Tirki, ‘enlemesine kesilen ağaç gövdesinden yapılmış hamur teknesi’ (Ordu, Giresun, Samsun) ve ‘ağaçtan yapılmış büyük su kabı’ anlamlarına gelmekteydi (Trabzon). Anadolu’da ‘hamur teknesi’ (Seyhan, İçel, İzmir), ‘ağaçtan yapılmış kap, karavana, tencere’ (İçel, Niğde, Kütahya) ve ‘ağaç yağ kutusu’ (Tokat, Kütahya) anlamları tespit edilmiştir. Ayrıca bölgede ‘yaba; ot savurmak için kullanılan çatal ağızlı uzun saplı değnek’ anlamında tirki ve tirçi formları kaydedilmiştir (Giresun).
Külek, içinde yağ, yoğurt, süt, peynir, ayran saklamak için kullanılan, yaklaşık 5 litre
hacminde, saplı, silindirik, ahşap kap olup, çoğunlukla kapaklıdıydılar. Çarşıya ve İstanbul’a yağ bu küleklerle gönderilirdi. Külek (Trabzon, Rize, Giresun), kilek (Maçka), külek (Yusufeli), gülek (Akçaabat), kileka (Şavşat) ve kültek (Ordu Perşembe) formlarında derlenen kelime ayrıca ‘‘ayvanlara yal verilen ahşap kova’ (Akçaabat) anlamında da kullanılmaktaydı. Anadolu’da külek (Erzurum), gölek (Ankara), gövlek (Bolu, Kastamonu), gülek (Çorum, Ankara, Yozgat, Konya, Muğla, Adana) fformlarında ‘ağaçkap’ ve ‘kova’ anlamlarında kaydedilmiştir. Osmanlıca içinde 14-18 yüzyıllar arasında külek, güvlek, Evliya Çelebi Seyehatnamesinde külek formudna bahsi geçen kelimenin Ermenice ‘süt kovası’ anlamındaki kovlak (Ermeni lehçelerinde külek) kelimelesiyle ilişkili olduğu iddia edilmiştir.
Sağrak, ‘kapaklı ahşap yağ saklama kabı’ (Ordu, Giresun, Samsun, Trabzon),’ deriden yağ tulumu’ (Trabzon), ‘ekmek yoğrulan bakır tekne’ (Rize, Artvin) anlamları kaydedilmiştir. Erzurum’da zavrah ‘kulpu ve kapağı olan ve daha çok yağ koymak için kullanılan bakır kazan’, Lazca sağra (Fındıklı), sağa (Pazar), gobi (Hopa) “hamur teknesi”, Anadolu’da ise şağra “iç yağı” (Te-kirdağ) anlamlarında kaydedilmiştir.
Putina, yağ ve peynir koymak için ince çam tahtasından yapılmış, kapak kısmı alt kısmına göre daha dar kabın adıdır (Rize), pıtına (Giresun), putana (Rize), putuna ‘turşu fıçısı’ (Giresun) fomları kaydedilmiştir. Anadolu’da bodana “orta büyüklükte toprak kap” ve bödene “toprak testi” (Ankara) anlamlarında kaydedilmiştir. Antik Yunanca putini (πυτίνη το) “şarap şişelerinin üzerini kaplıyan ağaç liflerinden örgü” anlamına gelmekte olan kelime Yunan dialektlerinde putuna (πουτούνα), putina (πουτινα) “ahşap yağ saklama kabı” kelimesinden ödünçlenmiştir.
Babiza veya papiça, ‘çamur testi, çömlek’ anlamına gelmektedir (Trabzon)
Ayakçağu iEl ve ayak yıkamak için kul-lanılan, ortası dar ve çukur, geniş kenarlı bir kap adı (Trabzon Şalpazarı)
Altluk Masayı yakmasın diye sıcak kazan ve tencerelerin altına konulan, üzüm asma-sının dalından yapılmış daire biçiminde alet adı (Trabzon, Torul)
Cap, ‘Küp; sırlı su küpü’ anlamına gelen kelime cap (Ordu, Samsun, Amasya) ve zap (Gümüşhane) formlarında söylenmekteydi. Sivas ve Erzincan’da da tespit edilen kelime Ermenice ‘toprak çömlek, küp’ anlamına gelen cap’, Türkçe’de kap kelimeleriyle ilişkili olan kelime Divan-i Lugat-it Türk’te (1070) ‘bir tahıl ölçeği’ anlamıyla kap formunda geçmektedir. Babilce olup ve Tevratta ‘bir tahıl ölçeği’ anlamıyla geçen kab kelimesi Arapça kabb, Yunanca’ya ise ‘4 litre hacminde tahıl ölçüsü’ anlamında kabos formunda geçmiştir.
Cezve, kahve pişirmek için kullanılan kulplu bakır kap anlamına gelen kelime Karadeniz Rumcasına cezve (τζεβζέ [Trabzon, Gümüşhane]), cäzvä (Trabzon, Gümüşhane) formunda geçmiştir. Arapça ‘ateş parçası, kor’ ve ‘ateşten köz almaya yarayan çubuk’ anlamlarına gelen caḏwa (جذوة) kelimesinden Osmanlıca’ya hem ‘ateş, kor’ (Meninski, Thesaurus 1680) hem de ‘kahve pişirecek ibrik’ (Ahmet Vefik Paşa, Lugat-ı Osmani, 1876) anlamlarıyla geçmiştir.
Cındık, ‘bir iki litre hacminde küçük kap’ anlamına gelen kelime (Tokat) Karadeniz bölgesi ve Anadolu’da ‘küçük’ (Ordu, Giresun), ‘küçük çocuk’ (Giresun) anlamına gelmekte olup, Ermenice čntik ‘cüce’ kelimesinden ödünçlenmiştir.
Çamçak, hayvanlara verilen sulu yiyeceklerin yem kaplarına da-ğıtılması için kullanılan yandan saplı ağaç kap (Trabzon Tonya)
Çanak, toprak veya ahşap kap, çömlek anlamalrına gelen kelime Karadeniz Rumcasına da çanakin (Giresun, Tirebolu), çanah (Ordu, Santa, Trabzon, Gümüşhane) ve çenak (Of) formlarında geçmiştir. Türkçe 11. Yüzyıl öncesi kayıtlarda çanak formunda bulunan kelimenin Çince zhân “kadeh, kâse” sözcüğüne -ak soneki eklenerek türetildiği iddia edilmiştir.
Çapika, İçine tereyağı, minci konulan geniş ağızlı, kızılcık ağacından mamül yekpare ahşap kabına dı olup (Bkz.) kelimesinden Karadeniz Rumcası (cık/-cuk) anlamı veren-ka son ekiyle türetilemiş olmalıdır.
Çaycı kazanı, kahvehanelerde çay ısıtmak için kullanılan, üzerine iki yada üç demlik yuvası bulunan, musluklu, dikdörtgen pirizma şeklinde bir kap türü olup, Anadolu’nun pek çok yerinde üretilmesine rağmen işçiliğinin kalitesi sayesinde Trabzon yapımı olanlar çevre illere ve İstanbul’a gönderilmekteydi.
Çalpara veya çalbara, gövdesi silindirik olmayan, yuvarlak, yüksek kapaklı bakır tencere tipinin adı olup (Trabzon, Giresun, Gümüşhane), Farsça ‘dört parça’ anlamına gelen çâr-pâre kelimesinden ödünçlenmiştir. Kelime ayrıca Türkçe sözlükte çalpara formunda ‘Türk musikisinde parmaklara takılıp çalınan zil benzeri bir araç’ anlamıyla kayıtlıdır.
Dağar, küçük çocukların tuvalet ihtiyaçlarını görmesi için lazımlık olarak kullanılan ağzı yayvan dibe doğru hafifçe daralan toprak kap anlamına gelmekte olup (Trabzon, Torul) ayrıca dağarcuk formu da ‘çanta’ anlamıyla tespit edilmiştir (Rize, Giresun, Akçaabat). Anadolu’da dağar ‘geniş ağızlı, topraktan yapılmış içine su, pekmez, ayran ve yoğurt gibi şeylert konulan bir çeşit küp’ anlamında kaydedilmiştir (Burdur, Isparta, Manisa, Kütahya, İzmir, Konya, Edirne). Dağar kelimesi Türkçe kökenli olup, Divan-i Lugat-it Türk’te (1070) tağar ‘büyük torba, çuval’ ve İbni Mühenna’nin Lugat’ında (14. yüzyıl) tağarcuk formalrı tespit edilmiştir.
Fiçiko veya fiçuko, su kabağının içinin oyulup, kurutulmasıyla elde edilen ve daha çok süt, ayran gibi sıvı maddeleri saklamak için kullanılan kap (Rize). Antik Yunanca idatikos (ύδατικός) ‘sulu’ ve Yunanca vaçuli (βατζούλλι) ‘az miktarda su’ kelimeleriyle ilişkili olduğu iddia edilmiştir.
Fincan, çay, kahve gibi sıcak içecekleri içmek için kullanılan kulplu porselen kabın adı olup, Türkçe’den Karadeniz Rumcasına fincanin (φιντζάνιν [Giresun]) ve fincan (Ordu, Trabzon, Gümüşhane) formlarında geçmiştir. Arapça fincān (فنجان) ‘kâse, tas’ sözcüğünden ödünçlenmişse de Arapçaya’da Farsça aynı anlamdaki pingān (پنگان) kelimesinden girmiştir.
Götlük, ‘nihale; Sıcak tencere ve kazanların sofrayı yakmaması için altına konulan sarmaşık örgüsü altlık’ ve ‘dip kısım’ anlamları kaydedilmiştir (Trabzon)
Hamsi küpü Yörede sıkça bulunan bir tür yumuşak kaya cinsinden, demir bir küskü vasıtasıyla oyulup, küp şekline sokulabilen ve yapılan yaklaşık 50 cm yüksekliğinde, tuzlanmış hamsi stoklamak için kullanılan kaptır (Rize)
Hamsi taşı Ateşte ısıtılarak, üzerinde hamsi pişirmek amacıyla kullanılan, kenarla-rında taşın yerde sabit durmasını sağlayan topuk adlı çıkıntı ve hamsinin yağının boşalmasını sağlayan bir delik bulunan yontul-muş taş parçasıdır. Kuzina adı verilen soba türü çıkmadan önce kullanılırdı (Trabzon, Rize)
Hamsi tavası Trabzon ve diğer Kara-deniz kentlerinde üretilen tüm tavalar gibi hamsi tavasıda dövme bakırdan imal edilmekle birlikte sapı demirdendir. Kızarma esnasında balıkların ters yüz edile-bilmesi için kapaklı olarak imal edilmektedirler. Evliya Çelebi seyehatnamesinde, Trabzon’da hamsi balığının bakır tava içine yerleştirilmesiyle, yapılan hamsi pilaki yemeğinden bahsetmektedir (1641). Hamsi tavasında sadece hamsi değil bölgede çok sevilen hamur kızartması olan çirihta/sirifta da yapılmaktaydı.
Haranı, ‘büyük kazan anlamına gelen kelime haran (Samsun, Ünye, Mesudiye, Ordu) ve hereni (Samsun Bafra) olarak bilirnmekte olup, Anadolu’da harama, haran, harana, haranı, haranlı, haranti, harantı, hereni formlarında ‘büyük tencere, kuzu tenceresi, kazan, çamaşır kazanı’ anlamlarında yaygın olarak kullanılmaktadır.
Helvane veya hevlane yemek pişirmek için kullanılan çeşitli boylarda kapaklı, kulpsuz tencerelere denilmektedir (Giresun, Trabzon). Çalpara veya helvane denilen Trabzon yöresi tencerelerinin Anadolu’dakilerden en önemli farkı, kapaklarının oldukça yüksek olmasıdır.
Halgin, mısır yaprakları, karpuz kabukları, yemek artıklarının ahırdaki hayvanlara yedirilmek üzere karıştırılarak pişirildiği kazanın adı olup (Hemşin), Anadolu’da halkın (Kayseri), halgın (Kocaeli, Kayseri), helkin (Kayseri, Kırşehir), helgin (Seyhan) ve hergil (Kayseri) formlarında kaydedilmiştir. Ermenice xalgin “bakır yemek tabağı’ anlamına gelmekte olup, Yunanca halkino (χάλκινο) ‘bronz’ kelimesiyle ilişkilidir.
Halkosup, halgosup, argosup Trabzon’da üretilen, özgün bir forma sahip, yuvarlak gövdeli, kısa geniş boyunlu, kapaklı, saplı bakır gügüm türüdür. Kapağında ocak zincirine asılıp ısıtılması için bir kulp da bulunabilir. Anadolu’da hal-kosupa en yakın formda kaplar. Erzincan ve Erzurum’da daha uzun boyunlu ve uzun gövdeli olarak üretilmişlerdir. Halkosup bir çeşit gügüm olmakla birlikte, kremul’a (ocak zinciri) asılabildiğinden mısır yarmasından yapılan korkot çorbası hatta taze ve kuru fasülye yemekleri pişirmek içinde kullanılmaktaydır.
Havza, İneklerin su içtikleri ahşap veya taştan oyma kap (Hemşin)
Humi, Çamaşırları kül suyu ile yıkamak için kullanılan ahşap silindirik kap: ‘Kara deyile seni/ O kadar kara misın?/ Kosam seni Humiya/ Aca beyazlar misın’ (Trabzon, Rize). Humi baş ‘aptal’ anlamına gelmekteydi.
Hurni veya vurni, Büyük yalak, hayvanların su içebilmesi için yapılan geniş dörtgen biçimli ahşap kap (Trabzon)
İlistir Süzgeç
Kıyli veya kıyıli Kenarları yüksekçe bakır tepsi (Trabzon), kıyli (Torul), gıyılı, gíyli (Giresun).
Kolo, Çam ağacı hartomasından imal edilen peynir saklama kabı (Çamlıhemşin, Hemşin). Çam ağacından kolo çıkartılır, çamın kabuğunun yarık kısmı çuvaldızla dikilir, altına da yuvarlak kabuk kesilip dikilirdi ki buna peynir kolosu denir, daha çok yaylada yapılırdı.
Kolopa Ahşaptan yapılan ve yağ, peynir saklamak için kullanılan küçük hacimli bir külek türü (Şavşat)
Kukma, Gügüm. ‘Soba ustine kukma/ ateşte kaynayacak/ orta boyli sevduğum/
benumle oynayacak’. Kukma (Trabzon, Rize, Artvin, Sinop), gukma (Rize), gegma (Rize), cucüm (Rize) ve gügum (Tonya) formları kaydedilmiştir. Azerice küjüm, Arnavutça gjygìm, Bulgarca gjum, Lazca kukuma, kukma, Sırp Hırvatça kokma formalrında bilinen sözcük Yunanca kukúmi (κουκούμι) ‘bakır su kabı, bakraç’ kelimesinden ödünçlenmiş olup, Yunanca’ya ise Latince ‘tencere’ anlamındaki cucuma kelimesinden geçmiştir. Kelime Arapça’da ‘dar boyunlu su kabı, ibrik’ anlamında ḳumḳumat (قمقمة) formunda tespit edilmiştir.
Kulaklu, gulaklu veya kulaklı İki yanında sapları bulunan yayvan sahan (Trabzon, Ordu, Giresun, Rize)
Kuşkana Küçük tencere (Şavşat)
Kafika Küçük güğüm (Trabzon). Gafiga (Trabzon), gafega (Sürmene), kafaka (Trabzon, Artvin), kafuka (Kelkit), kapığa (Şebinkarahisar), kapeka (Sürmene), ğavuğa (Gümüşhane Kelkit), ġafurġa ve gafiga (Bayburt), formalrında tespit edilmiştir. Antik Yunanca kafki (καύκη η) “seramik su kabı” kelimesiyle ilişkilidir.
Kavana Yekpare ahşaptan içi oyularak elde edilen yağ saklama kabı (Trabzon, Gümüşhane, Ordu): “Kestim kızılağacı/ Yapacağım kavana/ Güveğinin bacağı/ Hemen aldı tavana” (Yomra). Anadolu’da kavana “bir litrelik porselen veya teneke maşrapa” (Isparta) formunda kaydedilen kelime Yunanca (Karadeniz, Makedonya) gavana (γαβάνα) “çanak” ile ilişkili olup, Türkçe kayıtlarda 16. yüzyılda Bahşayış Lugatinde geçen kavanoz kelimesi de aynı kökten türemiş olmalıdır. Hint-Avrupa dillerinde ‘çukur, oyuk’ anlamındaki kav- kökü Farsça kāw, Sanskritçe khá formlarında tespit edilmiş olup, Latince ‘içini oymak’ anlamındaki cavare aynı köketen türetilmiştir.
Kazan Büyük miktarda yemek pişirmek veya su ısıtmak amacıyla kullanılan oval
biçimli bakır, üstten kulplu derin ve yayvan kabın adıdır: ‘Kara kara kazanlar/ Kara yazı yazanlar’ , garagazan “Gara gazan goldadur/ Yârim uzak yoldadır” (Trabzon). Türkçe kaz- ‘oymak’ fiilinden -ğan sonekiyle türetilen kelime yazılı kayıtlarda ilk olarak 14. yüzyılda kazğan “büyük bakır kap” formunda geçmektedir. Karadeniz Rumcasına kazanin (καζάνιν το [Giresun, Tirebolu]) ve kazan (Trabzon) formlarına girmiştir.
Kocer Köpeklerin ahşap yal kabı (Tonya)
Kolo Çam ağacı hartomasından imal edilen peynir saklama kabı (Hemşin)
Lenger is. Geniş, yayvan bakır sahan (Trabzon, Rize, Bayburt, Erzurum, Artvin), Lazca lengene “el yıkarken dökülen suyun birikmesi için kullanılan sahan”.
Lavut, ‘çeşme ve pınarlara konulan tahtadan yapılmış su tası’ (Sinop, Giresun, ‘Keneviri ağartmak için üzerlerine su püskürtmeye yarayan ahşap araç’ (Rize), ‘kayığın suyunu atmak için kullanılan tahtadan yapılmış kürek’ (Ordu) anlamlarına gelmekteydi. Anadolu’da alavat ‘huni’ (Tokat), alabut (Bolu), alavut “yazın mandaları serinletmek için üzerlerine su atmaya ya-rayan, ağaçtan yapılmış çukur kürek, çömçe’ (Bolu), alavurt ‘uzun saplı bir çeşit kabaktan yapılan su kabı” (Antalya, Muğla) ve aldavut “faraş biçiminde, tahtadan yapılmış, süprüntü ve su boşaltmada kullanılan aygıt” (Kocaeli) form ve anlamlarında kaydedilmiştir. Karadeniz Rumcası lagudin (λαγουδιν το [Giresun, Ordu, Tirebolu]), lagot (λαγουδ [Santa, Trabzon, Haldiya]) fromlarında kayıtlı olan kelime Orta Dönem Yunanca lavuton (λαβουτον το [lagos [λαγος] otin [ώτίν]) “bir kap çeşidi” ile ilişkili olup, diğer Yunan dialektlerinde lagot (λαγώτ), lavotin (λαβώτιν) olarak bulunmuştur.
Masteli Hayvanların yal yedikleri kap anlamında masterli (Ordu) ve mastalya (Sürmene), ‘kova, kürek’ anlamıyla (Ordu) kaydedilen kelime Yunanca mastelın (μαστέλιν το) ‘geniş ahşap kap’ anlamına gelmekteydi. İtalyanca mastello “elbise yıkamak için kullanılan ahşap fıçı” anlamına gelen Venedik kaynaklı kelime ilk olarak 13. yüzyılda kaydedilmiş, zamanla bir denizcilik terimi olarak Akdeniz Dünyasına yayılmıştır: Arapça mastillä bastillä (Mısır), Arnavutça mastel, Yunanca mastelo, mastelos, mastela, Türkçe mastela, mastalya, mastilya, mastelya. Osmanlıca ilk kayıt 1827 yılına aittir: ‘mezkur mastilyalarda taife-i bahriye kendi bez libaslarını gusl eyliye’
Parç ‘Emzikli testi; topraktan yapılmış ibrik çeşidi’ (Giresun) Lazca parçina ise ‘kulplu ve geniş ağızlı bakır sürahi’ olup su kabı hatta süt saklamak için kullanılırdı. Anadolu’da parç (İstanbul, İzmir, Ağrı, Elazığ, Konya, Niğde, Adana, Diyarbakır) ve parçı (Konya) ‘bakır su tası’ anlamında kullanılmakta olup, Ermenice p’arč’ ‘su kabı’ kelimesiyle ilişkilidir.
Sacayak Karakazan’da yemek pişirmek, güğümle su ısıtmak amacıyla yakılan odun ateşinin üzerinde, kazan ve güğümün dura-bilmesi için konulan üç metal ayağın desteklediği dairesel veya üçgen biçiminde bir araçtır (Giresun, Trabzon, Rize). Trabzon’da saçayağının, boş olarak ateşte bırakılırsa ölü suyu bekleyeceğine inanılmaktaydı. Sacayağının ayazlaması ise ateşten çıkarıldıktan sonra, üzerinde küçük küçük ateş kıvılcımlarının bulunmasıdır ki bu durumda havanın bozacağına inanılır ve ‘saçayağı ayazlayi ayam bozacak” denilirdi.
Sağan, sahan Yemek için kullanılan yayvan ve derin bakır tabak adı olup (Trabzon, Rize), Karadeniz Rumcası sahanin (σαχάνιν [Giresun]) ve sahan (Ordu, Trabzon, Gümüşhane), Lazca sağani olarak bilinmekteydi.
Siyafki Kaymak kabı (Çamlıhemşin)
Stamli, stamli veya istamni, Trabzon’da üretilen, sivri ve üçgen biçimli kapağa sahip, dar boyunlu, geniş gövdeli, kulplu bakır bir gügüm çeşidinin adıdır. Büyük bir gügüm olduğundan ve daha çok çeşmeden su taşımak için kullanıldığından, tek elle taşınması zordur; bu yüzden sapına takılan zincir bele takılarak taşınmaktaydı. Anadolu’nun diğer kentlerinde üretilen farklı biçimlere sahip gügümlerin en geniş eteklisidir. Antik Yunanca stamnion (σταμνίοω τό) “testi”, Orta Dönem (σταμνίν), Modern Yunanca (σταμνί) kelimesinden ödünçlenmiştir. Aynı zamanda Rize’de ‘çamur testi’ anlamı da kaydedilmiştir.
Şadinak Sulu yemeklerin taşınmasında kullanılan kapaklı tencere (Hemşin). Ermenice šatinak ‘küçük ahşap kap’ (Hemşin, Trabzon) kelimesinden ödünçlenmiştir.
Tulum Koyun veya keçi derisi ve bu deriden yapılan yağ saklama kabının adı olup, aynı zamanda oğlak (çebiç) derisinden yapılan nefesli bir müzik aleti de aynı adla anılmaktaydı. 13. yüzyıl öncesi Türkçe kayıtlarda tulum ve tuluη ‘su üzerinde yüzebilen şişirilmiş deri’ olarak ve bir çeşit silah (Hakaz) geçmektedir.
Yağdanluk veya yağdan, silah yağlamak için kullanılılıp, bele takılan yağ kabı (Trabzon, Rize): ‘Elumde var çakmaklim/Belumde var yağdan’ (Trabzon)
Zuze veya zuzi, ‘Su içmek için kullanılan süs kabağından su testisi’ ve ‘çamur testi’ anlamlarının yanı sıra mecazen ‘aptal’ anlamı da kaydedilmiştir. (Trabzon). Gürcüce zuzi, Lazca zizi ‘meme’ kelimesiyle ilişkili olabilir.
Kap, kacak ve mutfak ile ilişkili terimler
Aboşkevaris etmek Evdeki kap kacağı, ıvır zıvırı toparlayıp düzenlemek (Trabzon)
Cuhnis olmak Kap kacağın dibinin ateşten yanması (Trabzon). Çamlıhemşin’de ise keçuş olmak adıyla bilinmekteydi.
Çulpas olmak Paslanmak, kap kacağın çürüyerek kullanılmaz hale gelmesi (Rize)
Daçmeçil olmak, Kova, tabak, kap kacak gibi eşyaların kenarlarının ezilerek şekillerinin bozulması (Yusufeli);
Kalay. Tencere, kazan, sahan gibi bakır kaplarıın üzerinin kaplanmasında kullanılan gümüş renkli metal adı. Karadeniz Rumcası halai (χαλαή [Santa, Trabzon, Gümüşhane]), halayi (Ordu, Gümüşhane), ḫalayiya (Ordu), halayin (Santa, Gümüşhane) ve ‘kalaycı’ anlamında halaycis (Santa, Gümüşhane), kalaycis (Giresun) fomlarında geçmiştir. Osmanlı dönemi ve Cumhuriyetin ilk yıllarında kalaycılık köy köy dolaşarak ifa edilen seyyar bir meslekti. Kalaycı ve çırağı yanlarında körükleri ve diğer malzemeleriyle köye geldiklerinde önce muhtara uğrar ve kendilerine yer göstermesini ve geldiklerini köylülere haber vermesini rica ederlerdi. Kalaycı, köylüdeki tüm kap kacağı toplar ve bir kaç gün içerisinde kalaylardı. Köyün prestiji açısından kalaycıyla pazarlık yapılmaz, işi bittiğinde parası ödenir, koliva, muhlama, tatlı ikram edilir ve çorap gibi küçük hediyelerle uğurlanılırdı. Kalaycının parası verilmezse, edeceği bedduanın tutacağına inanılırdı ki kalayci bedduasi almak deyimi geçmeyen dertlerin için kullanılmaktaydı.
Kırklamak, İslam dini açısından pis sayılan kedi, köpek, fare gibi bir hayvanın salyasının insanların yemek yediği bir kaba bulaşması sonucunda, kabı temizlemek amacıyla taş ve çamurla üstüste pek çok defa yıkama işleminin adıydı (Trabzon, Rize). Erzurum’da aynı durumdaki kap, kırk kuluvallahu duası eşliğinde yıkanarak ve içinde bez veya kağıt yakılarak kırklanırdı.
Tarpoş Konik biçimli bakır sahan kapağı (Şavşat); terpoş (Alucra, Tirebolu); terpuç (Şebinkarahisar); terpoşlu (Tokat); terpuş “bakır sahan” (Samsun, Sivas)
Kadί Turşu, pekmez, minci, yağ, bal gibi yiyeceklerin konulduğu kestane, ıhlamur veya çam ağacından yapılan büyük ahşap fıçı olup (Rize, Artvin, Hemşin), kadin (Hemşin) ve kadel (Rize) formları da kaydedilmiştir. Yunanca kadi (καδί) kelimesinden ödünçlenmiştir.
Kaynakça
ATILCAN, İ. C. (1977), Erzurum Ağzı, Halk Deyimleri ve Folklor Sözlüğü. İstanbul. s. 78, 80
BALIKÇI, G. (1995), Rize-Pazar Akbucak, Ortayol ve Uğrak Köyleri’nin Etnik Yapıları. Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Halkbilim Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi s. 91, 110, 117, 202
BELLİ, O & KAYAOĞLU, G. (2002), Trabzon’da Türk Bakırcılık Sanatı’nın Ta-rihsel Gelişimi. Arkeoloji ve Sanat Yayınları. İstanbul. s. 55
BİLGİN, M & YILDIRIM, Ö. (1990), Sürmene. Sürmene Belediyesi Kültür Yayını. İstanbul. s. 573
BLÄSING, U. (1992), Armenisches Lehngut im Türkeitürkischen am Beispiel von Hemşin. Amsterdam-Atlanta. # 121
BUCAKLİŞİ, İ.A. & UZUNHASANOĞLU, H. (1999). Lazuri – Turkuli Nenapuna. Akyüz Yayıncılık. İstanbul. s. 390
CAFEROĞLU, A. (1946; 2. Baskı 1994), Kuzey-Doğu İllerimiz Ağızlarından Toplamalar. İstanbul. s. 324
COŞKUN, O. (2002), İkizderemiz. s. 58
DANKOFF, R. (1995), Armenian Loanwords in Turkish. Harrassowitz Verlag. Wiesbaden. s. 83, 114, 146
EMİROĞLU, K. (1989), Trabzon Maçka Etimoloji Sözlüğü. S. 129, 154, 218
GEDİKLİ, F. (2004), Akçaabat Yazıları. Yedirenk Yayınları. İstanbul. s. 208, 230
GEMALMAZ, E. (1978), Erzurum İli Ağızları. Atatürk Üniversitesi Yayınları: 487. Erzurum III 347
Her Yönüyle Güneysu Rize (1996) Güneysu Sosyal Dayanışma ve Kültür Derneği. İstanbul. s. 172
HÜSNÜ, H. (1934), Kayseri Sözlüğü. Kayseri. s. 42
KALYONCU, H. (2001), Trabzon-Tonya Ağzının Dilbilgisel Özellikleri ve Tonya Sözlüğü. Trabzon. s. 94
KARA, İ. (2001), Güneyce. Dergâh Yayınları. İstanbul. s. 93, 511
ÖZTÜRK, Özhan. Karadeniz Ansiklopedik Sözlük. Heyamola Yayınları. İstanbul, 2005
PAPADOPULOS, LP. (1958-1961), Ιστορικόν Αεξικόν της Ποντικης διαλέκτου. Atina. I: 371, II: 486
REINHARD U & R. (1968), Auf Der Fiedel mein… Volkslieder von der Osttürkischen Schwarzmeerküste. Museum für Völkerkunde. Berlin. s. 52
TIETZE, A. (1999), Anadolu Türkçesindeki Yunanca, İslavca, Arapça ve Farsça Ödünçlemeler Sözlüğü. Simurg. İstanbul. s. 16, 215, 376
Türkiye’de Halk Ağzından Söz Derleme Dergisi (1939-1951). Maarif Matbaası. İstanbul. s. 698, 717, 720, 773, 809, 828, 849, 1179, 1368
TÜRKYILMAZ, H.İ. (1995), Dünden Yarına Tüm Yönleriyle Eynesil. Eynesilliler Kültür ve yardımlaşma derneği. s. 183, 189
TZITZILIS C. (1987) Griechsche Lehnwörter Im Türkıshen. Österrecheschen Akademe Der Wıssenschaften. Wıen. s. 60, 70, 111
URAZ, M. (1933), Halk Edebiyatı Şiir ve Dil örnekleri. Suhulet Kütüphanesi. İstanbul. s. 441, 508
YANIKOĞLU, B. (1943), Trabzon ve Havalisinde Toplanmış Folklor Malzemesi. İstanbul. s. 282
YILMAZ, S. (1978). “Akçaabat’ın Akçaköy’ünde İnanmalar”. Türk Folklor Araştırmaları Dergisi. Mart (344)
Yiyeceklerimizin Doğal ve Kültürel Çevresi Işığında Rize Mutfağı (1996), Rize Halk Eğitim Merkez Müdürlüğü Yayınları (4) Rize. s. 14, 57