Anadolu’ya Türkmen yerleşimi ve hızla İslamlaşmanın ardından daha öncesinde İtalyan kaynaklarında Romania olarak bilinen bu coğrafyanın adı 14. Yüzyılın ortalarından itibaren Turchia[1] ile değiştirilmiştir. İtalyanlar daha öncesinde Karadeniz’in kuzeyinde Tatarlar, Peçenekler ile karşılaşmış, kolonilerinde birlikte yaşamış, kültürel ve ticari ilişki kurmuş olmalarına karşın Türk kelimesini Türkçe konuşan bu halklar için hiç kullanmadan, Anadolu’da dışında yaşayan Türk halklarının vatanlarına bu adı vermeden doğrudan Osmanlıları kastetmişlerdir.
Osmanlılar Türkmüydü?
Oysa, Bithynia’da doğan Küçük Asya ve Balkanlarda daha önce Bizans’ın hâkim
olduğu topraklarda gelişen, Viyana kapılarından Hazar Denizi’ne Cebelitarık Boğazı’ndan Hint Okyanusuna dek hâkimiyetine alan bu İslam imparatorluğunun gerçek kimliği sanılandan çok daha karmaşıktır. Osmanlı kendisini asla Türk olarak tanımlamamış[2], Türklüğü kendisiyle değil “Etrak” adıyla aşağıladığı Türkmenlerle özdeşleştirmiş, kendini ve var olduğu coğrafyayı ise “Rûm” olarak tanımlamıştır[3]. Bu tanımlama diğer İslamlarca da benimsenmiş sözgelimi
17. Yüzyılda Mısır’da Osmanlı yöneticileri için “Rumi” sözcüğü kullanılırken Osmanlı seçkinlerince yabancı kabul edilen Anadolulu köylü askerler “el-Türk” veya “etrak” olarak adlandırılmaktaydı.[4] 15 ve 16. Yüzyılda Trabzon, Yukarı Ermenistan ve Bayburt civarında yazılmış Ermeni kaynaklarında Osmanlı Türkleri için “Çitakh” kelimesi kullanılması dikkat çekici olup, etrak ile paralel bir anlama sahiptir[5].
Rum Türkleri
Anadolu’nun Türkçe konuşan Müslümanları için “Rum” tanımlanması, Türk
Tarihçilerin ısrarla Anadolu Selçuklular’ı olarak adlandırdığı “Konya (İkonium) Sultanlığı” için de kullanılmış olup, sözgelimi İbn Bibi Yassıçemen savaşını gerçekleştiren taraflardan Harzemlileri “Türk” Konyalıları/Anadolu Selçuklularını ise “Rum” olarak adlandırmış, eseri Türkçe’ye çeviren Öztürk eserde geçen “Türklerin komutanı” gibi ifadeler için Harzemşahlıların kastedildiği özellikle vurgulamak zorunda kalmıştır.[6]
Osmanlıların Kökeni
Osmanlıların kökleri resmi tarih yazıcılarının ders kitaplarına dek giren ve
sorgulanmaksızın kabul edilen hatta yakın zamana dek Batılı tarihçiler tarafından de benimsenen propagandalarıyla uyuştuğu şüphelidir. H. A. Gibbons, 1916 tarihli “Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuruluşu” adlı eserinde Osmanlılar’ın Yunanlı ve Balkanlı Slav mühtedilerle Türklerin bir araya gelmesinden oluşan yeni bir ırk olduğunu hatta Anadolu Rumları olduğunu, bu soyun Bizans idari uygulamalarını İslami bir kisveyle
sürdürdüğünü iddia ederek günümüzde hararetini sürdüren bir tartışmanın fitilini ateşlemiştir[7].
Süleyman Şah gerçekten Osmanlıların atasımıydı?
Wittek’in “gaza tezi”nde son derece net delillerle ifade ettiği gibi[8] Osmanlılar’ın soyunun bir Oğuz aşiretine dayandırılması geleneği ve bu aşiretin liderleri olan Ertuğrul ile Süleyman Şah hakkında[9] anlatılan efsaneler 14. Yüzyıl ya da öncesi hiçbir kaynakta yeri olmayan, 15. Yüzyıl sonrası spekülatif tarih yazıcılığının uydurması olup, Osmanlı devleti de iddia edildiği gibi kabile bağları üzerine kurulmamıştır.
Gazilerin kurduğu imparatorluk
Wittek, Osmanlı’nın tarihsel kaynağını “kendilerini kâfirlerle savaşmaya adamış”
gaziler topluluğu olarak tanımlarken Feridun Emecen, Fuad Köprülü[10], Halil İnalcık[11], Franz Babinger[12], George Arnakis, R. C. Jennings, Colin Heywood, Colin İmber, R. Paul Lindler, Salih Özbaran, W.L. Langer, R.P.Blake[13], Şinasi Tekin ve H. Lowry[14] konuyu farklı yaklaşımlarla tartışmışlardır. Osmanlı kimliğini tartışan Hodgson ise Osmanlıları ziraileşmiş kentli bir toplum olarak tanımlarken[15] kentsel[16] üstünlüğünü kol kuvvetiyle işlenen zirai kaynaklara dayandırdıklarını vurgulamış, dolayısıyla Osmanlılığı etnisite üstü olarak kentlilik[17] olarak algılamıştır. Özbaran’ın “Rûm” ve “Rûmî” kavramları üzerinde tartıştığı “Bir Osmanlı Kimliği” adlı çalışmasında tarihi kaynaklarda[18] ve modern kaynaklarda Osmanlı kimliğinin nasıl algılandığını ele almış ve Osmanlı kimliğinin Türk ile Yunan (ve başkaları arasında/ve birlikteliğinde, (merkezi) İslam ile Hristiyanlık ekseninde ve İstanbul’un çevresindeki geniş yelpazenin Anadolu ve Rumeli topraklarını içeren coğrafyasında gezinmek, Osmanlıyı bu yolda biçimlendirmek zorunluluğu bulunduğu kanısında olduğu sonucuna varmıştır[19]. Osmanlı döneminde bugün Yunanlı, Arap, Türk, Arnavut, Sırp, Bulgar olarak tanımladığımız Osmanlı uyruğu pek çok halk etnik kimliğinden habersiz -19. Yüzyıl sonlarında bile- kısaca kendilerini Rum olarak tanımlıyor veya dinlerini milliyetleriyle özdeşleştiriyorlardı. Edith Durham gibi Avrupalı gezginler Balkanlar ve Anadolu’yu gezerken Getler, Traklar, Yunanlılar, İskitler, Kolhlar gibi Antik Çağ halklarıyla bağlantı kurabilecekleri birilerini arıyor ama çoğunlukla karışık kültürler ve karmaşık kimlik tanımlamalarıyla karşılaşıyordu[20]. Osmanlı tarihinin en büyük duayeni Halil İnalcık’ın 60 yıllık birikimiyle üstelik resmi ideolojiyi karşısına alma pahasına sarf ettiği “Osmanlı İmparatorluğu bir Türk İmparatorluğu değildi”[21] sözleri kanımca söz konusu tartışmaya nokta koymaktadır.
Osmanlı Padişahlarının hükümranlık haklarının dayanakları
Osmanlı hükümdarları egemen oldukları toprak ve buyrukları altındaki halklar üzerindeki iktidarlarını İslam, Roma ve Türk geleneklerine dayanan 3 ayrı haktan aldıkları iddiasında olmuşlardır.
- Doğu Roma’nın başkenti İstanbul’u ele geçirerek onun tarihi mirasına ve tebaasına hükmetme hakkını ele geçirmişlerdir.
- Kudüs, Mekke, Medine gibi İslamiyet’in kutsal yerlerini kontrolleri altına almış, kendilerini halife ilan ederek tüm Müslümanlar’a hükmetme hakkını elde etmişlerdi.
- Türkmen, Tatar hatta Moğol kabileleri üzerinde siyasi otorite kurmanın olmazsa olmaz gerekçesi Cengiz Han’ın soyundan gelmek olduğundan kendilerine böyle bir şecere uydurmuşlardır. Daha önce de açıkladığım gibi 15. yüzyıl sonrasında Oğuz şeceresi iddiası onlara Anadolu, Kırım ve diğer bölgelerde yaşayan Orta Asya kökenli halklara hükmedebilme meşruiyetini sağlamıştır ki Osmanlılar, özellikle Kırım Hanları ve bölgedeki Türk asıllı kabileler ile ilişkilerinde Cengiz Han soyundan gelenlerin siyasi haklarına sahip olduklarını özellikle vurgulamışlardır.[22]
Osmanlı Türkleri[23] imparatorluğun erken evrelerinde çoğunlukla iç bölgelerde yaşayan tarım ile uğraşan ve savaş zamanı orduya asker sağlayan milletler arası kast sisteminin en üst tabakası olup, ordunun kontrolünü elinde tutarken ticareti büyük ölçüde Rum, Ermeni ve Yahudi azınlıkların eline bırakmıştır.
Notlar
[1] İtalyanca Romania, Romalıların (Rumların) Turchia ise Türklerin yaşadığı yer anlamlarına gelmektedir. Turchia Ortaçağ Rumcasından Turkia (Τουρκία) formundan ödünçlenmiştir.
[2] Neuman, Osmanlı Devleti için “Al-i Osman”, “Devlet-i Ali Osman”, Devlet-i Aliye”, “Devlet-i Ebed Müddet”, “Memalik-i Mahruse” gibi isimler kullanılmasına karşın devletin gerçek bir adının olmadığını iddia etmiştir (Neumann, 1999: 269-283).
[3] “Osmanlıların resmi dili genellikle Türkçe olarak açıklanır ancak halk kendisine Türk dememiştir. Türk ve Türkiye sözcükleri Avrupa’da en azından on ikinci yüzyıldan beri kullanılagelmiştir ama Türkiye’de Türkler tarafından kullanılmamıştır…” (Lewis, 2001: 11)
[4] Haarmann, 1988: 177
[5] “1461 yılında Çitakh Trabzon’u aldı”, “Çitakh Sofu’nun Baberd ve Sper kalesini aldı”, “ülkemiz Çitakh ordusundan kurtuldu”, “Uzun Hasan’ın padişahlığı zamanında, 1474 yılında Çitakhlar baskın yaptı”, “1509 yılında Çitakh ulusunda Selimşah Paron, Guriel üzerine gitti” (Haçikyan, 1996: 44) “…Hamşen’in sahibi Davit, diğer pek çok Hristiyan beylerle krallar gibi Çitakh ulusunun Sper ilinde, gurbette yaşamak zorunda kaldı…” (Haçikyan, 1996: 43; Maştotz Matenadaran, elyazması no 7638, sy. 314 b, 315 a) benzeri ifadelerde bahsi geçen terim Anadolu Türkçesi’nde “Dağda yaşayan ve geçimini odun satarak sağlayan; Kaba, huysuz, kavgacı” anlamlarına gelen çıtak kelimesiyle ilişkili olmalıdır.
[6] İbn Bibi, 1996: II, 114, 396
[7] Gibbons, 1916: 13-34, 44-53
[8] Wittek, 1077’de Bağdat’ta Kaşgarlı Mahmud tarafından Arapça olarak yazılan Türk dili, tarih ve kültürü hakkında bilgi veren Divan-ü Lugat-it Türk’te Oğuzların 24 boydan oluştuğu belirtilmekle birlikte, 24 sayısının Oğuz Han’ın efsanevi 6 oğlunun soylarına bağlanabilmek için uydurulduğunu, Osmanlı soyağacında bulunan 52 isimden 31 tanesinin sonradan Osman ile Nuh peygamber arasındaki kronolojik tutarsızlığı ortadan kaldırmak için uydurularak eklendiğini ortaya çıkarmış ve Osmanlıların Kayı aşiretine bağlayan silsilenin de gerçekdışı olduğunu iddia etmiştir. Wittek’e göre Kaşgarlı’nın sıralamasında Selçuklu hanedanınkinden sonra 2. Önemli Oğuz aşireti olan Kayı boyu ile Osmanlıları ilişkilendirmenin akıllıca bir seçim olduğunu, iktidarın sonunda –Selçuklulardan sonra- Oğuz’un en büyük torunu Kayı’ya geçeceğine dair bir kehanet de yaratılmıştır (Wittek, 2000: 20-24)
[9] Selçuklu prensi Süleyman İbni Kutalmış Suriye civarında ölmüşse de boğulmamış, ancak oğlu Kılıç Arslan hayatını Habur nehrinde kaybedince tarih yazıcılar karakterleri tersyüz etmiş, Türk destanlarında daha öncesinde de ünlü bir motif olan Caber Kalesi miti sonradan bu öyküye dâhil edilmiştir (Wittek, 2000: 24).
[10] M. Fuad Köprülü “The Origins of the Ottoman Empire” (1933/4: 13-14) adlı çalışmasında Gibbons’un Osmanlı kurumlarının Bizans kurumlarının devamı olduğu tezine karşı çıkmıştır.
[11] Wittek gibi İnalcık da “gaza” fikrinin Bizanslı uç askerleri ile Müslüman gazileri birbirine bağladığı düşüncesini savunmuştur.
[12] Babinger, Osmanlı kurumlarının Bizans kadar Selçuklu ve İlhanlı kurumlarıyla da ilişkili olduğuna değinmiştir.
[13] Langer ve Blake, Anadolu’da Türklerin heterodoks İslam anlayışının Bizanslı Hıristiyanların ihtida etmesini kolaylaştırdığını iddia ederken Osmanlı idari yapısının tamamen değil kısmen Bizans’tan alındığını iddia etmiştir.
[14] Lowry “The Nature of the Early Ottoman State” (ed. Donald Quataert, State University of New York Press Albany, 2003) adlı eserinde Wittek’in gaza teorisine karşı “yağmacı konfederasyon” tezini öne sürerken, Spandugnino’nun 15. yüzyıla ait eserinde bahsi geçen ilk ikisi Hristiyan Mihail, Evrenos, Turahan ve Osman adlı dört beyin Osman’ın liderliğinde birleştiklerini, “gayrimüslimleri ihtida veya ölüm seçeneğine zorlamadan” yağma veya fidye amaçlı eylemler gerçekleştiren Hristiyan-İslam kabileleri konfederasyonu oluşturduklarını ileri sürmüştür.
[15] Hodgson, 1974: I, 107-108
[16] Suraiya Faroqhi, 400-1000 arası vergi neferi olan yerleşimleri küçük şehir, 1000-3000 arası vergi neferi olan yerleşimleri orta büyüklükte şehir, 3000’den fazla vergi neferi bulunan yerleşimleri ise büyük şehir olarak tanımlamaktadır (Faroqhi, 1994: 12)
[17] Osmanlı kentleri, etnik, dini ve iktisadi açıdan farklı katmanlardan oluşan Osmanlı toplumunun yapısı gereği bir cami ya da kilise çevresinde şekillenmiş mahallelerden oluşmuş olup, “Osmanlı mahallesi” aynı camide ibadet eden cemaatin aileleri ile birlikte ikamet ettikleri yerleşim birimleri ve Osmanlı kentini oluşturan en ufak birimlerdir. Mahallenin merkezi ise bir imam tarafından yönetilen cami olup, camiler sadece dini hayatı değil pek çok sosyal faaliyetin de gerçekleştiği, dünyevi meselelerin konuşulup tartışıldığı, cemaatin ortak kararlar aldığı mekânlardır.
[18] Özbaran, bizzat 16. yüzyıl Osmanlı fermanlarından örnekler vererek yabancı ve Araplara karşı genç, güçlü ve cesur “Rum yiğitleri” yeğlenmesi gerektiğine karşı emirleri yayınlarken Tat (İranlı), Çepni (Türkmen), Kızılbaş, Laz, Çingan, Devraklu, Sarılu ve Döneklerin “Rum” kimliği dışında tutulduğuna dikkat çekmiştir (Özbaran, 2004: 197-108)
[19] Detaylı bilgi için Bkz. Özbaran, 2002 ve Özbaran, 2004
[20] Encyclopedia of İslam. “İstanbul” c.4. s. 244
[21] İnalcık, 1996: 19
[22] Fisher, 2009: 27
[23] Osmanlı “millet sistemi” içerisinde tüm etnik kökeni ne olursa olsun tüm İslamlar “Müslüman” olarak anılmış olup, çalışmamın devamında okuyucunun bugünkü kimlik anlayışıyla çatışmaması için Osmanlı Türkü anlamında kısaca “Türk” terimini kullanacağım ama yukarıda açıkladığım gibi Osmanlılar ya da bu anlamda kullanacağım Türkler, genellikle Türkmenleri de kapsamasına karşın (pek çok dönemde Kızılbaş Türkmenler Osmanlı kimliği dışında bırakılmıştır) asla Türkmenlerle özdeş olarak algılanmamalıdır.
Kaynakça
Gibbons, Herbert Adams.Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuruluşu. İstanbul, 1928
Haçikyan, Levon. Hemşin Gizemi: Hamşen Ermenileri Tarihinden Sayfalar. İstanbul: Belge Yayınları, 1996
Haarmann, Ulrich W. “Ideology and History, Identity and Alterity; The Arab image of the Turk from Abbâsîds to Modern Egypt”. International Journal of Middle East Studies, 20 (1988)
Hodgson, Marshall G. S. The Venture of Islam. Vol.1. The Classical Age of Islam. Chicago: The University of Chicago Press, 1974
İbn Bibi. El-Evâmirü’l-‘Alâ’iyye fī’l-Umuri’l-‘Ala’iyye. Yay. M. Öztürk. Ankara, 1996
Faroqhi, Suraiya. Osmanlıda Kentler ve Kentliler. Çev. Neyyir Kalaycıoğlu. İstanbul, 1994
Fisher, Alan W. Kırım Tatarları. Çev. Eşref B. Özbilen. İstanbul: Selenge Yayınları, 2009. ISBN 978-975-8839-65-5
İnalcık, Halil. “The Meaning of Legacy: The Ottoman Case”, Imperial Legacy: The Ottoman Imprint on the Balkans and the Middle East (ed. L.C. Brown), Columbia U.P. New York, 1996.
Lewis, Bernard. The Multiple Identities of the Middle East. New York: Schocken Books, 2001.
Lowry, H. The Nature of the Early Ottoman State” (ed. Donald Quataert, State University of New York Press Albany, 2003)
Köprülü, Mehmet Fuat.The Origins of the Ottoman Empire” (1933/4: 13-14)
Neumann, C. K. “Devlet’in Adı Yok: Bir Amblemin Okunması”. Cogito, 19, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, (1999): 269-283
Özbaran, Salih. “Bir Başka Osmanlı kimliği: Rûmîlik”. Toplumsal Tarih 101 (Mayıs 2002)
Özbaran, Salih.Bir Osmanlı Kimliği: 14-17. Yüzyıllarda Rumi Aidiyet ve İmgeleri. İstanbul: Kitap Yayınevi, 2004. ISBN 975 8704-79-6
Öztürk, Özhan. Pontus: Antik Çağ’dan Günümüze Karadeniz’in Etnik ve Siyasi Tarihi (Genişletilmiş 3. Baskı) Nika Yayınları. Ankara, 2016
Wittek, Paul. Osmanlı İmparatorluğu’nun Doğuşu. Çev. F. Berktay. İstanbul: Pencere Yayınları, 2000