Karadeniz Tarihi

1864 Abhaz ve Çerkez sürgününün sebep ve sonuçları

Kuzey Kafkasya ve Abhaz Krallığının kuruluşu

Kolhis’in kuzeyinde, Kafkasya’nın kuzeybatısında ve Karadeniz’in doğusunda yer alan, Yunanca Άβασγία, Gürcüce Apkhazeti (აფხაზეთი), Abhazca Apsnı (Аҧсны) olarak bilinen Abhazia, Kyrhuslu Theodoret’in 423’de doğruladığı gibi MS 4-6. yüzyıllar arasında Lazika krallığının egemenliğine girmiş, sonrasında Roma imparatorluğuna bağlı iken II. Justiniasnus döneminde –Agathangelos’un Arapça versiyonuna göre- “Işık saçan” St. George’un emriyle Hristiyan olmuştur.

Lazika savaşları sırasında Sebastopolis ve Pitsunda kaleleri inşa edilmiş, I. Justinian ile Herakleios arasındaki dönemde bu bölgeye özerklik verilmiştir. Arap istilası sırasında Anhabad adlı yerli bir eristav bölgede egemenliğini tesis etmeyi başararak MS 730 kendini Abhazya kralı ilan etmiş, Lazika’da bulunan Arkhaipolis ve Kodor nehri civarındaki kaleleri ele geçirerek ülkesinin sınırlarını Batı İberya’ya dek genişletmiştir. Gürcü kaynaklarına göre 736-738 yılları arasında Bizanslılar Arapları Kafkasya’dan çıkarmayı başarırken, Abhazlar 790 yılında II. Leon döneminde, Hazar askerlerinin de yardımıyla Bizanstan bağımsızlıklarını ilan etmiş hatta Lazika krallığını ele geçirmeyi başararak Kutaişi’yi başkenti yapmış bir iddiaya göre sınırlarını Trabzon kalesini de içine alacak denli güneye dek genişletmiştir. Abhazya Kralı unvanı alan II. Leon ülkesini Abhazya, Çan ülkesi, Bedya ülkesi, Çoruh nehrinin güneyi, Radya ile Seçkulum, Svanetya, Horapan ve başkent olan Batı Kutaişi olmak üzere 8 bölgeye ayırmıştır. Bu dönemde Gürcistan ve Abhazya’da tüm ödemelerin hiperpiron adı verilen Bizans altını ile yapılması İstanbul ile ticari ilişkilerin gücünü göstermektedir. 989 yılında II. Bagrad annesinden miras olarak almışsa da toprakları 1008’de kurulan ve Kartli, Kahetin, İmeretya krallıkları ile Guriya, Megrelya, Abhazya, Svanetya ve Samtshe prensliklerinin birleşiminden oluşan bağımsız Gürcü krallığının birer parçasını oluşturmuştur. 1021’de Kral Georgi antlaşmayı bozunca Bizans imparatoru II. Basil çetin bir muharebenin ardından Abhazya’ya girmiş, Abhaz ordusunun komutanı İberya’ya kaçmış bu sırada imparatora haber göndererek antlaşma istediğini ve toprak vereceğini bildirince barış yeniden sağlanmıştır. Abhazya, 1450’de İmeretya kralının vasalı prens Dadian Liparit Megrelsky yönetiminde bağımsız mitavarlık olmuş, 1451 yılında II. Murat’ın gönderdiği 50 kalyon Sohum ve diğer Abhaz sahil yerleşimlerini yağmalamıştır. Abhazlar, 14-16 yüzyılda Tuapse bölgesinden güneye inerek bugün yaşadıkları topraklara göç etmiş, 1510’da Osmanlı İmereti krallığına savaş isyan edip Kutaişi’ye girmiş, Abhazya 1555’de Osmanlı idaresine, 1810’da kendi isteğiyle Rus himayesine girmişse de 1821-1824, 1830 ve 1840 tarihlerinde Abhazlar diğer Kafkas Müslümanları ile birlikte Ruslara karşı ayaklanmıştır.

Kafkasya’da Rus Hâkimiyeti

 

Rusya devasa politik ve askeri gücüne ulaşmadan çok önce 1185’de Rus prensi Yuri Gürcü kraliçesi Tamara ile evlenerek Kafkasya prenslikleri ile ilk ittifak adımını atmış, 29 Temmuz 1567 tarihli bir belgeye göre Korkunç İvan Vasileviç, Kabardey beylerinden Temruko İdar’ın kızı Mariye ile evlenerek ikincisini gerçekleştirmiştir. 16. yüzyıl sonlarında Kazan, Astrahan ve Kahetya valisi Boris Godunov, Osmanlı tehditine karşın Rus Çarlığı’na bağlılığını açıklayınca Ruslar 1594-1604 tarihleri arasında Dağıstan ve Kumık prensi Şamhal’a saldırarak Kafkas sıradağlarını aşmak Gürcistan, Anadolu ve İran’a doğru bir geçit oluşturmak istemişlerdir. Bununla birlikte Şamhal, Lezgi ve Avarların da desteğiyle Dağıstan’ı Rus işgalinden korumayı başarmıştır. Osmanlı’nın zayıflamasına paralel olarak 1639’da Megrel prensliği de Rus Çarlığı’na bağlılık andı verince Müslüman Kafkas halkları üzerindeki Rus baskısı ister istemez artmıştır. 4 Mart 1711’de Çar I. Petro’nun Kabardeyleri himayesine aldığını açıklamışsa da Çerkezler Rus himayesini kabul etmemişlerdir.

1712’de Lezgiler’in Şirvan’ı yağmalarken kentte ipek ticareti yapan 300 Rus tüccarı boğazlaması, Büyük Petro’nun önce 28 Eylül 1714’te Oksus’a (Amu Derya) 1900 askerlik bir keşif gücü gönderip ardından 1720’de İran seferini düzenlemesi için bahane olmuştur. Ruslar 1722’de Derbent’e girmiş, tahtlarından olan Dağıstan prensleri Osmanlıları Rus tehlikesinin büyüklüğü konusunda uyarmışlardır. Çariçe Anna İvanova döneminde Rusya’nın Kafkasya politikası gerilemiş, 1735’de Dağıstan’ın yanı sıra Derbent ve Bakü de İran şahı Tahmasp’a geri verilmiştir. 1768 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında Daryal geçidinden Kafkasya’ya giren Rus ordusu İmeratya hükümdarı I. Salamon’un da desteğiyle Tiflis’i ele geçirmiş, 1772’de Rus General Medem Çerkez ve Kabardaylar’a saldırmıştır. 1783’de Gürcü kralı II. Heraklius’un İran şahına boyun eğmektense Rus çarına bağlılığını bildirmesi 1795’te Şah Hadım Muhammet’in Tiflis’e saldırıp 3 bin kişiyi katletmesine sebep olmuştur. Pers ordusu kentteki tüm kadınların ırzına geçerken şahın emriyle -Şah’a karşı gelmenin sonuçlarını her adımda hatırlamaları için- hepsinin sağ baldırları kesilerek topal bırakılmış ayrıca 20 bin kadar tutsak İran’a götürülmüştür. Katliam Rusya’nın 12 Eylül 1801’de Gürcistan’ı ilhak etmesiyle sonuçlanmış, Gürcü krallığı resmen sona ererken Gürcü prensi Tzitianov Gürcistan’daki Rus orduları komutanlığına getirilmiştir. 1806’da Ruslar sırasıyla Şirvan, Bakü, Derbent ve Karabağ’ı da fethetmiş ama 1812’de Napoleon’un Rusya’yı işgali Rusların dikkatini Kafkasya’dan uzaklaştırmıştır. Abhaz önderlerinden Sefer Bey, 1810’da Rusların vaatlerine kanarak Hristiyanlığı kabul etmiş ve Çar’ın himayesine girmişse de halk tarafından sevilmeyip, iktidarını ancak Rus desteğiyle sürdürebilmiştir. 1813’de Tahran’ın Gülistan Sarayı’nda imzalanan antlaşmada İran Gürcistan, Abhazya, Megrelya, İmeretya, Megrelya ve Dağıstan üzerindeki taleplerinden vazgeçerken Rusya’da Derbent, Bakü ve Dağıstan’daki İran egemenliğini tanımıştır.

Çerkezler sürgün döneminde

Ruslar 1826’da İran’dan Erivan’ı, 1829’da Osmanlılar’dan Abhazya ve Çerkezya’nın bir kısmını ele geçirmiş ve egemenliklerini Edirne antlaşmasıyla onaylatmışlarsa da dağlı kavimler olan Müslüman Kafkasyalılar boyun eğmektense nesiller boyu sürecek ve dramatik sonuçlar doğuracak bir savaşa girmeyi göze alacaklardır. 1837’de Çeçen, Çerkez, Abaza, Lezgi, Nogay ve Kaşmuklar bir federasyon altında birleşerek Osmanlıların da desteğiyle topraklarını Ruslara karşı topluca savunmayı denemişlerse de başarılı olamamış, buna mukabil 1854’de Gürcistan ve Megrelya’da olduğu gibi Abhaz hükümdarı prens Mikhail Şervanidze tahttan feragat ederek ülkenin özel bir statüyle Rusya’ya bağlanmasını sağlayarak Rusların Kafkasya hâkimiyetini perçinlemiştir. Kafkas Müslümanlarının Sünni-Şii olarak ikiye bölünmesinin verdiği dezavantajın önüne geçmek isteyen İmam Gazi Molla “müridizm” adını verdiği Kur’an temelli bir siyaset izlemiş, 1842’de Ruslar tarafından vurulunca yerine geçen Şamil farklı aşiretleri emri altında toplamayı başararak 24 yıl boyunca Rus ordusuna direnmeyi başarmışsa da 25 Ağustos 1859’da Çeçen ve Dağıstanlı aşiretler kesin yenilgiyi tatmış, Şamil esir edildikten sonra sıra Çerkez kabilelere gelmiştir. Şamil’in amansız mücadelesi sırasında Rus ordusu sadece Kafkasyalı direnişçilerle savaşmamış kadını çocuğuyla Kafkas köylerini hedef alarak çok sayıda kıyım gerçekleştirmiştir. Ünlü Rus yazar Lev Tolstoy, Müslüman köylerinin top ateşine tutulduktan sonra Rus askerlerinin yalnız çocuk ve kadınların bulunduğu evlere girdikten sonra gerçekleşen dehşet sahnelerinin hiçbir askeri raporda yer almadığını aktarmıştır.

Kırım, sürgün ve göç

Ruslar, Kafkasyalıların mukavemetini kırıp onlara boyun eğdirebilmek için hiçbir medeni ilke ve insani kaygı gözetmedikleri 60 yıl süren bir askeri harekât gerçekleştirmiş olup, Berzec’e göre Rus ordusu 1765-1864 arasında Kafkasya’da 1,5 milyon asker kaybetmiştir. Rus Çarlığı 1864’de Çerkez ve Abhazlara karşı pahalı bir askeri zafer kazanmasına ve Abhaz prensliğini Sohum askeri bölgesine dönüştürmesine rağmen boyun eğdirmeyi başaramayınca önce büyük bölümü deniz kenarında yaşayan “Cigetliler” adı verilen Abhazları yurtlarından sürmüştür. Ruslar, Çerkezlerin arazilerini ele geçirmek ve göçü hızlandırmak için 1860-65 tarihleri arasında sivil halka karşı insanlık dışı eylemlerde bulunmuş, çoğu çocuk ve kadın olmak üzere köylerdeki savunmasız insanları katletmiş, evleri, tarlaları, köyleri yakıp, yıkmış, yağmalamış, dağlılara açlıktan ölmek veya yurtlarını terk etmek dışında alternatif sunmamıştır.

Rus ordusunun sivilleri katletmesinin amacının bölgeyi Müslümanlardan temizlemek olduğu açıkça bizzat Rus subayların raporlarından anlaşılmaktadır:

“Çerkezleri çileden çıkaran ve umutsuz da olsa direnişlerini artırmalarına neden olan bir olayı size bildirmeyi üzücü bir görev sayıyorum. Bir Rus birliği 100 kadar Abhaz’ın ikamet ettiği Soobashi nehri kıyısında Toobeh köyünü ele geçirmiş ve köy sakinleri teslim olduklarını bildirdikleri halde tamamını katletmişlerdir. Kurbanlar arasında doğumu yaklaşmış 2 kadın ve 5 çocuk bulunmaktadır. Söz konuşu birlik Evdokimof’un ordusuna bağlı bir birlik olup Pshish vadisinden geldiği ileri sürülmektedir. Rus birlikleri kıyıda toprak kazandıkça işgal edilen yerlerde bulunan yerli halkın hiçbir şekilde, orada kalmalarına izin verilmemekte, ya Kuban ovalarına ya da Türkiye’ye göç etmeye zorlanmaktadır…”

Çok sayıda katliam detayı vermektense Rus tarihçi Sulujiyev’in notlarını okumak olan biteni hakkında fikir sahibi olmak için yeterlidir:

“… Dağlılar teslim olmuyor diye biz başladığımız işten vazgeçecek değildik. Silahlarını almak için Dağlıların yarısını kırmak gerekiyordu… Katliama giriştiğimizde kadın ve çocukların birçoğu ormana sığınıyordu. Bunların çoğu gezici birliklerimiz tarafından bulunuyor, genellikle de öldürülüyorlardı… Bu kanlı kırımda kimi zaman analar, elimize düşmemesi için kendi çocuklarını elleriyle öldürüyorlardı… Birçok Dağlı boyu tamamen yok edildi, yeryüzünden silindi”

Avrupa imparatorlukları içinde en despot, en büyük ve en vicdansız olanının tüm enerjisiyle yüklendiği Kafkasyalı dağlılar kahramanca direnişlerine karşın sonunda soylarının korunması adına kadın ve çocuklarının başka bir yere nakline yardımcı olması için Osmanlı sultanı ve Avrupa elçiliklerine ricada bulunmak zorunda kalmıştır. Çerkez halkı adına 17 Mart 1864’da Sohumkale’den İngiliz Konsolos Dickson’dan Earl Russell’a kraliçeye iletmesi için verilen 17 Mayıs’ta Londra’ya varan mektup, Rusların Çerkezlere yaşam hakkı bile tanımadığını açıkça ortaya koyarken, umutsuz direnişin de sonuna gelindiğinin en önemli delilidir:

“İngiltere imparatoru Majeste Kraliçelerine, Dünya kurulduğundan beri ülkemiz ve vatanımız olan Çerkesya’yı işgal etmek ve dominyonlarına katmak için Rusya’nın giriştiği haksız savaş 80. yılını doldurmuş bulunmaktadır. Şu an bile ellerine düşen çaresiz kadınları, yaşlıları ve çocukları koyun boğazlar gibi kesiyorlar. Kestikleri başlarla kelekle oynar gibi süngüleri ile oynuyorlar. Uygarlık ve insanlık dışı anlatılması güç bir zulüm ve baskı uyguluyorlar. Bizler canımızdan daha çok sevdiğimiz yurdumuzu savunmak için can ve malımız pahasına ihtiyar, genç bu trajik harekete karşı koymaya çalıştık. Ancak son bir iki yıldır savaş tahribatına ek olarak Tanrı’nın reva gördüğü kuraklığın neden olduğu açlık ortamından yararlanan Ruslar, karadan ve denizden sürdürdükleri sürekli saldırılarla bizleri büyük sıkıntılara sokmuşlardır, insanlarımızın birçoğunu savaş alanlarında çatışmalarda, bir kısmım dağlarda açlıktan, bir kısmını sahillerde sefaletten kaybettik. Bu sebeple Rusların ülkemize yönelttiği vahşi saldırılara karşı koyabilmek ve ülkemizi ve ulusumuzu kurtarabilmek için adaletin merkezi ve insanlığın koruyucusu yüce hükümetinizin ve halkınızın değerli yardımlarına ve aracılığına başvuruyoruz. Şayet ülkemizi ve soyumuzu korumak için istediğimiz yardımı sağlamanız mümkün değilse, hiç olmazsa bir yandan açlık öte yandan düşmanın vahşi saldırılarıyla yok olma tehlikesi ile karşı karşıya bulunan çaresiz kadınlarımız ve çocuklarımızın emin bir yere nakledilmeleri imkânlarının sağlanmasını rica ediyoruz…”

Çarın Kafkasya naibi olarak atadığı kardeşi Grandük Mişel, Ağustos 1864’de Abhaz ve Çerkezlere 1 ay içerisinde Kafkasya’yı terk etmedikleri takdirde tüm Müslümanların savaş esiri olarak Rusya’nın çeşitli bölgelerine sürüleceğine dair bir ferman yayınlayınca sürgün hızlanmış, en az 750 bin Çerkez, 100 bin Abhaz ve 60 bin Çeçen yurtlarını terk etmek zorunda kalmıştır. Poti ve Batum limanlarında ailelerini yeni ülkelerine götürecek Osmanlı gemilerini bekleyen binlerce Abhaz daha Kafkasya’dan ayrılamadan açlık ve salgın hastalık neticesinde hayatını kaybetmiştir. 1859-1864 yıllarında yurtlarından sürülen Abhaz ve Çerkezler Taman, Tuapse, Anapa, Tsemez, Soçi, Adler, Sohum, Poti, Batum limanları üzerinden deniz yoluyla Osmanlı Devleti’nin Trabzon, Samsun, Sinop, İstanbul, Varna, Burgaz ve Köstence limanlarına gönderilmiş, 1865-66 ve 1877-78 savaşları sonrası yapılan göçlerde ise kara yolu kullanılmıştır.

Çerkez sürgününün sonuçları

Modern tarihin en büyük kitlesel göçlerinden birisi olan Abhaz-Çerkez sürgününde 1858-1865 tarihleri arasında 493.124 göçmen Osmanlı devletine Trabzon limanı yoluyla giriş yapmış, kentte görevli Rus konsolosun Mayıs 1864’de bildirdiğine göre sırf burada 30 bin kişi açlık ve hastalıktan ölmütür ki benzer şekilde göçün yoğun olduğu günlerde Samsun’da günde 50 kadar göçmen ölmekteydi. Ruslar, yaşlı, kadın ve çocukları göçe zorlarken güçlü genç erkekleri ailelerinden ayırmış, zorla alıkoyarak çalıştırmış böylece yerel ekonominin çökmesini engellemeye çalışmıştır. Herhangi bir yardım malzemesinin yanı sıra yiyecek ve içecek de verilmeyen gemiler tıka basa doldurulduğundan bir kısmı yolda batmış, salgın hastalıklar kapalı ortamlarda hızla yayıldığı için pek çok göçmen daha Osmanlı toprağına ulaşamadan öldüğü yerde denize atılmıştır. Muhacirlerin yoksulluk ve çaresizliğinden faydalananlar sadece gemi sahipleri olmayıp, göçmenlerin mal, can ve hürriyetleri gibi tüm hakları sultanın garantisi altında olmasına karşın konsolosun bildirdiğine göre Trabzon’da tek bir adamın 30-50 cariye birden almasına rastlanmıştır. Osmanlı devleti göçmenlerin sorunlarını ivedilikle çözebilecek yeterli finans kaynağı ve örgütlenmiş insan gücüne sahip olmamasına karşın göçmenlerin kalkındırılması için hemen para ve yiyecek yardımının yanı sıra hemen iskân edilmelerini sağlamak için büyük çaba göstermiştir.

Çerkez sürgününün sadece Rus politikasının kaba araçlarından biri olmakla birlikte sürgünde bir yere kadar Osmanlı devletinin de çıkarının söz konusu olduğunu eklemek yanlış olmayacaktır. Sorunlu bölgelerde tehcir ve iskân Osmanlı devletinin sık uyguladığı politik araçlarından birisi olup, Kafkas muhacirlerinden imparatorluğun çöküş döneminde Anadolu’da ki Müslüman oranını arttırmak ve iş güçlerinden yararlanılmıştır. 9 Mayıs 1857’de Tehcir kanununu çıkarıp, 1860 yılında İskân-ı Muhacirîn Komisyonunu kuran Osmanlı Devleti göçmenleri vergiden muaf tutarak arazi vermiş ve erkek göçmenler 12 yıl askere alınmamışlardır.  Bununla birlikte Anadolu’ya uyum sağlayamayan bazı göçmenler her türlü bedeli göze alıp geri dönerken,  binlercesinin geri dönmeye yeltenmesi üzerine Osmanlı devleti tarafından 18 Kânûn-ı sâni 1789 tarihli bir emirname ile engellenmiş, Türk ve yabancı nakliyat şirketlerine kesin bir dille tek bir Çerkezi dahi taşımamaları emredilmiştir (BOA, Hariciye Nezareti, 122/64). McCarthy, Kemal Karpat, Alan Fisher ve Mark Pinson’un verdiği rakamlardan hareketle 1.200.000 Kafkasyalı’nın göçe zorlandığını bunların ancak 800 bin kadarının Osmanlı devletine sağ salim varabildiğini, ölüm oranının 1/3 olduğunu ileri sürmüştür. Dağlı Çerkezlerin dil, yaşam tarzı ve kültür açısından Anadolululardan keskin farklılıklar göstermesi adaptasyon sorunları yaşamalarına sebep olmuş, verimli topraklara yerleştirildikleri bölgelerde büyük ölçüde tarımcılığa geçmeyi başarmışlarsa da verimsiz bölgelere yerleştirilenleri geçinmek için çevrelerindeki Hristiyan ve Müslüman köylerini yağmalamaya başlamış bu da Osmanlı’nın yıkılış döneminden neredeyse Cumhuriyet’in kuruluşuna dek engellenemeyen ciddi bir asayiş sorunu oluşturmuştur.

Ruslar, Kuzey Kafkasya’dan sürülen Müslümanların yerine Slavların yanı sıra Osmanlı imparatorluğundan gelen Ermeni, Yunanlı ve Bulgarlar gibi Hıristiyan unsurlar yerleştirmeye başlamıştır. İngiliz dokümanlarından anlaşıldığına göre Ruslar resmi açıklama yapmak yerine olmayacak vaat ve söylentileri yayarak Osmanlı Hristiyanlarının Kafkasya’ya gelmesini teşvik etmeye çalışmıştır. 1879-80’de Fatsa, Ünye, Terme ve Çarşamba’da yayılan bir söylentiye göre Ruslar her aileye tarla, 15 ruble, askerlikten muaf tutulma ve tarlasında 7 yıl verim alamazsa 20 yıl vergiden bağışıklık vermekteydiler ki sonradan bu söylencelerin büyük ölçüde yalan olduğu ortaya çıkmıştır. 3 Rum köyünün Ordu’dan topluca ayrılması talebini araştıran Ordu kaymakamlığı köylüleri Giresun’da bulunan Rus konsolosunun tarla ve çeşitli vaatlerle özendirdiğini ortaya çıkarmıştır (Foreign Office 78-3137, No. 6. Biliotti’den Britanya Dışişlerine yazı. Ünye, 15 Ağustos 1880 ve Trabzon, 30 Nisan 1880)

1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı ve 1895 olayları neticesinde imparatorlukta oluşan siyasi iklim yeni göç dalgaları oluşmasına sebep olurken gelişmelerden tedirgin olan Rusya 1897’de Osmanlı uyruklularının toprak alımlarına sınırlama getirmiştir. Rus kaynaklarına göre Abhazya’da 1886’da nüfusun % 1.7’sini oluşturan 1.037 Ermeni bulunmaktayken, kısa sürede artarak 1897’de 6.552 ulaşmıştır ki bunların 1.083’ü bölgenin en önemli kenti Sohum’a yerleşmiş, burada okul ve kiliseler kurmuştur. Bu dönemde ülke nüfusunun % %55,3’ünü Abhazlar, %24,4’ünü Gürcüler, Megreller, Svanlar, %6,2’sini Ermeniler, %5,7’sini Ruslar oluşturmaktaydı. 1914’de ülkedeki Ermeni nüfusu hızla artarak 7.890’ı genellikle tütüncülük yapan fakir köylüler olmak üzere 16.794’ü (% 12.5), 1939’da 49.705’i (% 15.9) bulmuş bu tarihten sonra istikrarlı bir seyir izleyerek 1979’da 73.350’ye (% 15.1) ulaşırken, Ruslarca tehlikeli bulunan Abhazya Rumları 2. Dünya savaşı sırasında 1941- 45 arasında bölgeden zorla iç bölgelere sürülmüştür.

1917 ihtilali sırasında Abhazlar ve diğer Kafkas Müslümanları 1918’de Dağlık Kafkas Cumhuriyetini kurmuşlarsa da aynı yıl Abhazya, Gürcü ordusu tarafından işgal edilmiştir. 4 Mart 1921’de Abhazya Sovyet egemenliğine geçmiş hemen ardından 31 Mart 1921’de de bağımsız Abhazya Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti kurulmuş, 21 Mayıs 1921’de Gürcistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti Devrim Komitesi de Abhazya’nın bağımsızlığını tanımıştır. Abhazya ve Gürcistan eşit statülü devletler olarak Aralık 1922’de Transkafkasya Federasyonu bünyesinde SSCB’nin kuruluş antlaşmasına imza atmışlarsa da Abhazya Stalin dönemine denk gelen 1931’de otonom cumhuriyet olarak Gürcistan’a bağlanmış, 1944-51 arası dönemde Gürcü yönetimi ulus devlet oluşumunu tamamlayabilmek için bölgede asimilasyon politikası izlemiş, Abhazya’ya Gürcü göçmeler yerleştirmiş, Abhazca köy ve mevki isimlerini değiştirmiş, Abhaz çocuklara Gürcü dilinde eğitim vermeye başlamıştır.

Kaynakça

Allen, W.E.D. A History of the Georgian People. Londra, 1932. s. 80-83

Avksentev, A. İslam na Severnom Kavkaza. Stavropol, 1984

Baddeley, John F. The Russian conquest of the Caucasus. Londra, New York, Bombay ve Kalküta: . Longmans, Green and Co., 1908. s. 446

Berzec, N. Tehcîru’ş – Şerâkise. Çev. İsamu’l – Hasen. Amman, 1986. s. 46, 114

Çerkes Sürgününe Dair Belgeler. Kaf-Der yayını No: 15. Ankara, 2001. s. 32

Foreign Office 195-812 No. 10 Stevens’tan Bulwer’e yazı. (Trabzon, 19 Mayıs 1864)

Foreign Office 97-424. Trabzon konsolosu Palgrave’den Barron’a yazı (Trabzon, 26 Eylül 1867)

Foreign Office 97-424. No. 287. Napier’den Russel’e yazı (St. Petersburg, 21 Aralık 1863)

Grigoriantz, Alexandre. Kafkasya Halkları. 2. Baskı. İstanbul: Sabah Kitapları, 2000. s. 20

Hayit, Baymirza. Türkistan Devletlerinin Milli Mücadeleleri Tarihi. Ankara: TTK, 1995. s. 45-47

Kollautz. A. Abasgia: Abhazya Tarihi’nin Bizans Dönemine Ait Belgeleri. Çev. Bahriye Çelebi. İstanbul: As Yayınları, 2000.

Kundukh, Aytek. Kafkasya Müridizmi: Gazavat Tarihi. Haz. Tarık Cemal Kutlu. . İstanbul: Gözde Kitaplar Yayınevi, 1987. s. 85-86

McCarthy, Justin. The Ottoman Peoples and the end of Empire. Londra, 1981

McCarthy, Justin. Ölüm ve Sürgün: Osmanlı Müslümanlarına karşı yürütülen ulus olarak temizleme işlemi 1821-1922. Çev. Bilge Umar. İstanbul: İnkılap Yayınevi, 1995

Öztürk, Özhan. Pontus: Antikçağ’dan Günümüze Karadeniz’in Etnik ve Siyasi Tarihi. Nika Yayınevi (3. Baskı) Ankara, 2016

Persov, A. ve diğer. Kabardino – Russkiye Otnoşeniya v XVI – XVII vv. Tom II. Moskova, 1957. s. 7

Skakov, Aleksandr. “Dünden Bugüne Abhazya Ermenileri” İçinde: “Hemşin ve Hemşinli Ermeniler: Konferans Makaleleri”. Ermenistan Cumhuriyeti Bilimler Ulusal Akademisi Tarih Enstitüsü. Erivan, (2007): 84-90. ISBN: 978-99930-69-47-8