Malazgirt Muharebesi 26 Ağustos 1071’de Bizans İmparatorluğu ile Sultan Alp Arslan’ın önderliğindeki Selçuklu Türk kuvvetleri arasında gerçekleşti ve sonuçta Bizans İmparatorluğu’nun yenilgisi ve İmparator IV. Romanus Diogenes’in ele geçirilmesiyle sonuçlandı. Malazgirt Savaşı’nı savunmasız kalan Anadolu’nun çoğunun Selçuklularca fethi izledi. II. Basileius döneminde 1025 yılına kadar doğuda ve batıda özellikle askerî açıdan altın bir dönem yaşayan Bizans İmparatorluğu’nun artık yıkılış sürecine girdiği anlaşıldı. Zayıflayan Bizans İmparatorluğu, Batı Avrupa’daki Hristiyanlardan yardım istemek zorunda kaldı ve nihayetinde Birinci Haçlı Seferi’nin yapılmasına sebep olan bir çağrıda bulunuldu ki bu süreçte 1087’de Kudüs de Müslümanlar tarafından ele geçirilmiştir. Malazgirt felaketinin ardından Bari, Norman kral Robert Guiscard tarafından ele geçirilmiş böylece Güney İtalya’daki Bizans kontrolü de sona ermiştir. 1081’de Malazgirt muharebesinde bizzat savaşmış I. Alexios Komnenos tahta çıkana dek imparatorluk coğrafyasında siyasi huzursuzluk hüküm sürmüştür.
Öncesi
Bizans ile Selçuklu arasında var olan düşmanlığın kaynağı, 1071 Ağustos’undan 23 yıl önce Selçuklu İmparatorluğu’nun kurucusu Tuğrul Bey’in[1] üvey kardeşi İbrahim Yınal’ın[2] 1048’de bir ordunun başında Iberia’ya[3] doğru yola çıktığında Bizans topraklarına ilk Selçuk akınlarını başlatmıştır. Paniğe kapılan İmparator IX. Constantine, Gürcistanlı IV. Liparit ‘ten yardım istediyse de yardıma gelen ek güçler bile felaketi önleyememiştir. Artze[4] kasabasını yıkayan Yınal, Anadolu kampanyasını, 20.000 kişilik Selçuklu ordusunun Bizans İmparatorluğu ile müttefiki Gürcü Krallığı’nın 50.000 kişilik düşmanla karşılaştığı Pasinler Muharebesinde (Kapetrou Savaşı) kazandığı zaferle sona erdirmiştir. Yınal 100.000 tutsak ve taşımak için 10.000 deveye ihtiyaç duyacak kadar ganimetle evine dönmeden önce Liparit’i de ele geçirmişse de sonradan Tuğrul’a isyan edince kendi yayının teliyle boğdurulmuştur. IX. Constantine, bu mağlubiyetten sonra son derece yanlış bir kararla 1049 yılında Selçuklularla imzalanmış olan bir ateşkes anlaşmasına güvenerek 50.000 kişilik Gürcü ordusunu dağıtma kararı alarak imparatorluğun doğu sınırını savunmasız bırakmıştır. İmparatorun hatası bununla sınırla kalmamış Bizans ordusuna sağlanan fon ve eğitimi büyük ölçüde azaltmış üstüne bir de düzenli ordunun yerini paralı askerlerle değiştirme hamlesiyle imparatorluğun savunmasını iyice zayıflatmıştır. Constantine’in yanlış eylemlerinin ölümcül sonucunun gelmesi uzun sürmemiştir: Çağrı Bey’in oğlu olan Alp Arslan (y. 1063-1073), Selçuklu Devleti’nde şehzade isyanlarını bastırdıktan sonra gözünü Anadolu’ya çevirmiştir. Selçuklu sultanı Alp Arslan’ın emrindeki bir ordu birçok ticaret yolunun kesişme noktasında yer alan 100,000 civarında kişinin yaşadığı Ermeni başkenti Ani’yi[5] kuşatmıştır. Karmaşık bir savunma sistemine sahip olmasına rağmen Alp Arslan 25 gün içinde 16 Ağustos 1064’de şehri ele geçirerek yok etmiştir. 1056’de Melitene ve 1067’de Caesarea’yı yağmalayan Selçuklulara karşı imparatorun bölgeye giden yolları koruyan Van Gölü etrafındaki kaleleri güçlendirmesini gerekmiştir.
Malazgirt Muharebesi
Romanos Diogenes
Bizans sarayında moraller bozulmuşsa da Kasım 1067’de IX. Constantine son nefesini verdiğinde yetenekli bir lider arayışına giren Konstantinopolis aristokrasi 1068’de IV. Romanos Diogenes’i imparator olarak seçmiştir. Dul kalan Bizans İmparatoriçesi Eudokia, dönemin popüler komutanı Romanos Diogenes ile evlenerek Romanos’un imparator olmasını sağlamıştır. Diogenes, imparatorluğun çöküşünü tersine çevirmek için çılgınca bir askeri reform yapmak zorundaydı ama çok az zamanı vardı. Alp Arslan ise Fatımî (909-1171) ülkesine son vermek için Mısır seferine çıkma planları yapmakla meşguldü. Alp Arslan Mısır seferi öncesi Afşin ve Gümüştegin adlı komutanlarını Anadolu’ya gönderdiyse de bunlar Maraş’ta aralarında kavga edince Afşin, Gümüştegin’i öldürmüş, korkusundan Anadolu içlerine dek gaza amaçlı ilerlemiş bu sırada Romanos Diogenes’in doğu seferine çıkacağından haberdar olup, Alp Arslan’a bildirince kendini affettirmiştir. Bizans generallerinden Manuel Komnenos, sultanın eniştesi olmasına rağmen Alp Arslan ile ters düşen er-Basgan’ı yakalayıp, İstanbul’a götürmüştür ki sonrasında er-Basgan Malazgirt Savaşı’nda Bizans saflarında yer almıştır. Manuel, Kuzey Suriye’deki Manbiç kentini almak ve Iconium’u (Konya) Arslan’ın geri almak istediyse de başarılı olamadığı gibi düşmana esir düşmüştür. IV. Romanos 1068’de bir Anadolu seferine çıkmışsa da yavaş hareket eden piyade Hierapolis şehrini kurtarabilmiş ancak süratle hareket eden Türk süvarilerini
yakalayamamıştır.
Doğu Seferi
1070 yılında Romanus Bizans İmparatorluğu’nun doğu sınırının güvenliğini yeniden sağlamak için büyük bir ordu topladı. Thema sistemi bozulan Bizans, kırsaldan asker edinemediğinden ordu büyük ölçüde paralı askerlerden oluşuyordu. Romanos, Selçuklular tarafından ele geçirilen bir Bizans kalesi olan Malazgirt’e (Manzikert) doğru 40 bin kişilik bir kuvvetle (10 bin Bizans, Roussel de Bailleul yönetiminde 500 Norman paralı askeri ve ayrıca Vareg Muhafızlarının bir bölümü, Antakya Dükünün komutasındaki piyadeler, Ermeni askerler ile Türk, Bulgar ve Peçenek paralı askeri) yola çıktı. Bizans ordusunun asker sayısını 200 bin civarında veren kaynaklar güvenilir olmayıp, Gibbons’un, Roma İmparatorluğu, Doğu ya da Batı tarafından şimdiye dek tartılan en büyük ordu olduğunu iddia etmesine rağmen sayı 40 en çok 60-70 bin civarındadır. Selçuklularınkinin iki katı askere sahip Bizans ordusu uzun bir yolculuğun ardından önce Halys’teki Sebasteia’da durmuş ve 1071 Haziran’ında Theodosopolis’e ulaşmıştır. Burada yapılan bir toplantıda bazı generalleri Selçuklu topraklarına doğru yürüyüşe devam etmeyi ve Alp Arslan’ı hazır olmadan önce yakalamayı önerirken, Nicephorus Bryennius da dahil olmak üzere bazı generallerden bazıları orada beklemelerini ve pozisyonlarını güçlendirmelerini önermiştir. Sonunda yürüyüşe devam etmeye karar verilmiş ordu an Fırat Nehri’nden geçtikten sonra Romanos generallerinin uyarılarını görmezden gelerek gücünü bölmüş ve Joseph Tarchaneiotes komutasındaki 20.000 adamını Van Gölü’ndeki Ahlât kalesini güvenceye almak için göndermiştir. O günden sonra Tarchaneiotes’e ve ordunun yarısına ne olduğu kesin olarak bilinmese de daha sonra Melitene’de göründükleri ve savaşta yer almadıkları için, Selçukluları görüp kaçtıkları sanılmaktadır. Kimi tarihçiler Tarchaneiotes’in Romanos’un çöküşünü hızlandırmak için bir komploya karıştığını iddia etmiştir. Diğer yarı ise imparator ile birlikte ve Malazgirt’e doğru yola devam edecekti. Mısır üzerine yürüyen Alp Arslan Halep’e vardığında Afşin’in ulağı Romanos Diogenes’in doğu seferine çıkacağı haberini verince seferini yarıda bırakıp Ahlat’ın yolunu tutmuştur. Alp Arslan’ın bölgeden iyice uzaklaştığını veya hiç gelmediğini düşünen Romanos’a karşılık casusları sayesinde Alp Arslan Romanus’un tam olarak nerede olduğunu biliyordu. 23 Ağustos’ta kolayca Malzgirt’i ele geçiren Romanos ise güçlerini Ahlât’ı kuşatan grupla birleştirmek için Malazgirt’i terk etti. İmparator Ahlât yolundaki bir vadiye hapsolduğunda bile düşmanın konumunu değerlendirmek için keşif göndermeyi ihmal ettiğinden, Türkler onu bulup saldırıya geçti. Alp Arslan ise süvarilerini Van Gölü çevresine yönlendirirken askerlerini görüş alanından uzak tutarak sürpriz unsurunu elde etmeyi başarmıştı. 24 Ağustos’ta Bryennius’un komutası altındaki yiyecek toplamakla görevli askerler Selçuklu kuvvetini keşfettiğinde imparator Malazgirt’e geri çekilmek zorunda kalmıştı. Romanos, rapor edilen kuvvetlerin Alp Arslan’ın tüm ordusu olduğuna inanmadığından, Ermeni General Basilaces, komutasında bir süvari grubu gönderilmişse de çoğu öldürülmüş kalanı esir alınmıştır.
Muharebe
Malazgirt surlarının önündeki açık alanda kalan Romanos barış teklifinde bulunan Selçuklu elçilerini geri gönderecek kadar kendine güvenmeye devam etmiş ve sonuna kadar cesurca savaşmıştır. Askerleri kendine ihanet etmese savaşı kazanma ihtimali bile vardı. Bununla birlikte 25 Ağustos gecesi Türk paralı askerlerin Alp Arslan ile çatışmamak için gece kaçarak düşman tarafına katıldı. 26 Ağustos’ta Bizans ordusu kendisini uygun bir savaş formasyonu içinde topladı ve Türk mevkilerinde, sol kanat Bryennius’un, sağ kanat Theodore Alyates’in ve merkezde imparatorun komutası altında düşmana doğru ilerlemeye başladı. Andronicus Ducas, arkadaki yedek kuvvetlere komuta etmekteydi ki kısa bir süre sonra savaşın kaybedileceğini anlayarak adamlarıyla birlikte kaçmıştır. İlginç olan Romanos’un en iyi generallerinden Nicephorus Botaniates’i sadakatinden şüphelendiği için Konstantinopolis’te bırakırken eski düşmanı ve tahtında gözü olan bir ailenin mensubu Andronicus Ducas’ı yanında götürmesiydi. Selçuklular ise yaklaşık dört kilometre uzaklıkta bir hilal formasyonunda örgütlenmişti; Romanos’un aksine bizzat muharebeye katılmayan Alp Arslan olayları güvenli bir mesafeden seyrediyordu. Selçuklu okçuları, yaklaşana Bizanslılara saldırırken hilalin merkezi sürekli olarak geriye doğru hareket ettirdi. Böylece Selçukluların kanatları Bizans birliklerini kuşatma imkânı buldu. Bizanslılar ok saldırılarını durdurmayı hatta öğleden sonra Alp Arslan’ın kampını ele geçirmeyi başardılar. Bununla birlikte, okların büyük zarar verdiği sağ ve sol kanatlar çöktü. Selçuklu süvarileri, kendilerine meydan okunduğunda düşmanı yıpratacak şekilde kaçtı. Akşam olduğunda Romanos, birliklerine geri çekilme emri verdi ki savaş henüz kaybedilmiş değildi. Yedeklerin başındaki Ducas, imparatorun güvenle geri çekilmesini sağlamak yerine rakip olarak gördüğü imparatoru kasten görmezden geldi ve Malazgirt dışındaki kampa geri döndü. Bizanslıların kafası tamamen karıştığında Selçuklular fırsatı değerlendirdi, Bizans saflarında açılan boşluklara saldırdılar. Selçuklu süvarileri hilâl taktiği ile düşmanı çevirip yok ederken, takdire şayan bir şekilde Vareg Muhafızları son adamlarına kadar imparatoru korumak için savaştı. Savaşın görgü tanıklarından Michael Attaleiates yıkımı şu sözlerle anlatmıştır:
“Deprem gibiydi: Bağırışlar, ter, korkudan hızla hareket edenler, toz bulutları ve çevremizdeki Türk orduları. Yas tutmaya başlamanın ötesinde trajik bir manzaraydı. İmparatorluk ordusunun tamamını kaçarken görmek, İmparatoru savunmasız görmek ve İmparatorluğun kendisinin çöküşün eşiğinde olduğunu bilmekten daha acımasız bir şey olabilir mi?”
Sonuç
11.yüzyılın Bizans tarihçisi Michael Psellos, Romanos’un biyografisinde, sıradan bir asker gibi zırh taktığını ve genel olarak komutan sorumluluğu ile ilgili endişeleri olmadan düşmanla savaştığı için imparatoru eleştirmiştir. Sonuç olarak Bizans ordusu imha edildi ve kılıcını tutamayana dek savaşmasına rağmen sonunda Romanos yaralı olarak esir düştü. Bizans tarihçisi Nikephoros Bryennios durumu şu sözlerle anlatmıştır:
“Ve İmparator, hiçbir yandan yardım alamaz kalınca, kılıcını kınından sıyırıp düşmanların içine daldı ve onlardan birçoğunu öldürdü, birçoğunu da kaçmak zorunda bıraktı. Ne var ki çok kalabalık sayıda düşman tarafından kuşatıldı, elinden yaralandı ve onlar kendisinin kim olduğunu anlar anlamaz her yandan üzerine üşüştüler, atını okla vurdular ve o da (at da) kayıp düştü ve binicisini dahi kendisiyle birlikte yere düşürdü. İşte bu biçimde, Rumların İmparatoru tutsak edildi ve eli kolu bağlı olarak sultana götürüldü, çünkü Tanrının takdiri, bilinmeyen bir nedenle, böylesine yazgılamıştı”[6].
Zincirlerle bağlı şekilde adamlarının katledildiğini seyretmek zorunda kalan imparator ertesi sabaha kadar Arslan’ın önüne getirilmedi. Ertesi gün kim olduğu anlaşıldığında zincirleri sökülen imparator Sultan’ın karşısına çıkarıldı. Romanos, çizmesini imparatorun boynuna sembolik olarak yerleştiren Arslan’ın ayaklarının önünde çömeltilerek ayaklarını öptükten sonra ise kendisine büyük bir nezaketle davranılmıştır. Romanos bir hafta boyunca misafir edildi ve Alp Arslan ona savaştan önce önerdiği barış koşullarını sundu. 11. Yüzyıl kroniğinde İmparator ile Sultan arasında şöyle bir diyaloğun gerçekleştiği iddia edilmiştir:[7]
Alp Arslan: “Size bir mahkûm olarak getirilseydim ne yapardınız?”
Romanus: “Belki öldürürdüm ya da seni Konstantinopolis’in sokaklarında sergilerim.”
Alp Arslan: “Benim cezam çok daha ağır olacak! Seni affediyor ve özgür bırakıyorum.”
Romanos’un, Selçuklu esaretinde kaldığı sırada Arslan’ın masasında onur konuğu olarak yemek yemesine izin verildi. İlk defa bir Bizans imparatoru Müslümanlara esir düşüyordu: Romanos’un kurtulması için 1,5 milyon altın para, artı yıllık 360.000 madeni para ve Ermenistan, Edessa, Hierapolis ve Antakya’yı terk etmek zoruna kalacağı bir haraç ödemesi gerekmekteydi. Romanos, ayrıca kızını da Arslan’ın oğullarından birisiyle evlendirmek zorunda kalmıştı. Antlaşma sağlandıktan sonra 100 asker refakatinde ülkesine gönderilmiştir. Yenilgiye rağmen, tüm Bizans ordusu yok edilmememişti: Ducas hiç zayiat vermeden kaçmış ve Romanos’a karşı darbeyi örgütlemek için Konstantinopolis’e geri dönmüştü. Savaş gece yarısı gerçekleştiğinden Türkler kaçan Bizanslıların peşine düşmemişti. Bizans ordusu toplandı ve bir hafta sonra serbest bırakıldığında Romanus’un da geldiği Dokeia’ya (Tokat) yürüdü.
Romanos’un Ölümü
Andronikos Dukas başkente geldiğinde IV. Romanos’un muhaliflerinden İoannis Dukas ve saray görevlilerinden Mihail Psellos ile birlikte taht naibi olan Eudokia’yı bir manastıra kapattıktan sonra Eudokia’nın X. Konstantinos Dukas’dan olan oğlu ve İoannis Dukas’ın yeğeni olan VII. Mihail Doukas’I (1071-1078) imparator ilan etmişlerdir. Romanos dağılmış ordunun geriye kalanlarıyla önce İoannis Dukas’ın en genç oğlu Konstantinos Dukas idaresinde ordulara karşı Dokeia savaşmıştır. Mağlup edilip Adana yakınlarında bir kaleye sığınan Romanos burada Andronikos Dukas’a teslim olmuştur. Kandırılıp Konstantinopolis’e getirilen IV. Romanos, 29 Haziran 1072’de işkence edilip, gözlerine mil çekilip Proti adasında (Kınalıada)’da manastıra sürgüne gönderilmiştir. Romanos birkaç gün içinde yaraları yüzünden hayatını kaybetmiştir.
Kaynakça
Alptekin, Coşkun (1992), “Büyük Selçuklular”, Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, Çağ Yayınları, İstanbul.
Bryennios, Nikephoros (2008), Tarihin Özü, Çev: Bilge Umar, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul.
Cahen, Claude (1979), Osmanlılardan Önce Anadoluda Türkler, E Yayınları, İstanbul.
Carole Hillenbrand (2007). Turkish Myth and Muslim Symbol: The Battle of Manzikert (illustrated ed.). Edinburgh University Press
Demir, Mustafa (2011), Büyük Selçuklular Tarihi, Sakarya Yayınları,Sakarya
Demirkent, Işın (1991), “Bizans”, DİA, VI, İstanbul
Haldon, John (2001). The Byzantine Wars: Battles and Campaigns of the Byzantine Era. Stroud: Tempus
Honigmann, Ernst (1970), Bizans Devletinin Doğu Sınırı, Çev: Fikret Işıltan, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul.
İbnü’l-Cevzî, Sıbt, 2011, Mir’âtü’z-Zamân Fî Târîhi’l-Âyân, Çev: Ali Sevim, TTK, Ankara.
Kafesoğlu, İbrahim (1972), Selçuklu Tarihi, Milli Eğitim Yayınları, İstanbul.
Konstam, Angus (2004). Historical Atlas of The Crusades. London: Mercury
Mateos, 2000, Urfalı Mateos Vekayi-nâmesi (952-1136) ve Papaz Grigor’un Zeyli (1136-1162), Çev: Hrant D. Andreasyan, TTK, Ankara.
Psellos, Mikhail (2014), Khronographia, Çev: Işın Demirkent, TTK, Ankara
Runciman, Steven (1951). “A History of the Crusades”. One. New York: Harper & Row. Cite journal requires
Ostrogorsky, Georg (2015), Bizans Devleti Tarihi, Çev: Fikret Işıltan, TTK, Ankara.
Turan, Osman (2014), Selçuklular Tarihi ve Türk-İslâm Medeniyeti, Ötüken Neşriyat, İstanbul.
Turan, Refik (2012), “Malazgirt Fatihi Alp Arslan”, Selçuklu Tarihi El Kitabı, Grafiker Yayınları, Ankara
Notlar
[1] Selçukluların, Oğuzların Üç-ok kolunun Kınık boyuna mensup oldukları iddia edilmiştir. Bu düşünceye göre 1038’de Büyük Selçuklu Hükümdarı Tuğrul Bey’in Nîşâbur’a girerken kolunda gerilmiş bir yay, belinde de üç ok olduğu, böylece onun Bozok ve Üçok’un başı, yani bütün Oğuzeli’nin hükümdarı kabul edilmekteydi.
[2] İbrahim Yınal Selçuklu ailesinden Türk beyi. Babası Yusuf Yınal, Selçuk Bey’in dört oğlundan biriydi. Selçuk Bey’in büyük oğlu Mikail Bey ölünce, Orta Asya’da yaygın olan leviratus geleneği uyarınca dul karısı, kardeşi Yusuf’la evlendirildi ve bu evlilikten İbrahim Yınal dünyaya geldi
[3] İberya Krallığı, Gürcistan merkezli bir krallığın adıydı
[4] Artze (Ermenice: Արծն; Yunanca: Ἄρτζε) 10-11. yüzyıllarda Ortaçağ Ermenistan’ında bir şehir olup, Araxes nehrinin sol yakasında, Ermenistan ile İberya sınırlarındaki Phasiane bölgesinde, Bizans kenti Theodosiopolis’in yaklaşık 55 km doğusunda yer almaktaydı. Kasaba, özellikle Suriye ve Ermenistan’dan ve başka yerlerden gelen tüccarları çeken popüler bir ticaret merkezi olduğunu yazan John Skylitzes’in raporundan bilinmektedir. 1048/49’da Selçuklu Türkleri tarafından yağmalanan şehir, hayatta kalan sakinleri Arcn Rum (Rum [Romalıalrın] Artze’si) olarak adlandıracakları çağırmaya başladıkları Theodosiopolis’e taşınmıştır. Bu isim sonradan Theodosiopolis’in daha sonraki ve şimdiki adı olan Erzurum’a dönüşmüştür.
[5] Ani, Kars şehrinin güneydoğusunda, il merkezine 42 km uzaklıkta, Arpaçay boyunda bulunan ören yeri. 961-1045 yılları arasında Pakraduni Hanedanlığı’ndan Ermeni hükümdarlarının başkenti olmuştur.
[6] Nikephoros Bryennios, 55.
[7] Psellos, 358