Gangam, midye ve istiridye yakalamak için kullanılan bir ağ türü (Trabzon, Sinop). Anadolu’da gangala (Bodrum), galkava ve kangava adlarıyla da anılmaktadır. Akdeniz denizcilik dünyasında: İtalyanca gangama, gángamo, ángamo, (Ceneviz) gángano, Fransızca gangui; Katalanca gánguil; İspanyolca gán-guil adlarıyla bilinmektedir. Yunanca gangami (γαγγάμη [MÖ 1 -MS 2. yüzyıl]), gangamon (γαγγάμon [MS 2-3 yüzyıl]) kökenli kelime Karadeniz Rumcasında gangamiν (γαγγάμιν [Gi-resun, Ünye]), (γαγγάμι [Sinop]), gangam (γαγγάμ [Ordu, Trabzon]) formlarında tespit edilmiştir.
Gayna veya kayna, kayıkları dışarı çekmek için bordasının her iki tarafında, kitapoz denilen halatların takıldığı çıkıntıların adı olup, denizci türkülerinde bahsi geçmektedir: ‘Amora başi/ Yisa iskota/T ayfalar yerine/ Reiz demene/ Gaynalar suya!/ Gurban memene/ dema nenene!’, ‘Yükledim kayığımı/ Su çıktı kaynalara’… Latince ‘zincir’ anlamındaki catena İtalyanca (Venedik’) caena kelimesi üzerinden Akdeniz dünyasına dağılmıştır (İspanyolca cadena, Katalanca cadena, İtalyanca catena, Yunanca καδένα)
Gedal, balıkları denizden toplamak için kullanılan kepçe şeklinde ağ (Ordu). Trabzon ve Rize’de gudal, Giresun ve Sivas’ta gıdal formunda kaydedilmiştir. Yunanca kaşık anlamına gelen kutali (κουτάλι) kelimesiyle ilişkili olmalıdır. Karadeniz bölgesinde ve AnadolU’da gıdal, gidali, güdal, gideli, güdeli formlarında ‘tahta kaşık’; ‘keğçe’ anlamları kayıtlıdır.
Gırgır, İstavrit ve palamut yakalamak için kullanılan bir ağ türüdür: İstavrid gırgırı, palamut gırgırı
Güverte, gemide ambar ve kamaraların üst bölümüne verilen isimdir. İtalyanca (Venedik) coverta kelimesinden Akdeniz de-nizcilik dünyasına dağılmıştır: Fransızca couverte, İtalyanca coperta; Portekizce cuberto; İspanyolca cubierta; Arapça kuerta (Malta), kouverta (Cezayir), kuwerta (Mısır); Arnavutça guvertë; Yunanca kuverta (κοθβέρτα)
Haçapa, Yaklaşık 17 metre (25 arşın) boyunda, mavna şeklinde bir tekne adı olup Karadeniz kıyılarında korsanlık yapan Abhaz korsanlar tarafından kullanılmaktaydı. Şakir Şevket anılarında Mapavri buca-ğının (bugünkü Çayeli) deniz kıyısındaki du-varlarının, haçapa adlı tekneleriyle korsanlık yapmaya gelen Çerkez korsanlara karşı inşa edildiğini kaydetmiştir.
Hamla den. Geniş uçlu kayıkçı küreği (Trabzon)
Hamsi kayığı, hamsi yakın zamanlara kadar kendirden yapılmış saçma adı verilen ağların kullanıldığı 8-10 m uzunlukta kürekli kayıklara verilen isimdir. Genellikle geceleri ava çıkılan hamsi kayı-ğında dört kişi bulunmaktadır: Meşaleci çıra ve balık yağından oluşan meşaleyi tutar ve balıkları gözetler; siyacı (kürekçi) meşalecinin komutlarına göre kü-rek çekerek balıkları izler; balıklar kürek ha-reketinden ürküp açkı yapınca saçmacı ağı hazırlar, etekçi de ağın takılmaması için saçmacıya yardım ederdi.
Heyamola, denizde, tarlada, ev yapımı gibi imecelerde ağır iş gören bir topluluğu gayrete getirmek için sarfedilen melodik ve anlamı tam olarak çözülememiş nakaratın adıdır. Doğu Karadeniz Türkleri’nin yanı sıra Karadeniz Rumları ve Lazlar tarafından geleneksel olarak iş türküsü olarak söylenen heyamola varyantları çevre halkların da kültürlerine geçmiş olup, Artvin Yusufeli civarı, Gürcistan’da Guria ve Acara bölgesi Gürcüleri, Megreller ve Abhazlar’ın yorucu işlere girişirken ya da mısır toplama imecesi gibi etkinliklerin sonunda dişle getirdiği heyamola, selim sayma veya elessa varyantı türküleri bulunmaktadır:
‘heyamoli heyimola, heyamali heyi mola, heyomoli heyi mola’ (Rize)
‘Aşçinun kazani uşdur/ içunun dolmasi kuşdur/ Oni yiyen hangi puşdur/ Heyamoli heyi mola!” (Rize)
‘Uzun çarşinin yokuşi / Sokuldi mestin tikişi/ O cüzel kizlarin cunbuşi/ Helesa yelesa!’ (Rize)
‘Heyamō heyamō/ Hazreti Nuhdur pirimiz”’ (Akçakoca)
‘Hiyamola, tiyamola / Bizim çarşı çamur ola. Evlerinin önü yonca/ Yonca çıkmış diz boyunca / Anası kızından Gonca. Hiyamola, tiyamola (Yusufeli)
‘Heyamola heyamo!/ Heyaçı heyavaçı/ Ali Reis sıya sıya /Hamsi geldi küpeşteye/ Sıya Reis Ali Reis Ali/ Hadı kuvvetli sıya/ Çabuk hobba doldu/ Kayık limana/ Doldu limana kuzum/ Haydı kopça kaçomustunan/ Biçepe!’ (Rize)
‘Enişteyi asdiler ğuri gülgen dalina/ Gaynanası yokmudur gelsun baksun halina/ Yalissa yalissa’ (Sürmene)
Heyamola kelimesinin ilk hecesi Antik Yunanca eya (Εια!) olup, Latince’ye de geçmiş zamanla Akdenizcilik denizcilik dünyasına yayılmıştır. Muhtemelen Yunanca olan kökenli olan ikinci hece mola kelimesinin tam anlamı çözülememiş olmasına rağmen Latince’de aimóla!, aiamóla! (Sicilya adasında) Yunanca’da eya mola (για μολα), elasa yalesa (έλέσα ίαλέσα), eya mola, eya isa (έγια μóλα, έγια λέσα!), eya mola isa ey! (Έα μóλα ίσα αί!) formları tespit edilmiştir. Bir şeyi yerden kaldırmak veya yükseltmek için kullanılan emir ve gayret cümlesi issa ise Akdeniz’de bir denizcilik terimi ola-rak 17. yüzyılda İtalyanca üzerinden dağılmıştır: İspanyolca (Endülüs) iza [1920]; Katalanca aixa!; Fransızca hissa, ho, ha, hissa, ô, hisse; İtalyanca oh!…issa!, oh!…. issa!, oh! issa! oh! alza!; Ceneviz İsa!; Arapca hisa!, issa! (Fas ve (Tunus); Yunanca isa (Ϊσα!) Eya/Heya (έγια) kombinasyonuyla birlikte isa ey (ϊσα αϊ!), έα λέσα!. Osmanlıca en eski yazılı kayıt 1574 yılına aittir: ‘İssa dendükçe yüzüm berk-i xazana döndi’.
Türk Folklor Araştırmaları dergisinin Aralık 1959 sayısında, Türk halk oyunlarını ya-şatma ve yayma tesisi adı altında, Ahmet Kutsi Tecer, Halil Bedii Yönetken ile film ve ses alma teknisyeni Vasıf Güröney’in katıldığı yurt içi gezilerinin tertibi sonucunda, çeşitli halk oyunlarının tespit ve kaydı yapılmıştır. Bunlardan, dergide fotoğrafı da yer alan, İnebolu heyemola oyununda köylülerin tıpkı Acara horonlarında (horumi) olduğu gibi 8-10 kişi altta, 8-10 kişi de onların omuzlarına çıkarak, altlı üstlü iki sıra halinde oynandığı görülmektedir. Dergide Sadi Yaver Ataman adlı araştırıcının aynı oyunu Çaycuma da tespit ettiği yazılmaktadır. Tıpkı Doğu Karadenizliler gibi köklü bir denizcilik geleneğine sahip İnebolulular Osmanlı döneminde Karadeniz’de (Rusya’ya), Ege ve Akdeniz’e yelken açıp yük taşımaktaydılar. Gemi sefere çıkarken reis ‘Bismillahla başlayalım’ der, tayfalar hep bir ağızdan helesa yessa, mola, he-yamo, heyamola yelese nidalarıyla işe koyulur birbirlerini gayrete getirmek için bu cümlelerin arasında hadi çek, hadi gayret, hadi kolay gele sözlerini de kullanırlardı. Rize’de gelinin, erkek evine geldiği gün, damadın evindeki erkekler, mutfaktaki temelya taşını odanın ortasına getirip, etrafında kol kola girerek halka oluşturur, çalgı eşliği olmaksızın 3-4 mısralık (genellikle 8 hecelik) doğaçlama türküler söyleyerek ağır bir ritmde dönmelerine selim sayma adı verilmekte doğaçlama atma türküler arasında Helessa Yalessa, Heyamola İsa hoi” nakaratı değişmeden yinelenmekteydi.
Iğrıp veya iğrip, geniş yüzeyli bir balık ağı çeşididir. Doğu Karadeniz köylerinde kendir yetiştirildiğinden iğrip denilen büyük gözlü ağlar sahil yerleşimlerinde kalın kendir ipinden örülürdü. Ağların derinliği 40, boyu ise 100-150 kulaçtı. Yunus balığının ağla avlandığı tek yer Sürmene’ydi. Balık ağına iğrip adı verilen takımlar halinde çıkılırdı. Her takımda, üçü motorlu olmak üzere 8-10 tane de kol kayığı bulunurdu. Ağlar sağlam örülmeliydi çünkü bir yunus baş tutar ağın bir tarafını delip geçtimi, sürüde olan 300 veya 500 baş yunus aynı noktadan halka olan iğripi parçalayıp kaçarlardı… Bu yüzden zamanla yunuslar ağ yerine tüfekle avlanmaya başlanmıştır. Iğrıp kelimesi aynı zamanda ‘balıkçı tenkesi’ anlamında da kullanılmış olup her iki anlamı da Türkçe’ye girmiştir. Osmanlıca en eski yazılı kayıt 1521 yılına aittir: ‘… mezkür limana ıġripler ve uvak gemiler girir’, (1525-1526) ‘her taraftan balıkçılar cem olup dalyanlar kurub ığrib ve ağlar döküb vafir balık şikârın eyledükleri ecilden…’ (Piri Reis). Eski Yunanca grîpos (γρῖπος) ‘çubuklardan örülmüş balık avlama sepeti’, onun da Hint Avrupa dillerinde ‘yakalamak, tutmak’ ghrebh- fiilinden türetildiği sanılmaktadır. Doğu Roma İmparatorluğu döneminde, derin sularda avlanmak için kullanılan balık ağı ve tekne olarak anlam genişlemesine uğramış, Türkçe, Balkan dilleri ve İtalyanca’ya orjinal anlamını koruyarak geçmiştir: Bulgarca ve Sırp-Hırvatca grib; Venedik gripo, İtalyanca grippo, Fransızca grip, İspanyolca gripo, Portekizce gripo. Karadeniz Rumcasında Giresun ve Ünye’de gripos (γρίπος), Anadolu’da ırıp formunda da kaydedilen kelime Ordu’da tirsi olarak da alandırılmaktadır. Anadolu Türkçesinde ığrıp kelimesi anlam genişlemesiyle ‘hile, yalan, düzen’ anlamında kullanıldığı tespit edilmiştir (Eskişehir, Kırşehir, Konya, Zile, Niksar, Ankara, Nevşehir, Sivas, Seyhan, İçel).
İğnecik dümenin kayığın kıç bodoslamasına bağlanabilmesi için, erkek ve dişi olarak konmuş olan menteşenin adıdır. Trabzon dışında Antalya ve İzmir’de de tespit edilmiştir.
İskala veya iskele, gemiye binmek veya inmek amacıyla kullanılan hareketli rampanın adıdır: ‘Yan fenerum fenerum/ İsgeleye inerum’, ‘Beni asker etdiler/Yemen iskelesine/ Yureğumun terdini/ Tiyemem hebisine’ (Trabzon). Osmanlı ve Türk gemici dilinde iskele olarak kayıtlıdır. Merdiven anlamındaki iskele Yunanca içinde zamanla böyle bir anlam genişlemesi yaşamış ve önce Bizans’tan Arapça’ya 12.yüzyıl’da [Cezayir sqāla, Libya sgâla, Mısır isqāla], sonra ise Türkçeye 14. yüzyılda geçmiştir.
İskota, Yelkenlerin iskota yakalarını kullanmak, yelkeni rüzgâr ile doldurmak için gerekli halat palanga donanımının adıdır: “Haydın uşaklar, haydın yapaşalım iskatanın bağına”. Trabzon’da iskata (Trabzon), iskota ve iskoda formları kayıtlıdır. Türk gemici dili iskota formunda bilinen kelime Norveçce kökenli olup, Normanlarca Akdeniz denizcilik dünyasına sokulmuş ve 14. yüzyılda oldukça geniş bir bölgede yayılmışır: Portekizece, Katalanca ve İspanyolca escota; İtalyanca scotta; Arapça skotta (Malta), scota (Fas); Arnavutça skotë; Yunanca skota (σκότα)
İşkil, gemilere yanaşık olarak tutulan küçük sandalara verilen isimdir (Giresun).
İşlamak, balığın yüzerken karnının beyazlığının görünmesiyle parıldaması, ışıldamasıdır (Rize)