirdi?
Giriş
Tarih, yalnızca zaferlerin ve yenilgilerin değil, inançların, ideolojilerin ve büyük dönüşümlerin de sahnesidir. Yalnızca bir dinin değil, aynı zamanda modern düşüncenin de tohumlarını eken Yahudilerin tarihi ise, medeniyetin akışını değiştiren, en uzun soluklu anlatılardan biridir.
Binlerce yıl önce, bir halk yola çıktı: Tanrı ile antlaşmalar yaptı, sürgünler yaşadı, krallıklar kurdu ve yıktı. Peki, bu halkın hikâyesi nasıl şekillendi? Ve nasıl oluyor da bugün dünya siyasetinin merkezinde yer alıyor? Bugün, Yahudiliğin doğuşundan başlayarak, Tevrat’ın tarih üzerindeki etkisini, İbranilerin Filistin topraklarındaki ilk adımlarını ve günümüzde Gazze’de yaşananların, derin tarihsel köklerini keşfedeceğiz.
İbraniler kimdi ve kökenleri hangi uygarlıklara dayanıyordu? Tanrı ile yapılan ahitlerin anlamı neydi? Musa ve Mısır’dan Çıkış, bir efsane mi yoksa tarihsel bir gerçek mi? Kudüs nasıl ruhani bir merkeze dönüştü ve Yahudi kimliği zaman içinde nasıl değişti?
Konuyu sadece dini ve tarihi boyutlarıyla değil, arkeoloji, mitoloji ve antropolojinin ışığında inceliyoruz. Bu yüzden, geçmişi anlamak için, yalnızca kutsal metinlere değil, bilimin sunduğu verilere de bakıyoruz. Çünkü tarih, sadece onu yazanların değil, onu sorgulayanların da şekillendirdiği bir hikâyedir. O halde, inanç ile gerçek arasındaki bu yolculuğa başlayalım!
Tarih boyunca göçebe ve yerleşik toplumlar arasında, zaman zaman ekonomik ve kültürel gerilimler yaşanmış, yerleşik halklar göçebeleri genellikle tehdit olarak görmüş ve dışlamıştır. Önceki programlarımızı seyredenler hatırlayacaktır: Sümer kaynaklarında, tarıma dayalı yerleşik yaşamı benimseyenler, çöl göçebelerini Mar.tu adıyla tanımlarken, “evleri olmayan, öldükten sonra gömülmeyen insanlar” şeklinde küçümsüyorlardı. Dönemin Akad ve Mısır kaynaklarında Hapiru olarak anılan bu göçebeler, belirli bir etnik grup olmakta çok, yerleşik düzenin dışında kalan insanlardı.
Yaklaşık 4.000 yıl önce, sonradan İbraniler olarak anılacak bir Sami göçebe topluluğu, Sümer bölgesinden kuzeye doğru göç etti. Eski Ahit’e göre İbraniler, göçleri sırasında Mezopotamya ile Anadolu arasındaki önemli bir ticaret ve kültür merkezi olan Harran’a ulaştı ve burada bir süre yerleşik yaşadı. Bu dönemde Tanrı, İbrahim’e (o zamanki adıyla Avram’a) “Ülkeni, akrabalarını, baba evini bırak, sana göstereceğim ülkeye git. Seni büyük bir ulus yapacağım, seni kutsayacak ve adını yücelteceğim’” dedi. Bunun üzerine Avram, ailesi ve sürüleriyle birlikte Suriye Çölü’nün etrafından dolaşıp Kenan diyarına gitmiş ve burada kalıcı bir yaşam kurmuştu.
Peki Avram ile konuşan Tanrı İbranice hangi isimle anılmıştı? Eski Ahit’te Yahve (YHWH), Yahudilikte Tanrı’nın özel olarak geçer. Yaratılış 12:1’de “Yahve, Avram’a dedi ki…” ifadesi bunu açıkça gösterirken, Yaratılış 17:3’te “Avram yüzüstü yere kapandı ve Elohim (Tanrı) onunla konuştu” ifadesi, Tanrı’nın yalnızca Yahve adıyla anılmadığını gösterir. Yahudiler, Yahve ismini doğrudan telaffuz etmekten kaçınır ve bunun yerine Adonay (Efendimiz) veya HaŞem (İsim) gibi ifadeleri kullanır. Hristiyanlıkta Yahve, Tanrı’nın bir adı olarak kabul edilse de İslam’da kullanılmaz.
İbranilerin kökeni kesin olarak bilinmese de bilim insanları farklı teoriler öne sürmektedir. Geleneksel anlatıya göre, Mezopotamya veya Mısır’dan göç etmiş bir topluluk olabilirler. Eski Ahit’te bahsi geçen İbrahim’in Ur’dan çıkışı ve Musa liderliğindeki Mısır’dan Çıkış hikâyeleri, bu göçleri dini bir çerçevede anlatır ve dönemin nüfus hareketlerine dair ipuçları sunar. Ancak, bu olayları doğrulayan kesin arkeolojik kanıtlar bulunmamaktadır.
Alternatif bir teoriye göre, İbraniler bölgeye dışarıdan gelen bir halk olmayıp, Kenan bölgesinde zaten yaşayan yerel topluluklardan evrilerek, zamanla farklı bir etnik ve dini kimlik geliştirmiştir. Arkeolojik veriler, MÖ 2000-1500 yılları arasında Mezopotamya, Suriye ve Kenan arasında yoğun göçler ve ticari etkileşimler yaşandığını ortaya koymaktadır.
Bu dönemde Mezopotamya’daki şehir devletleri, kuraklık, iç çatışmalar ve siyasi istikrarsızlık nedeniyle zayıflarken, Mısır krallığı da Kenan üzerindeki hâkimiyetini kaybetmiştir. Karen Armstrong’un “Büyük Dönüşüm” adlı eserinde belirttiği gibi, Tunç Çağı’nın sonlarında Kenan’da ki kıyı şehirlerinin çöküşü, ani bir yıkımın değil, uzun vadeli sosyo-ekonomik dönüşümün bir sonucuydu.
Güvenlik ve geçim kaynakları arayışıyla, kentlerden kırsal bölgelere yönelen topluluklar, Aşağı Celile’den Beerşeba’ya kadar yeni yerleşimler kurarak bölgenin demografik yapısını değiştirdi. Bu süreç, İbrani kimliğinin oluşumunda kritik bir rol oynadı. Göçebe ve yerleşik kültürlerin iç içe geçmesi, yalnızca ekonomik ve toplumsal yapıyı değil, dini inanışları da dönüştürerek Yahudiliğin temellerini şekillendirdi.
Bir diğer teori, Mısır’dan kaçan bazı göçebe grupların, Levant’a yerleştiğini öne sürer. MÖ 1207’ye tarihlenen Merneptah Steli’nde “İsrail” adına rastlanması, bölgedeki İbrani varlığına dair bilinen en eski yazılı kayıt olarak kabul edilir. Ayrıca, MÖ 14. yüzyıla ait Tell el-Amarna Mektuplarında bölgede “Habiru” olarak anılan göçebe ve savaşçı topluluklardan bahsedilmişse de doğrudan İbranilerin mi kastedildiği konusu tartışmalıdır. Tüm bu çelişkili veriler, İbranilerin kökenine dair kesin bir yanıt vermeyi zorlaştırmaktadır. Dışarıdan gelen bir halk mıydılar, yoksa Kenan’da evrimleşen yerel bir topluluk mu? Gelenek, mitoloji ve tarih arasında şekillenen bu soruların izini sürmeye devam ediyoruz…
Yaklaşık bin yıl sonra Yahudiler, tarihlerini, mitolojilerini ve hukuk kurallarını kaleme alarak Tanah’ı oluşturdu. Hristiyanlıkta Eski Ahit olarak bilinen bu kutsal metin; Torah (Tevrat), Nevi’im (Peygamberler) ve Ketuvim (Yazılar) olmak üzere üç bölümden oluşuyordu. Ancak Tanah yalnızca kutsal bir kitap değil, aynı zamanda bir halkın hafızasını yazıya dökme çabasıydı.
Bu olay, insanlık tarihinde, kritik bir dönüm noktasını simgeliyordu. Daha önce bir toplumun geçmişi, dış kaynaklar ve arkeolojik bulgular aracılığıyla okunurken, artık kendi tarihini yazan ve yorumlayan bir halk ile karşı karşıyayız. Yahudiler, yalnızca kendi kimliklerini değil, aynı zamanda tarih anlayışını da değiştirerek, geçmişi bir inanç sistemine ve kolektif bilince dönüştürdüler. Tarih, sadece geçmişin kaydı değil, ona yüklenen anlamlarla da şekillenen bir anlatıdır. Yahudi kimliği ve dünya tarihi de bu anlam arayışıyla biçimlenmeye devam etmektedir.
Bu anlatılar, yüzyıllar boyunca sözlü geleneklerden derlenmiş, zamanla eklemeler ve yorumlarla şekillendirilerek, yazıya geçirilmiştir. Yahudi kimliğini pekiştirmek ve tarihsel olayları, kutsal bir çerçevede yeniden yorumlamak amacıyla, mitolojik unsurlar eklenmiş, anlatılar sembolik bir dille zenginleştirilmiştir. Bu nedenle Eski Ahit, yalnızca tarihsel bir kayıt değil, Yahudi halkının kolektif hafızasını, inanç sistemini ve kültürel kimliğini yansıtan, dini ve edebi bir metindir.
İbraniler, göçebe bir topluluk olarak başladıkları bu yolculukta, zamanla yerleşik hayata geçmiş, tarımla tanışmış ve şehirleşerek medeniyetin bir parçası haline gelmiştir. Ancak bu sadece bir halkın dönüşümü değil, aynı zamanda dinsel düşüncenin ve toplumsal örgütlenmenin evrimidir. Eski Ahit’i anlamak, yalnızca Yahudilerin geçmişine ışık tutmakla kalmaz; medeniyetin gelişimini, inancın nasıl bir toplumsal yapı inşa ettiğini ve efsanelerin tarihle nasıl iç içe geçtiğini görmek açısından da büyük önem taşır.
Modern araştırmalar, Eski Ahit’teki birçok anlatının geç dönemlerde şekillendiğini ve çoğunlukla sembolik veya efsanevi unsurlar taşıdığını göstermektedir. Bu nedenle onun tarihsel doğruluğunu tartışmaktan ziyade, nasıl ve neden yazıldığını anlamak, tarihi doğru bir bağlama oturtmanın anahtarıdır. Çünkü tarih, yalnızca olaylar kronolojisi değil, insanlığın kendisini nasıl hatırlamak istediğini de gösteren bir aynadır.
Kenan, Akdeniz’in doğu kıyılarında, günümüz Filistin, Lübnan ve Suriye’nin bir kısmını kapsayan stratejik bir bölgeydi. Mısır ve Mezopotamya arasındaki ana ticaret yolları üzerinde bulunan şehir devletleri, iki büyük medeniyetin ekonomik ve kültürel etkisine açık bir konumdaydı. Yerleşik şehir yaşamına sahip Kenan halkları, tarım ve hayvancılığın yanı sıra gelişmiş bir ticaret ağı kurmuştu. Arkeolojik bulgular, bölgede lüks tüketim mallarının üretildiğini ve özellikle Fenikelilerin, murex adı verilen deniz salyangozlarından elde edilen Şur moru boyasıyla tanındığını göstermektedir. Kraliyet ve soylular için prestij sembolü olan bu değerli boya, Kenan’ı uluslararası ticarette önemli bir merkez haline getirmişti.
Kenan, merkezi bir krallık yerine bağımsız şehir devletlerinden oluşuyordu. Ugarit, Byblos, Sidon, Tyros (Şur), Megiddo, Hazor ve Jericho (Eriha) gibi şehirler, bölgenin ticari ve siyasi yapısını şekillendiren önemli merkezlerdi. Bu siyasi yapı, bölgeye kültürel ve ticari çeşitlilik kazandırıyor ancak aynı zamanda dış müdahalelere açık hale getiriyordu. MÖ 15. ve 14. yüzyıllarda Mısır firavunları, bu zengin toprakları kontrol altına almak için seferler düzenlemişti. Ancak Kenan, yalnızca istilaların hedefi olan bir toprak parçası değil, aynı zamanda kültürlerin, inançların ve ticaretin kesiştiği bir medeniyet kavşağıydı.
Eski Ahit’e göre Kenan, Tanrı’nın İbranilere vaat ettiği topraklardı. Ancak arkeolojik bulgular, İbranilerin bu bölgeye ani bir fetihle değil, aşamalı bir yerleşim süreciyle geldiğini göstermektedir. MÖ 13. ve 12. yüzyıllarda, İsrail topluluklarının Kenan’ın dağlık bölgelerinde yavaş yavaş ortaya çıktığı anlaşılmaktadır. Bu halk, yerel Kenan kültürüyle iç içe geçmiş, tarım ve hayvancılıkla uğraşarak küçük köyler kurmuştur.
Kenanlılar, Fenikelilerle akraba olup çok tanrılı bir inanca sahipti ve onların dini gelenekleri, Yahudiliğin erken dönem ritüelleri üzerinde önemli izler bırakmıştır. Arkeolojik ve tarihsel veriler, İbranilerin bölgeye gelişiyle birlikte, Kenan kültürüyle uzun bir etkileşim süreci yaşandığını ortaya koymaktadır. Bu süreç, sadece bir göç değil, siyasi dengeler, ticaret yolları ve kültürel etkileşimlerin şekillendirdiği uzun soluklu tarihsel bir dönüşümdü.
Kenan halkı, tarımla uğraşan yerleşik şehir topluluklarından oluşurken, İbraniler göçebe bir yaşam sürdürerek, sürüleriyle birlikte otlaklar arasında dolaşıyordu. Bu süreçte, su kaynakları ve otlakların kullanımı konusunda hem kendi aralarında hem de Kenanlılarla çeşitli anlaşmalar yaptılar. Aynı zamanda ticaret ve kültürel etkileşimler yoluyla da ilişki içindeydiler; hayvanlarını ve süt ürünlerini Kenanlıların mallarıyla takas ediyor, zamanla onların dilini öğrenerek kültürlerine adapte oluyorlardı. Bu etkileşimler, İbranilerin göçebe yaşamdan, yerleşik hayata geçişini hızlandırdı.
Eski Ahit’e göre, Avram 99 yaşına geldiğinde, Tanrı ona tekrar görünerek bir ahit yaptı ve Kenan topraklarını onun soyuna vermeyi vaat etti. Ancak bu vaat karşılıksız değildi; Tanrı, ahdin bir sembolü olarak sünneti şart koştu. Bu emirle birlikte Avram, Tanrı’nın verdiği yeni adla İbrahim olurken, o gün kendisi, oğlu ve kabilesindeki tüm erkekler çakmaktaşından bıçaklar kullanılarak sünnet edildi. (evet henüz demiri bilmiyorlardı). Sünnet, Tanrı ile İbraniler arasında o gün yapılan antlaşmanın bir işareti olarak kabul edilirken, arkeolojik bulgular bunun yalnızca bu kavme özgü olmadığını göstermektedir. Eski Mısır’da ve bazı Kenan topluluklarında da sünnetin hijyen ve dini saflık amacıyla uygulandığı bilinmektedir.
Antik Mısır’da Sakkara’da ki mezar kabartmalarında MÖ 2400’lere tarihlenen sünnet sahneleri bulunmuş, mumyalarda sünnet izlerine rastlanmıştır. Sümerler, Babilliler ve Asurlular arasında sünnetin yaygın olduğuna dair, doğrudan kanıt az olsa da bazı metinler bunun belirli toplumsal sınıflar veya rahipler için uygulandığını düşündürmektedir.
Günümüzde dünyada yaklaşık 15,7 milyon Yahudi yaşamakta ve Yahudi erkekler, Tanrı ile İbrani kavmi arasında yapılan antlaşmanın bir işareti olarak sünnet edilmektedir. Ancak ilginçtir ki, yeryüzünde Yahudi olmayan yaklaşık 1,5 milyar erkek de sünnetlidir ve bunların büyük çoğunluğu Müslümandır. Peki, İbrahim’in Tanrı ile yaptığı ahitten doğan bu ritüel, nasıl oldu da farklı kültürler ve dinler tarafından benimsendi? Yorumlara yazın…
Eski Ahit’te anlatılan Tanrı ile antlaşma fikri, Yahudi kimliğinin temel unsurlarından biri olarak kabul edilir. Ancak bazı tarihçiler ve akademisyenler, bu anlatının dini bir inançtan öte, siyasi ve toplumsal bir yapı inşa etme aracı olarak kullanıldığını öne sürmektedir. Bu teoriye göre, Eski Ahit’in belirli bölümleri, Yahudi toplumunun birliğini sağlamak, politik ve kültürel kimliğini pekiştirmek ve yöneticilerin otoritesini meşrulaştırmak için yazılmıştır.
Özellikle minimalist tarihçiler olarak bilinen Danimarkalı teologlar Thomas L. Thompson ve Niels Peter Lemche ile İngiliz teolog Philip R. Davies gibi akademisyenler, Eski Ahit’in tarihsel bir belge olmaktan çok, Yahudi kimliğini oluşturma amacı taşıyan edebi bir eser olduğunu savunur. Arkeolojik bulgular, Davut ve Süleyman dönemine ait olduğu iddia edilen büyük bir krallığın varlığını doğrulamadığı gibi, Musa’nın önderliğinde Mısır’dan çıkışa dair somut kanıtlar da bulunmamaktadır. Bu da anlatılanların tarihsel değil, Yahudi halkını birleştirmek için oluşturulmuş siyasi bir kurgu olabileceğini düşündürmektedir.
İlerleyen dakikalarda anlatacağım Babil Sürgünü, MÖ 6. yüzyılda Yahudi toplumunda derin bir kırılma yaratmıştır. Sürgün sonrası dönemde, Yahudilerin ortak bir kimlik ve birlik duygusu oluşturmak amacıyla, Tanrı ile özel bir antlaşma yaptıkları fikrini öne çıkardıkları öne sürülmektedir. İsrailli tarihçi Shlomo Sand, “Yahudi Halkı Nasıl İcat Edildi?” adlı kitabında, Yahudi ulusunun etnik bir devamlılıktan ziyade politik ve dini bir ideolojiye dayandığını savunur. Ona göre Yahudilik, yalnızca biyolojik soy bağıyla değil, din değiştirmeler yoluyla da yayılmıştır. Bu görüşü destekleyen örneklerden biri de MÖ 7. yüzyılda Yehuda Kralı Yoşiyahu’nun gerçekleştirdiği dini reformlardır. Yoşiyahu, halkı tek tanrı inancında birleştirmek ve dini otoriteyi güçlendirmek için Tanrı ile yapılan antlaşma fikrini öne çıkarmıştır. Tek tanrıcılık, tarih boyunca Yahudi kimliğinin inşasında belirleyici bir rol oynamış ve ulusal birliği pekiştiren en önemli unsur haline gelmiştir.
Öte yandan, İsrailli arkeolog Israel Finkelstein gibi araştırmacılar, Eski Ahit’in yalnızca antik dönemde değil, modern dünyada da siyasi bir araç olarak kullanıldığını ileri sürmektedir. Özellikle “Vaat Edilmiş Topraklar” söyleminin, İsrail-Filistin çatışmasında politik bir haklılık aracı haline geldiği iddia edilmektedir. Yani kutsal metinler, yalnızca inanç dünyasını değil, tarih boyunca toplumları ve siyaseti de şekillendiren güçlü bir unsur olmuştur.
İbranilerin tek tanrı inancına geçişi, ani bir dönüşüm değil, uzun bir evrim sürecinin sonucuydu. MÖ 2. binyılda Mezopotamya ve Mısır gibi medeniyetlerde çoktanrıcılık hâkimdi. Sümerler, Babilliler ve Asurlar çok sayıda tanrıya tapınırken, Mısırlılar firavunlarını da tanrısal bir figür olarak kabul ediyordu. MÖ 14. yüzyılda IV. Amenhotep (Akhenaton), Aton’u tek tanrı olarak yüceltmeye çalışsa da firavunun tanrısallığını sürdürmesi nedeniyle (yani kendisine bir tanrı olarak ayrıca tapınılmasını istediğinden) mutlak bir monoteizm (tek tanrıcılık) oluşturamadı. Onun ölümünden sonra, zaten eski çoktanrılı inançlar geri döndü.
İbraniler de başlangıçta mutlak monoteizm (tek tanrıcılık) yerine henoteizme (yani bir tanrıyı diğerlerinden üstün kabul etme inancına) daha yakındı. Arkeolojik bulgular, erken Yahudiliğin politeistik (çok tanrıcı) unsurlar taşıdığını göstermektedir. MÖ 8. yüzyıla tarihlenen Kuntillet Ajrud ve Khirbet el-Kom yazıtlarında, Yahve’nin tanrıça Aşeranın eşi olduğu inancına hatta tanrı değil de dişi bir tanrıça da olabileceğine dair işaretler bulundurmaktadır. Ayrıca Samiriye ve Yahuda’da bulunan mühürler ve heykelcikler, İsraillilerin uzun süre farklı tanrılara ibadet ettiğini ortaya koymaktadır. Eski Ahit’te eleştirilen ‘yabancı tanrılar’, Kenan kültüründen alınan inanç unsurlarıyla bağlantılı olabilir. Yahve merkezli ibadetin kesinleşmesi, Babil Sürgünü ve Kral Yoşiyahu’nun reformlarıyla gerçekleşmiş, Yahudilik ancak bundan sonra katı bir monoteizme evrilmiştir. Başlangıçta Avram ile konuşan Tanrı yani Yahve, diğer tanrıların varlığını doğrudan reddetmeyip sadece kendine bağlılık isterken, zamanla diğer tanrıların tamamen reddedilmesiyle Yahudilik mutlak tektanrıcılığa ulaşmıştır.
Yahudilik, yalnızca bir inanç sistemi değil, aynı zamanda büyük medeniyetleri şekillendiren güçlü bir fikir kaynağı olmuştur. Hristiyanlık ve İslam, bu kadim dinden beslenerek kendi öğretilerini inşa etmiş, ancak farklı yönlere evrilmiştir. Hristiyanlık, Yahudiliğin tektanrıcı anlayışını devralmış, ancak Tanrı’nın İsa’da vücut bulduğu inancıyla yeni bir teoloji oluşturmuştur. Hristiyanlar, Tevrat ve Zebur’u kutsal metinleri arasında kabul etmiş, fakat kendi yorumlarıyla yeniden şekillendirmiştir. Yahudilerin beklediği Mesih’in İsa olduğuna inanmış, ancak Yahudi cemaati bunu reddetmiştir. Hristiyanlar, ahlaki öğretilerini Yahudi yasalarından almış, ancak koşer kuralları ve sünnet gibi uygulamaları terk ederek farklı bir dini sistem kurmuştur.
İslam da Yahudiliğin derin etkilerini taşır. Katı bir tektanrıcılık anlayışıyla Yahudiliğin monoteist mirasını sürdürmüş ve Tevhid inancını merkeze almıştır. İbrahim, Musa, Davut ve Süleyman gibi peygamberler İslam’da da büyük hürmet görmüş, Musa, Kur’an’da en çok anılan peygamberlerden biri olmuştur. Yahudi kutsal metinleri tanınmış, ancak zamanla bozulduğu savunulmuştur. İslam’daki helal kuralları, ibadet anlayışı ve toplumsal düzenlemeler Yahudi şeriatının izlerini taşır. Kâbe’nin İbrahim tarafından yapıldığına inanılması ve Yahudilikteki kurban ibadetinin Kurban Bayramı olarak devam etmesi, bu köklü bağın göstergeleridir.