İtalyan Sineması, sinema sanatçıları ve sinemacıları, film endüstrisinin 1900’lerin başlarında gelişmesinden bu yana yerel ve uluslararası başarılar kazanmakla kalmamış, bazı dönemlerde dünya çapında sinema sanatının gelişimini de etkilemiştir.
İtalyan Sessiz sinema dönemi
Konusu olan İlk İtalyan filmi 1870 yılında yeni İtalyan ordusu tarafından Roma‘nın ele geçirilmesini konu alan Roma’nın alınması’dır (La Presa di Roma, 1905). Francesca Bertini ve Lydia Borelli İtalyan sinemasının ilk kadın starları olarak ortaya çıkarken, özellikle Bertini’nin şöhreti Atlantik’in öteki kıyısına ulaşmış hatta Bernardo Bertolucci’nin 1976’da çektiği Novecento’da anısı yad edilmiştir. Başlangıçta sessiz sinema döneminde çekilen ve divisimo kültürüne dâhil edilen İtalyan filmleri genellikle roman ve sahne oyunlarının uyarlamaları olmakla birlikte rekor bütçeler, lüks kostümler ve karmaşık sahne tasarımları kullanılma pahasına Enrico Guazzoni’nin Quo Vadis (1913), Mario Caserini‘nin Pompeii‘nin Son Günleri (Gli ultimi giorni di Pompei, 1913), Gustavo Serena‘nın Assunta Spina (1915) ve Giovanni Pastrone‘nin Cabiria (1914) gibi öncü filmleri üretme başarısını göstermiştir. Fütürizm 1910’ların sonlarında İtalyan sinemasını olumlu yönde etkilerken, 1916’da bir fütürist manifesto yazan Anton Giulio Bragaglia‘nın Thais (1917) filmi bu türün akılda kalan örneği olmuş, 1920’lerde sinema sanayinde yaşanan göreceli düşüş ise 1930’larsa sesli film çekimlerinin başlamasıyla sona ermiştir. Sözü edilmesi gereken önemli bir isim ise İtalyan sinemasında doğrudan var olmasa da 1913’de henüz 18 yaşında iken Puglia’dan New York’a göçmen olarak gittikten birkaç yıl sonra Amerikan Sinemasında büyük ün kazanan Şeyh (Sheikh, 1921) ve Kan ve Kum (Blood and Sand, 1922) filmlerinin 31 yaşında peritonitten ölen yıldızı Guglielmi di Valentina d’Antonguolla veya Hollywood’da bilinen adıyla Rudolph Valentino’dur.
Cinecitta ve Faşist İtalya’da Sinema
İtalya’nın faşist hükümeti stüdyoları finanse ederek, yönetmenleri cesaretlendirirerek, yabancı filmlerin ülkeye girişini sınırlayarak film endüstrisine maddi destek sağlamışsa özellikle de Cinecittà stüdyolarını inşa ettirmişse de sansür film sanatının gelişimini olumsuz yönde etkilemiştir. Mussolini döneminde İtalyan sineması Nazi Almanya’sında olduğu düzeyde propaganda yapmamışsa da İtalya’da faşist partiyi yüceltmek için Roma veya Risorgimento hareketi ile tarihi paralellikler kurarak halkın yönlendirilmesi sağlanmıştır. Carmine Gallone’nin Scipione l’Africano (1937) filmi bu dönemin akılda kalan propaganda filmlerindendir. 1920’lerde ve 30’larda kültür üzerindeki faşist kısıtlamalardan dolayı pek çok yönetmen Telefoni Bianchi (Beyaz telefon) adı verilen komedi filmleri üretilebilmiş olup, bunlardan bir gazete satıcısının hayatını konu alan Il Signor Max (1937) Telefoni Bianchi filmlerinin tipik örneklerindendir. Roma’nın güneydoğusunda 1937’de açılan Cinecittà 2. Dünya Savaşı’ndan sonra İtalyan film endüstrisinin merkezi haline gelmiş, hatta 1950’lerde Amerikan film yapımcılarını etkilemiştir ki Charlton Heston’un oynadığı Ben Hur’da (1959) ve Liz Taylor’un Richard Burton ile birlikte oynadığı Cleopatra (1961) burada çekilmiştir. İtalyan yönetmen Federico Fellini de tüm filmlerini Cinecittà’da üretirken, 2002’de Martin Scorsese’de New York Çeteleri (Gangs of New York) adlı filmini Cinecittà’da çekmiştir.
Neorealist (Yenigerçekçi) İtalyan Sineması
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, Luchino Visconti, Roberto Rossellini ve Vittorio De Sica gibi öncü yönetmenlerin başlattığı İtalyan neorealist hareket uluslararası çapta ün kazanmış, uluslararası sinema sanatının gelişimini etkilemiş, Fransız Yeni Dalga gibi Avrupa’daki diğer film hareketlerinin başlatılmasına yardımcı olmuştur. Telefoni Bianchi komedi filmleri yapaylığı ortaya çıkarken İtalya’nın yıkıntıları üzerinde savaş sonrası acılarını ve işçi sınıfının kaygılarını dile getirme dürtüsü Neorealist sinemada ortaya çıkmışsa da yapımlar büyük ölçüde üç büyük yönetmenin çalıştığı Roma’yla sınırlanmış, finansman eksikliği genellikle yapımlarda genellikle profesyonel olmayan aktörlere rol verilmiştir. Neorealist sinemanın en önemli örnekleri Roberto Rossellini‘nin Roma, città aperta (1945), Vittorio De Sica‘nın Sciuscià (1946), Luchino Visconti‘nin La terra trema (1948) ve Ladri di biciclette (1948) ile Giuseppe De Santis‘in Riso Amaro (1949) filmleridir.
İtalyan Sinemasının Altın çağı
1950’lerin başlarında Neorealizm etkisini kaybederken İtalya’nın ekonomisinin gelişimine paralel olarak İtalyan sinemasının yeni bir altın çağa ayak atmıştır. Neorealismi reddetmeyen ama toplumsal eleştiriyi mizahi yönüyle gerçekleştiren bu dönem neorealismo rosa (Pembe Yenigerçekçilik) olarak adlandırılmışsa da uzun ömürlü olmamış 1950’lerin sonlarında yerini Commedia all’italiana tarzına bırakmıştır. İtalyan sinemasının altın çağının unutulmaz isimleri Mario Monicelli, La Strada (1954), La dolce vita (1960) ve 8½ (1963) filmlerinin yönetmeni Federico Fellini ile L’avventura (1960), Il deserto rosso (1964) ve Blow Up (1966) filmlerinin yönetmeni Michelangelo Antonioni, Il caso Mattei (1972) filminin yönetmeni Francesco Ros, Accattone (1961), Il vangelo secondo Matteo (1964), Decameron (1971), I racconti di Canterbury (1972) ve Il fiore delle mille e una notte (1974) filmlerinin yönetmeni Pier Paolo Pasolini, La strategia del ragno (1970) ve Ultimo tango a Parigi (1972) filmlerinin yönetmeni Bernardo Bertolucci ile uluslararası çapta ün kazanan Vittorio Gassman, Monica Vitti, Alberto Sordi, Sophia Loren, Giulietta Masina ve Gina Lollobrigida gibi oyunculardır.
Giallo, Erotik Filmler ve Günümüz İtalyan Sineması
1960’ların ortala İtalyan spagetti Western türü, Sergio Leone’nin Amerikan yıldızlarını ve besteci Ennio Morricone‘nin muhteşem müziklerini kullandığı, filmleriyle ile büyük popülariteye ulaşmıştır. 1970’lerde ise Mario Bava ve Dario Argento gibi yönetmenlerin ürettiği erotik İtalyan gerilim filmleri ya da giallo (İtalyanca ‘sarı’) yine uluslararası sinema sanatının gelişimini etkilemiştir ki La ragazza che sapeva troppo (1963), Ecologia del delto (1971) ve Profondo rosso (1975) bu türün en iyi örnekleridir. Lucio Fulci ve Ruggero Deodato gibi yönetmenler kazanılan başarıdan hareketle daha korkunç ve iğrenç temalı filmler üretince eleştiri konusu olmuşlardır. 1970’lerde ve 80’lerde İtalyan sineması Hollywood’un gişe egemenliğine karşı mücadele ederken yerel kalmak istemeyen bazı yönetmenler, özellikle Bertolucci, İngilizce filmler yapmıştır. Tinto Brass’In başını çektiği bir grup ise sosyal veya sanatsal kaygı gitmeyen erotik filmler yapmıştır. 1980 ve 1990’larda ise Ermanno Olmi, Bernardo Bertolucci, Giuseppe Tornatore, Gabriele Salvatores ve Roberto Benigni gibi yönetmenler İtalyan sinemasının öne çıkan isimleri olmuştur. Günümüzde İtalya’da her yıl ortalama 115 milyon sinema bileti satılmaktaysa da bunların üçte ikisi Hollywood yapımıdır. Her yıl yüzlerce İtalyan filmi üretilmekte ve entelektüel camiada İtalyan sinemasının yeniden canlandırılması sürekli tartışma konusu yapılmaktaysa da 1950 ve 1960’lardaki başarıyı yakalayamayan yerli sinemanın çizgisi Matteo Garrone’nin 2008 yapımı Napoli mafyasını konu alan filmi Gomorra örneğindeki gibi hafif komediye doğru kaymaktadır. İtalyan filmleri 2014 yılı itibarı ile 12 Yabancı Diller Filmi Akademisi ve 12 Palmes d’Or ödülü kazanmış durumdadır.
En İyi İtalyan Filmleri
1. L’Inferno (Franceso Bertolini, Giuseppe de Liguoro & Adoldo Padovan, 1911)
Dante’nin en önemli eserinin bu yorumu aynı zamanda İtalyan filminin ilk uzun metrajlı filmi ve dünya çapındaki ilklerden birisidir. Gustave Dore’un yaptığı gravürlerini barındıran L’Inferno, daha önce hiç görülmemiş görsel efektler barındıran yenilikçi bir filmdi.
2. Thais (Anton Giulia Bragaglia, 1917)
İtalyan Fütürist hareketinin önemli örneklerinden birisi olup, sessiz çağın en büyük şaheseri olmasa da karmaşık sahneleri ve özenli tasarımıyla n yenilikçi ve cüretkar örneklerinden birisidir.
3. Roma, Açık Şehir (Roberto Rossellini, 1945)
Rossellini’nin çığır açan filmi, İtalyan sinemasına uluslararası ilgi uyandırmıştır. Senaryosu federico Fellini tarafından yazılan film, Rossellini’nin Neorealist II. Dünya Savaşı üçlemesinin ilki, İtalyan sinemasının gelişmesindeki en önemli çalışmalardan birisi, Roma, Açık Şehir, savaş ve siyasetin duygusal ve gerçekçi bir yorumuydu.
4. Bisiklet Hırsızları (Vittorio De Sica, 1948)
Vittorio De Sica’nın en ünlü filmi Neorealist akımın başyapıtı olup, umutsuzca karısı ve küçük oğlunun geçimini sağlamaya çalışan Antonio Ricci’nin hayatından dramatik bir kesit sunmaktadır. Uuzn süren işsizliğin ardından iş bulduğu ilk gün işi için elzem olan bisikleti çalınan Antonio ve küçük oğlu, bisikleti umutsuzca aramaya başlamıştır. Yoksulluğu hep yüzüne vurulan baba, işler ne kadar kötüye giderse gitsin oğluna sürekli umut vermekten vazgeçmemesi de Yeni Gerçekçiliğin önemli temalarından birisi olmuştur. Lokantada sahnede bile zengin ve fakir arasındaki uçurum ustaca resmedilmiştir.Film de ayrıca baba ve oğul arasındaki karmaşık ilişki, aile kurumu ve geleneksel erkeklik değerleri de sorgulanmıştır.